Düzene karşı düzen

"24 Haziran seçimleri; düzenin mutabakat arayışı, yerleşme arayışı, uyum sorunlarını çözme seçimi olarak, bizzat düzen tarafından dayatılmış, sağın sağla seçimidir. Bu dayatmaya boyun eğmek ile bu dayatmaya karşı mücadele arasında tercihimiz açıktır ki mücadele olmuştur."

Düzene karşı düzen

ALİ ATEŞ

“Dine karşı din” kitabı, tarihi, dinler arasında mücadele olarak gören Ali Şeriati’nin kitabı. Aynı zamanda, kitabın işaret ettiği, “yeniden” din.

Bugün de benzer bir yöntem, düzen siyasetinde yeniden karşımıza çıkıyor. Meseleyi sadece “AKP ve ötesi” zemininde gören ve burjuva düzenin bütün aktörlerinin “seçim hesaplarının” tahakkümü altında bir okumayla siyaset yapan bir anlayış “düzene karşı düzen” seçeneğiyle karşımıza çıkıyor.

Bu anlamıyla, 24 Haziran seçimlerinin siyasal anlamı ve dünden yarına düzen siyasetinde nasıl bir bağlama sahip olduğu üzerine daha çok konuşmak gerek. Tartışma konusu; 16 yıllık AKP iktidarının gerici dönüşümüne maruz kalan bir düzenin, 24 Haziran seçimleriyle, yola kiminle ve nasıl devam edeceğidir. Yolun kendisi düzenin sahipleri tarafından tartışma konusu bile değildir. Kapitalist düzen, 16 yıllık gerici dönüşümü ters yüz ederek geriye dönmeyecek. Sermaye devleti, sermaye sınıfı, emperyalizm ve sermaye güçleri aynı zemine basmaktadırlar. Emperyalist dünya sistemi içinde orta gelişkinlikte bir kapitalist düzenin ihtiyaçları neyse, düzenin bütün aktörleri- iktidar ve muhalefet fark etmez- gereğini yerine getirecektir. 24 Haziran seçimi, bu düzenin; birileri açısından yola devam etmesi, birileri açısından ise rayına oturtulma meselesidir. 16 yıllık AKP iktidarının karşı-devrimci dönüşümüyle önümüzde yeni bir rejim vardır ve bu rejimin yerleşmesi, mutabakatı ve gerek iç siyaset ve gerekse dış siyaset açısından uyumu; 24 Haziran seçimlerinin anlamını, çerçevesini ve bağlamını oluşturmaktadır.

Bu, hem AKP’nin sınırı hem de muhalefetin hedefidir. AKP iktidarının yola gelmesi ile düzenin yeniden rayına oturtulması bir ve aynı şey olarak görülmelidir. Bugün 24 Haziran seçimlerinde tartışma konusu bundan öte değildir.

Bir kaç noktanın altı çizilmek durumunda. Düzenin bütün sağ partileri 24 Haziran seçimleriyle birlikte Meclis’e taşınmış olacaktır. AKP, MHP, SP, İyi Parti, BBP, DP. Hüda-Par’ın son dakika Diyarbakır’dan bağımsız aday çıkarması, bu tabloyu tamamlıyor. 24 Haziran seçimlerinin galibi kim olursa olsun bu fotoğrafın mutlaka not edilmesi gerekiyor. 24 Haziran sonrası Meclis, büyük bir çoğunlukla, sağ bir Meclis olacaktır. AKP, düzen siyasetinin eksenini sağa çekmişti, bu eksen 24 Haziran seçimleriyle birlikte Meclis aritmetiği açısından da daha reel hale gelecektir. AKP’nin gidip gitmemesinin ya da Meclis’te çoğunluğa sahip olup olmamasının bir yerden sonra önemi yoktur çünkü Meclis zaten sağ, gerici ve faşizan bir çoğunlukla oluşacaktır. Bu mevzuu, AKP eliyle kurulan rejimin başka bir açıdan yerleşmesi sorunsalı bağlamında değerlendirilmek durumunda.

