Ölürse ten ölür canlar ölesi değil (*)

Ölümünün 27. yılında 'Taçsız Kral' Metin Oktay üzerine...

Ölürse ten ölür canlar ölesi değil (*)

Kerem Usluer

BENİ BANA BIRAKIN

Bugün yeşil sahaya egemen olan piyasacı futbolu, ırkçılığı, şikeyi; daha dün gelmiş, yarın biraz daha fazla paraya arkasına bakmadan gidecek ama onun gibi elini kalbine götüren futbolcuları görmedi. İsminin, fotoğrafının dev firmaların pazarlaması adına reklamlarda kullanılacağını da, eğer bunları görseydi ve bunları yaşasaydı içkiyi fazla kaçırdığı bir meyhane dönüşünde, “metin abi seni eve bırakalım mı?” diye soran arkadaşlarına verdiği cevabı verirdi… “ beni bana bırakın “…

Ne seni sana, ne seni geçmişe bırakamıyoruz ki taçsız kral.

Sen, sosyalistim ve TİP’e oy verdim diyecek kadar sermaye iktidarına karşı dik durmuşsun, fırsat eşitliğini röportajlarına taşıyıp, Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in idamlarına karşı imza vermişsin, bugün gerici sermayenin sembolik işaretleri ile gol sevinçleri yapılıyor, nasıl seni sende bırakalım ki?

“Bizler sanattan konuşuyorduk ya, onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960’taki efsanevi maçta İskoçya’ya attığı golü, İstanbul’da bir AKG maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken 90’a taktığı golü anlattım ve bunların sırrını sordum. ‘Ellerini uzat’ dedi. İki elimi uzattım, avuçlarım yere dönüktü. O da ellerimi avucuna aldı, ‘Şimdi’ dedi, ‘İstediğin elini çek ben yakalayacağım.’ Ellerimi, Metin Oktay’ın avucundan kurtaramadım. ‘İşte bu reflekstir bana o golleri attıran.’ Sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. Benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı. ‘Bunlar işin fizik tarafı’ deyip Nazım Hikmet’ten bir şiir okudu! Hiçbirimiz ummazdık tabii ama ummamak bizim suçumuz. ‘İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim’ deyip boynuma sarıldı. .. (1)

Neden geçmişe bırakamadığımızı daha nasıl anlatalım ki?

RAKAMLAR EŞLİĞİNDE TAÇSIZ KRAL

02 Şubat 1936’da doğdun, 15 yaşında Damlacıkspor’a geçtin sonra da Yün Mensucat’a, burada genç milli takım formasını giydin ilk milli maçında iki gol attın. İzmirspor’dan sonra 19 yaşında Galatasaray’a geldin.  Bir sezonluk Palermo serüveni yaşadın ve 1969 yılında Galatasaray’da jübileni yaptın. 1959 yılında evlendin, bir maçta attığın golle Fenerbahçe filelerini yırttın, yine ezeli rakibinizi 5-0 yendiğiniz maçta 4 golü sen attın ama jübilende yine aynı ezeli rakibinle oynadın ve maçı anlatan Halit Kıvanç’ın aktarımı ile şöyle uğurlandın..”…elimde mikrofon tribünlerde inanılmaz bir kalabalık tribünlere baktım, bugüne kadar hep size ”metin geliyor, metin geliyor” diye bağırdım ama bugün ”metin gidiyor, metin gidiyor” dedim ve tribünler hep birlikte ağlamaya başladı sahada 22 futbolcu ağlıyor ben ağlıyorum, Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar …”

Milli formayı  40 kere giymişsin, ve milli takımda 21 gol atmışsın, ikisi altyapı üçü profesyonel beş takımda oynamışsın 354 maçta 314 gol atmışsın, İstanbul- İzmir Profesyonel Lig / Süper Lig/ Türkiye Kupası/ Cumhurbaşkanlığı olmak üzere 11 kez kupa kaldırmışsın ve bu liglerde 11 kez gol kralı olmuşsun.

