15-16 Haziran büyük işçi direnişi: Sınıfa karşı sınıf

15-16 Haziran büyük işçi direnişi: Sınıfa karşı sınıf

21-10-2018 10:15

15-16 Haziran'da varlığı tartışılan işçi sınıfı o gün siyaset sahnesinde yerini aldı. Bugün de ne yapmalı sorusunun en yalın yanıtını tarih sayfalarında yansıyanlar vermeye devam ediyor.

Sema Aydın

15-16 Haziran’da varlığı tartışılan işçi sınıfı o gün siyaset sahnesinde yerini aldı. Bugün de ne yapmalı sorusunun en yalın yanıtını tarih sayfalarında yansıyanlar vermeye devam ediyor.

Türkiye işçi sınıfının en görkemli direnişinin adı olan 15- 16 Haziran direnişini bugünlerde hatırlamak ve hatırlatmak büyük önem taşıyor. Ülkemizde ve dünyada sınıf hareketlerinin geriye çekilmesinin ağır maliyetleri olduğunu yaşadığımız son otuz yıl fazlasıyla göstermektedir. İşçi sınıfının mücadele ederek kazandığı hakları tek tek budanırken, sermaye sınıfının azgın kar hırsı sonu gelmeyen savaş politikaları ile insanlığı yıkıma sürüklemektedir. Sol, sosyalist özneler ise farklı kimlik arayışları, demokrasi söylemleri, içi kof özgürlük talepleri ile sınıf mücadelesini ikame etmeye çalışmaktadır. İnsanlığın kurtuluşunu sınıflar mücadelesinde gören, özel mülkiyetin ve sömürünün ortadan kaldırılmasının en temel şart olduğunu ortaya koyan marksist anlayışın yerine liberal savlarla sınıflar mücadelesinin üstü örtülmekte, işçi sınıfının ayağa kalkışı başka bahara ertelenmektedir.

İşçi sınıfı var mıydı yok muydu?

Reel sosyalizmin yıkıldığı 90’lı yıllarda kapitalizmin zaferi ilan edilmiş, tarihin motor gücünün sınıflar mücadelesi olmadığı tezleri ortaya atılmıştı. Bu tezlere göre kapitalist sistemin geldiği aşama, gelişen teknoloji ve yeni üretim biçimleri geleneksel işçi sınıfı tanımını ortadan kaldırıyordu.

Biraz gerilere gittiğimizde 1960’lı yıllarda Türkiye sosyalist hareketinin önemli tartışma başlıklarından birini ve belki de en önemlisini bu soru oluşturuyordu. İşçi sınıfı var mı, bir devrime öncülük edebilecek gelişkinlikte mi, dolayısıyla Türkiye’de sosyalist devrim mümkün mü? Bu sorulara dönemin sol öznelerinin büyük kısmının yanıtı olumsuz yöndedir. 1961 yılında kurulan ve ”dağa taşa sosyalizm yazacağız” iddiasıyla örgütlenen Türkiye İşçi Partisi (TİP) sosyalist devrim tezini benimsemiş olmasına karşın yükselen gençlik hareketi ve dünya da yaşanan farklı devrim modellerinin etkisiyle tabanda aşamalı devrim teorilerinin etkin olduğu sert tartışmalara sahne olmaktadır.

Sol siyasetin ideolojik olarak yön arayışı içinde olduğu böylesi bir dönemde Türkiye işçi sınıfı somut bir yanıt vermiş İstanbul ve Kocaeli merkezli başlayan işçi direnişine katılan on binlerce işçi buradayız demiştir.

 İşçi sınıfının görkemli direnişine giden yol;

Sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda ithal ikameci ekonomik model ve montaj sanayi diye nitelendirilebilecek sanayileşme süreci işçi sınıfının yapısında da dönüşümlere yol açtı. 60’lı yıllar köylerden kentlere göç ve sanayi proletaryasının nicel bir varlık olarak ortaya çıktığı süreçtir.

1960 Anayasası ile birlikte ortaya çıkan daha özgürlükçü hava ile birlikte işçi sınıfının hak mücadelesi de kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Anayasada işçilerin sendika hakkının tanınmasına karşın, grev hakkının kısıtlanması işçi direnişlerinin ilk mücadele başlığının da grev hakkı talebi olarak belirlenmesinin nedeni oldu. İlk kitlesel eylem 1961 yılında Sümerbank işçileri tarafından düzenlendi. 5000 işçinin katıldığı eylemde ”grevsiz sendika olmaz” ve haklarımızı vermezseniz biz alırız” sloganları  ile grev hakkı talebi dile getirilmiştir. Grev hakkı talebiyle gerçekleşen en önemli işçi eylemi ise 1963 yılında Kavel kablo fabrikasında yapıldı. TBMM’de sendika ve grev yasalarının görüşüldüğü sırada gerçekleşen Kavel grevinin işçilere grev hakkının tanınmasında önemli sonuçları oldu.70’li yıllara gelinen süreç işçi sınıfının sendika, grev ve ekonomik hak taleplerinin yanı sıra siyasal alanda da TİP’te somutlanan geniş örgütlenme ve DİSK’in kuruluşu ile taçlanmıştır.