İkinci nokta ise şudur: Böylesi bir Meclis’in karakteri, yönelimi, duruşu ve yapısı sağcılıkla malul olacağından; başta emek düşmanlığı, laiklik, demokrasi, Kürt sorunu, emperyalizmle işbirliği ve sermaye sınıfının çıkarları söz konusu olduğunda AKP’den farklı bir yönelime asla işaret edemez. Parlamenter rejime geçiş talebi, bir yerden sonra burjuvazinin sorunudur, asıl olan siyasetin niteliğinin belirleyiciliğidir. Daha düne kadar parlamenter bir rejimde düzenin burjuva karakteri, faşizan devlet yapılanması ve gericileşme önlenebilmiş miydi? Siyaset belirleyicidir; emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’ya bir askeri müdahale, krizin faturasını emekçilere ödetme ya da gericileşme yolunda atılacak bütün adımlar emin olun AKP azınlıkta kalsa bile böylesi bir Meclis’ten çok rahat geçecektir. Bu anlamıyla, Meclis aritmatiği üzerinden geliştirilen seçim taktiklerinin bir yerden sonra anlamı yoktur; siyasette nicelik değil nitelik belirleyicidir.

Yeni sistemde Meclis’in önemi ve etkisi, eskiye göre mutlak olarak azalmıştır. Hükümet sistemi ile Meclis’in ayrı ayrı seçimi, bugün düzen siyasetinde yeni bir durum oluşturmaktadır. Burjuva düzende, seçim yoluyla “temsiliyet” meşruiyetin birinci kaynadığıdır ve bugüne kadar bu meşruiyet Türkiye’de Meclis tarafından taşınmıştır. Artık Meclis kadar Başkan’ın da sandık vasıtasıyla bir “meşruiyet” zeminine sahip olacağı bilinmelidir. Meclis’teki azınlık-çoğunluk hesaplarının, burjuva düzeni “mutlak” krize sokacak tespiti yanlıştır. Zira , burjuvazi bizzat yeni sistemle bu tür krizleri aşmak istemiştir. Yürütmeyi, yasamadan ayırmak kendisi açısından olası krizleri hafifletme arayışıdır. Merkezileşme ve devlet aygıtının merkezileştirilerek güçlendirilmesi sermaye devletinin ve sermaye sınıfının tercihlerinden bağımsız değildir. Yürütme ve yasama arasında kriz olasılığı bir durumdur ancak seçim politikası olamaz. Geçmiş yıllarda olduğu gibi gelecekte de burjuva düzende istikrar olmayacaktır. Bunun nedeni yürütme-yasama arasında değil ekonomik ve toplumsal koşullarda aranmalıdır; solun bakacağı yer burasıdır.

Üzerinde durulması gereken başka bir nokta ise bu tablonun CHP eliyle yaratılmış olmasıdır. Millet İttifakı sayesinde sağın zaferi 24 Haziran seçimleriyle birlikte Meclis’te ilan edilecektir. Bu anlamıyla CHP, iktidarı isteyen, düzeni değiştirmek isteyen ve bunu hedefleyen bir parti değil, AKP eliyle kurulan rejimin mutabakatını sağlayan bir parti olarak görülmelidir. Zira CHP, devletli ve burjuva bir parti olarak kendisine yakışanı yapmaktadır. CHP’den umut beklenmesi, aslında bugün sadece düzenin yarattığı bir halüsinasyondur. Bu durum CHP’nin içine sıkıştığı seçim taktiklerinin doğrudan ve dolaylı sonucudur; CHP’nin de burjuva parti olarak sınırlarını göstermektedir. CHP düzenin restorasyoncusudur, reformist bir programa-misyona bile sahip değildir.