Aslında bu rakamlar aşılmıştır, rekorlar da kırılmıştır ama zaten seni “özleme” dönüştüren bunlar değil ki. Sana tekme atan futbolculara kin olmasın diye dönüp bakmadığın olabilir mi, bir Göztepe maçında seni çok iyi savunan genç bir oyuncunun maç sonunda gelip “sizi çok seviyorum, hayranınızım, bir resim çektirelim” ricasına maçı kaybetmenize rağmen ”sen benimle değil ben seninle resim çektirmek istiyorum, bugün maçın kahramanı sensin” demen mi yoksa?  Sana küfreden tribünlerin önüne gidip eğilmendir belki, belki de rakamları yaz, seni transfer edelim diyen yöneticiye “bizi sevenlere ihanet etmeyelim baba” sözünle reddedişin mi? O kadar çok yazarız ki sığdıramayız. Rakamlardan daha fazla anlamlı çünkü…

Ve biz seni 13 Eylül 1991’de Boğaziçi Köprüsü’nün çıkışındaki kazada kaybettik.

SON OLARAK

Duygular içine siner demiştim yazıya başlamadan önce, sanırım öyle de oldu. Taraftarlıkta aslında duygu egemendir, o yönetir sizi. Maç başladığında saha dışındaki her şey silikleşir ve büyülü anlar başlar sizin için… Futbola dair bildiğiniz, okuduğunuz, yazdığınız tüm kirlilik aklınıza gelmez.  Evet, kendimizi kandırıp o büyüye kapılmak daha cazip oluyor. Normalleştirmek, kabullenmek bizi teslim alıyor.

Teslim olmamak gerekiyor.

Elbette futbolumuzu da bizden alan kapitalizmi yıkmak için “sahaya” inmek gerekiyor. Geriye dönmeyecek tarihin tekerleği, o romantik günlere değil bizi işçi sınıfının yeniden kuracağı güzel günlere götürdüğünde, futbol yeniden bizim olacak. Tekerleği döndürmek için mücadele etmek ve umudu örgütlemek bize düşüyor.

“Sekiz gün eksik askerlik yapan Metin Oktay 45 gün cezaevinde yatar ve çıktıktan sonra gece otele dönerler. Gündüz Kılıç Metin Oktay’ın yanına gelir ve….“Saat on birde kendi gelip uyandırdı beni. Üç saat sonra Galatasaray sahaya çıkacak ve Karagümrük’le oynayacak. Baba, yatağımın ucunda oturdu ve şöyle dedi: ‘Biliyorum, oynayacak durumda değilsin ama seyirci seni görmek istiyor Metin. Karagümrük’e karşı seni oynatmak istiyorum. Üzülme, verebileceğini ver. Sen bize çok maç kazandırdın. Varsın, bugün de senin yüzünden kaybedelim. Seni hasretle bekleyen seyircine ne olur bu saygıyı gösterelim.’ Baba’ya ‘Hayır’ diyebilmem mümkün mü? Sahaya çıktım ve ben 2 gol atarken Galatasaray da Karagümrük’ü 3-0 yendi. Beni seven tribünlerime kavuşmuştum. Kusa kusa sahadan çıkarken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum…”” (2)

“Varsın, bugün de senin yüzünden kaybedelim”  denilen gün yenilmedi Metin Oktay…

O gün yenilmedi ya Metin Oktay ,bizde yenilmeyeceğiz .

Futbolu piyasacı egemen burjuvaların elinden almamız lazım. Anlatmaya çalıştığımız o “farklı”  duruşunu, futbol sanatının kusursuzluğu ile birlikte bize gösterecek Metin Oktay’lar lazım.  Bu yüzden de örgütlenmek ve sahada mücadele etmek gerekiyor.  Onun için yazılan tezahüratta olduğu gibi “Yenilmekten korkmayın, Metin gibi oynayın” diyerek belki de…