DİSK’in çanına ot tıkamaya and içmiş bir iktidar;

İktidar işçi sınıfını Türk-İş’in sarı sendikacılık anlayışı ile zapt-u rapt altına almaya çalışırken, bu anlayışı kabul etmeyen devrimci işçiler yeni bir örgütlenmeye gitti ve 1967 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)’i kurdu. Türk-İş’ten ihraç edilen Türkiye Maden-İş, Basın-İş, Lastik-İş ve Gıda-İş’in bir araya gelmesiyle kurulan DİSK ile birlikte sendikal mücadele aynı zamanda ülkenin kaderini değiştirecek politik bir zemine taşındı. Kemal Türkler DİSK’in Türk-İş’ten farkını şu ifadelerle ortaya koyuyordu; ”DİSK’in amacı işçi sınıfının memleket yönetimine ağırlığını koymasını sağlamak, kula kulluğu sona erdirmek, sosyal adalet içinde yaşamının ilk koşullarını yerine getirmektir.”, “Türk-İş’in partiler üstü politikası, iktidara gelen partilerin tümünün uydusu olmaktan başka bir şey değildir. Biz işçi sınıfına en yakın partiyi destekleyeceğiz!”

DİSK’in bu tutumu ve işçi sınıfının siyasette ağırlığını hissettirmeye başlaması elbette sermaye iktidarını en sert tedbirleri almaya yöneltti. Dönemin Çalışma Bakanı Adalet Partili Seyfi Öztürk’ün ” Yakında göreceksiniz, çok yakıda DİSK’in çanına ot tıkayacağız” ifadeleriyle ilan ettiği sendikalara dair yasal düzenleme meclis gündemine taşındı. Yeni yasal düzenleme Türk-İş’in önünü açan, DİSK’in ise bütün yetkilerini ortadan kaldırmaya dönüktü.

Yasa tasarısı şu değişiklikleri içeriyordu;

* Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye kaydetmiş olması gerekir.

* İşçi federasyonlarının faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye kaydetmiş olması gerekir.

* İşçi konfederasyonu kurulabilmesi için daha önce sözü edilen sendika ve federasyonların üçte birini, sendikalı işçilerin üçte birini üye yapması gerekir.

* Sendika üyeliğinden ayrılabilmek için tek tek noter karşısına çıkmak gerekir. Sendika kurmak için en az üç yıl işyerinde çalışmak gerekir.

* Uluslararası işçi kuruluşlarına ancak en fazla işçiyi barındıran konfederasyon üye olabilir.

Tasarı CHP tararından da desteklenmiş, 4 ret 230 kabul oyu ile mecliste onaylanmıştır.

 Sınıf kavgası, ekmek ve emek kavgası büyüyor;

Tasarının kabul edilmesiyle birlikte DİSK üyesi işçiler işyerlerinde Anayasal Direniş Komiteleri kurdular. İş yeri temsilcileri ile yapılan toplantı sonrası eylem kararı alındı. Tasarının kabul edilmesinden 4 gün sonra 15 Haziran’da protesto eylemleri başladı. İlk gün 70 bin civarında işçi eylemlere katıldı. İstanbul’da Kartal, Topkapı, Levent, Eyüp gibi işyerlerinin yoğun olduğu bölgelerden dört koldan yürüyüşler başladı. Bir sonraki gün eylemlere katılım iki katına çıktı. Yaklaşık 150 bin işçi sokakları doldurdu. İşçilere barikatlar kuruldu, yürüyüş kollarının birleşmesi engellendi.

İki gün süren ve işçi sınıfının en görkemli direnişi olarak tarihe geçen eylemler, Türk-İş üyesi işçilerin sınıf kardeşlerinin yanında saf tutmasıyla, yurt dışına kaçan patronlarla, işçilerin birleşmesini engellemek için Galata ve Unkapanı köprülerinin açılmasıyla, önlerine kurulan polis barikatlarını yıkarak ilerleyen işçilerin kararlı duruşuyla hafızalara kazındı. Ve elbette yitirilen canlar kazındı hafızalara.

Mecliste kabul edilen tasarı TİP’li milletvekilleri tarafından Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru sonrasında iptal edildi. İşçi sınıfı örgütüne ve geleceğine sahip çıkmıştı.

15-16 Haziran’da varlığı tartışılan işçi sınıfı o gün siyaset sahnesinde yerini aldı. Bugün de ne yapmalı sorusunun en yalın yanıtını tarih sayfalarında yansıyanlar vermeye devam ediyor.