Mutabakat ve uyum düzenin asli sorunudur. ABD, Avrupa Birliği, NATO, TÜSİAD bunu beklemektedir. Neredeyse bütün bu düzen aktörlerinin ve emperyalist-kapitalist sistemin bütün şer odaklarının ağzından çıkan tek şey; uyum, toplumsal kutuplaşmanın bitmesi, emperyalistlerin çıkarlarıyla paralellik. 24 Haziran seçimlerinde hedef; 16 yıllık emperyalizm ve sermaye lehine yürütülen karşı-devrim sürecinin yaratmış olduğu “tahribatın” düzeltilmek istenmesidir. AKP de buna oynamaktadır, CHP de.

Bugün kelime anlamı birebir olan Cumhur ve Millet ittifakı; ABD ile stratejik müttefiklik konusunda, Avrupa Birliği hedefinde, kapitalist sömürü düzenin ekonomik ihtiyaçlarında ve hatta kağıt üzerinde bırakılan laiklik başlığında birbirinden farklı tek bir şey söylememektedirler. Emperyalist kapitalist dünya sisteminin objektivizmi düzenin rayına oturmasını istemektedir, zorlamaktadır ve dayatmaktadır. Öncelikle şunun altının kalınca çizilmesi gerekiyor. Bugün bu objektivizmin dışına çıkamayacak bir AKP vardır, Müslüman kardeşler projesi bitmiştir ve Erdoğan bunu görmüştür.

Bununla beraber önemli bir konu olarak da şunu belirtmemiz gerekiyor: AKP, sanki kapitalizmin, emperyalist dünya sisteminin “anomalisi, sapması, ucubesi” gibi bir yaklaşımla değerlendiriliyor. Böyle bir yaklaşım, bugünkü gerici ve emek düşmanı düzenin aklanmasından başka bir şeye yol açmaz. AKP, düpedüz, doğrudan ve organik olarak bizatihi emperyalist-kapitalist sistemin çocuğu, aktörü ve siyasetidir. Bu anlamıyla, gerek emperyalizmle ilişkilerde gerekse Türkiye iç siyasetinde AKP eliyle kurulan rejimin ve AKP’nin yaşamış olduğu gerilimler ve sorunlar, bu sistemin sorunlarıdır. AKP tam da bunu yapmaktadır ve seçim beyannamesi ile emperyalist sistemin bir parçası olacağını açık olarak beyan etmektedir. AKP, bu düzene, emperyalist sisteme kafa tutan değil bizzat bu sistemin özellikle Ortadoğu’da yaşadığı sıkışma ve yeni arayışlarda ortaya çıkan arızi durumları düzeltmek isteyecektir ve 24 Haziran seçimlerinden sonra bu açık olarak görülecektir. Daha şimdiden NATO ile ortak tatbikatlar ya da ABD ile Menbiç konusunda anlaşma, bu yolu açık olarak göstermektedir.

Ortadoğu’da 24 Haziran seçimlerinden sonra bir Amerikan barışı gündeme geldiğinde, emin olunuz ki, AKP bu Amerikancı projenin doğrudan ortağı olacaktır. Irak ve Suriye’nin parçalanması söz konusu olduğunda AKP burada rolünü oynayacaktır. El Bab ve Afrin Operasyonlarının anlamı buradadır ve bu operasyonlar emperyalizmin doğrusal çıkarlarına asla aykırı değildir, tersine işine gelmektedir. Kürt siyasi hareketinin ise burada pozisyonu bellidir ve 24 Haziran seçimlerinden sonra Kürt sorununun gerici sermaye düzenine entegrasyonu gündeme geldiğinde farklı bir tutum sergilemesini kimse beklememelidir.

Muhalefeti ve muhalefet çizgisini belirleyen de bizzat bu koşullardır. Muhalefet bugün Millet ittifakı adıyla AKP ile ortak bir söyleme sahiptir. Bu söylemin altında yatan şey ise AKP iktidarının 16 yıllık sürecini karşıya almak değil, bizzat bu sürecin restorasyonudur. Cumhur İttifakı, gerici karşı-devrimini oturmak ve arızi sonuçları ortadan kaldırmak isterken, Millet İttifakı da aynı yerden tutmakta, buradan kendini tanımlayarak, düzenin onarılacağını beyan etmektedir. Toplumsal huzur, toplumsal kutuplaştırmanın bitirilmesi, batı ile ilişkilerinin düzeltilmesi söylemi bugün Millet İttfakı’nın temel düsturudur. Buradan AKP karşıtlığı, düzen karşıtlığı çıkmaz. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Millet İttifakı, Türkiye sağını Meclis’e taşıma ittifakıdır.

Bugün CHP, sağın meclise taşınmasının sorumlusudur. Ekmelleddin vakasının bir başka versiyonudur bu. Bugün CHP, laikliği savunacağı yerde laikliğe meydan okumaktadır. Tescilli gericileri listelerinden göstererek, gerici Saadet Partisi ile ittifak yaparak, AKP’nin siyasal simgesi olan türban konusunda “devlette türban olacak elbet” söylemi ile AKP ile arasında hiç bir fark olmadığını göstermiştir. CHP, düzenin koltuk değneğinden başka bir şey değildir. Bugün İyi Parti olarak karşımıza çıkan siyasi hareket, faşizm artığıdır. Faşizmi Meclis’e taşıyarak, laikliğe meydan okuyarak, AB ile ilişkileri düzelteceğiz diyerek AKP’ye karşı olmak mümkün değildir. Çünkü, bizatihi AKP karşıtlığı gericilik, işbirlikçilik, sermaye ve faşizm karşıtlığıdır. Laiklik düşmanlarıyla laiklik, faşistlerle demokrasi, işbirlikçilerle emperyalizm karşıtlığı yapılamaz, böylesi bir mücadele verilemez.

Bugün seçimlerde unutulan 3 olgu vardır: Laiklik, anti-emperyalizm ve sosyalizm. 12 Eylül zorunlu din derslerini getirmişti, AKP iki yeni ders daha koydu, 4+4+4 sistemiyle eğitimi dinselleştirdi, İmam Hatipleri neredeyse emekçiler için zorunlu kıldı. Ancak bugün seçimlerde hiçbir parti bu konuyu dillendirmemektedir.

Anti-emperyalizmi geçiyoruz. NATO, ABD ve AB konusunda farklı programa sahip seçim partisi bulunmuyor.

Ne yazık ki bugün bağımsız adaylarla seçime girenler bile “düzen değişmeli” demektedirler ancak sosyalizmi propaganda etmemektedirler. İşin ilginç yanı parti ismi de kullanılmamaktadır.

24 Haziran seçimlerinde laiklik, bağımsızlık ve sosyalizm seçim dışında kalmıştır: Bu talepler, sandık siyasetinde değil alanlarda yükseltilecektir.

Millet ve Cumhur İttifakı dışında 24 Haziran seçimlerinde bir parantez açılmıştır.

HDP parantezi, bütün bu tablonun dışında değildir. HDP, bu ittifak silsilesinin dışında kalsa da, aynı fotoğrafın bir parçasıdır. HDP’nin gericiliğe bakışı, NATO’nun Irak ve Suriye’ye yerleşmesini savunmuş olması, seçim beyannamesinde Avrupa Birliği hedefini tıpkı diğer düzen aktörleri gibi sahiplenmesi, TÜSİAD’ı ziyaret etmesi, yine seçim beyannamesinde Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan yönetimi destekleme ilanı – ABD ve Fransız emperyalizminin bölgeye yerleşmesine, Suriye’nin emperyalizm tarafından parçalanması tek bir atıf yoktur- düzenin verdiği fotoğrafta sırıtan değil tamamlayan bir öge olarak bugün karşımızdadır. HDP’nin ulusalcılığının yaratmış olduğu gayrilik liberalizmiyle ortaklığa dönüşmektedir.

Tarihimizde Şeyh Sait bir simgedir; gericiliğin, şeriatçılığın, cumhuriyet düşmanlığının simgesidir. Bu simgenin bugün HDP listelerinde aday olarak gösterilmesi mazur görülecek, üzeri örtülecek ya da önemsiz sayılacak bir konu değildir. Şeyh Sait Derneği Başkanının ya da evlat edinmek haramdır diyenlerin milletvekili adayı olarak gösterilmesi, tıpkı Millet ve Cumhur İttifakı gibi laikliğe meydan okumaktır. Unutulmasın ki, Haziran Direnişi, aynı zamanda Cumhuriyetçi bir başkaldırıydı. İkinci simge ise AKP’nin karşı devrimine omuz veren Yetmez ama Evetçiliktir. Bugün Yetmez Ama Evetçi isimlerin bir kez daha HDP listelerinde görülmesi, HDP’nin düzen dışı, düzen karşıtı ya da solcu bir parti olarak nitelendirilmesini imkansız kılar!

Bugün HDP’yi sol bir aktörmüş gibi düzen siyasetinin soluna yerleştirme çabaları, sadece emperyalizm başlığında değil bizatihi laiklik başlığında da kendini tekrar ediyor. Liberalizm, gericilikle ve emperyalizmle ortaklığın aracı olmaktır.

Seçim siyasetini AKP’nin zayıflatılması adına HDP’nin Meclis’e girip girmeyeceğine göre kuran, 1. Tur ve Meclis aritmetiğine göre belirleyen “dört işlem matematikçisi” sol anlayış reformisttir. Bugün 24 Haziran seçimlerinin bütün aktörlerinin programlarında mutlak bir ortaklık bulunmaktadır.

AKP gerileyecek, iktidardan düşerse tepetaklak gidecek ve “devrimci seçeneğin” önü açılacak diyenler, 1977 seçimlerine ve tarihsel sonucuna bir kez daha bakmalıdırlar. Aynı şekilde “Bin Umut Adayları” kampanyası hatırlanmalı, Yetmez Ama Evetçiliğin nasıl türediği unutulmamalıdır. Bu anlamıyla bugün 24 Haziran seçimi sağın sağla seçimi, “düzene karşı düzen” seçimidir.

Ama asıl önemli olan şudur: Gerek CHP eliyle gerekse HDP eliyle yapılan, tek başına sağın, liberalizmin ve gericiliğin Meclise taşınması değildir. Haziran Direnişi’nde sokağa çıkan milyonlar, bu siyaset yöntemiyle düzene bağlanmaktadır. Reformist sol, AKP’yi geriletmek adına, ikinci yetmez ama evetçiliğe imza atmıştır. Bunu yaparken de birincilerle yan yana gelmekte asla sorun görmemektedir.

24 Haziran seçimleri; düzenin mutabakat arayışı, yerleşme arayışı, uyum sorunlarını çözme seçimi olarak, bizzat düzen tarafından dayatılmış, sağın sağla seçimidir. Bu dayatmaya boyun eğmek ile bu dayatmaya karşı mücadele arasında tercihimiz açıktır ki mücadele olmuştur. Bu anlamıyla bu korsan seçime hem meşruiyet katmamak hem de bu seçimleri emekçi sınıflar açısından bir varlık-yokluk meselesine indirgememek gerekmektedir. Asıl mesele 3. Turdur.

Bir yandan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini düzen güçlerinin teslim almış olmasına ses çıkartmayıp diğer yandan önemi azalmış parlamento seçimlerine girmenin çelişik bir durum olduğu da açık olmalıdır.

Bugün 24 Haziran seçimlerinin varacağı yer tam anlamıyla “düzene karşı düzen” almaşığıdır. Bugünkü düzen siyasetinin göstermiş olduğu yol başka bir kapıya çıkmıyor.