Krizi önlemek ne demektir?

Krizler önlenemez; kriz sonrasında eski duruma dönülemez; yoksulluk artarken, sermaye temerküz ederek büyür ve güçlenir. Bu durumda sermaye genelde topluma olduğu kadar, toplumsal kurumlara da hâkimiyetini kabul ettirir...

Krizi önlemek ne demektir? Adeta, yaşamını sürdürmek için bir ceylanı boğazlayan aslanı durdurmak gibi bir şeydir. Veya krizin etkisini ortadan kaldırmak ne demektir? Öldürülmüş ceylanı yaşama döndürmektir. Şunu demek istiyorum ki, krizi önlemek ya da krizin etkilerini ortadan kaldırarak eskiye dönmek, sistem mantığına inanmamak ve/veya yel değirmenleri ile savaşır gibi sistemle savaşmaktır. Çünkü kriz, sistemin karşı karşıya kaldığı tıkanıklıkları aşarak nefes almaya ve kendisini yenileyerek yaşam süresini uzatmaya matuf çok başat bir sistemik reflekstir. Sistem insanı da düşünmez, sistemi tökezletebilecek modası geçmiş sermayeyi de bir kalemde sile(bili)r. Kapitalizmde sermaye-insan ilişkisi piyasa süreciyle ilgili otomatik, sermaye-sermaye ilişkisi ise yaşamsal mücadele bağlamında iradi ve şiddetlidir. Kriz, sermaye-sermaye ilişkisi sonucudur, insan mağduriyeti ise bu mücadelenin doğal ürünüdür. Üretim ilişkileri geliştikçe üretim güçlerinde ortaya çıkan uyumsuzluk neticesinde oluşan kriz, başat üretim güçleri ve üretim ilişkileri doğrultusunda şekillendiğinden, sistemin dışına itilan üretim güçlerini, özellikle de ana unsur olan emekçileri krize karşı korumak, kaynak yine ana dokudan geleceğine göre, sermayenin devinimi doğrultusunda gelişen kapitalist sürece karşı çıkmak anlamına gelir. Kapitalizm dinamikleri krizle sisteme uymayan üretim güçlerini temizleyerek, bir kısmını piyasadan silmek, bir kısmını da ikame etmek suretiyle, alan daralması yapıp, yeni güçle ayağa kalkar. Kısacası, kriz sistem için gereklidir. Ancak, kriz sonrası görülen parıltı kriz öncesi alanın tümünü kapsamaz, çünkü alan daralmıştır. İsterseniz buna, dışlama ya da ilkel birikim adını verelim.

Kapitalist krizin olumsuz sonuçlarına emekçiler açısından yaklaşır ve oluşan yoksullaşmaya çare aramaya koyulduğumuzda, iki seçenekle karşı karşıya kalırız. Birincisi, işten atılan emekçilerin işe iadesini zorlamak, ikincisi ise işsiz kalanlara sosyal devlet anlayışı ile yaklaşmaktır. Kriz döneminde emekçilerin işten atılmasını engellemek sistemin nefes borusunu tıkamakla eş anlamlıdır. Emekçilerin işlerini korumaları piyasa hacminin de korunması anlamına geleceğinden, krizin derinleşmesini önleyen faktör olarak görülürse de, bu analiz sistem mantığına aykırıdır, hatta kapitalist mantıkla sermaye verimliliğine karşıdır. Zira üretim ilişkisi bağlamında sistem dışına atılması gereken sermaye dokusu emeği besleyebilecek durumda olmadığı gibi, sistem içindeki sermaye ise istihdam dışı emeğe alan açarak aşırı maliyet yükü altına giremez. Bu nedenle, kriz döneminde fırsatçılıkla işten çıkartma davranışlarını bir tarafa bırakırsak, gerçek nedenlerle işten atılmaları engellemek olası olmadığı gibi, bu konuda zorlamalar da, işin doğası gereği, sistem verimliliğini zedeler ve geçerli olamaz. Birinci olasılık devrede olamayacağına göre, ikinci olasılık devreye girmekte, o da sosyal devlet politikaları ile yoksullaşan emekçi ve genel halk yığınlarına destek sağlamaktır. Doğal olarak böylesi insancıl politikaya kimsenin bir itirazı olmamakla birlikte, maalesef, sosyal politikalara en yoğun gereksinme duyulduğu dönemlerde kamu bütçe olanaklarının bu külfeti kaldırma gücü zayıflar. Buna rağmen, krizin derinleşmesini önlemek amacıyla kamu desteklerinin öne çıkması zaruri hale gelir. ABD’de FED’in piyasaya olağanüstü para sürmesi bu duruma tipik örneği oluşturur.

Bu çerçeve açıklama doğal olarak insanı karamsarlığa sürüklüyor. Burada sözünü etmek istediğim konu sistemin işleyişi olmayıp, bundan daha fazla karamsarlığa kapılmamızı gerektiren, fakat ortaya koyuluşuyla içimize geçici serinlik veren sahte ifadelerdir. Krizin başladığından beri çeşitli seminerler yapılmakta, kriz konuşulmakta, hatta reçeteler dahi topluma sunulmaktadır. Fakat ne hikmetse, zamanla krizle yanyana yaşamaya alışma dışında bu reçeteler hemen hiç işe yaramamaktadır. Zaten yaramayacaktı da! Bazen düşünüyorum da, büyük büyük laflarla, kalın kalın kitapların ders amaçlı anlatımlarına sığınarak, sanki önemliymiş gibi, önce kriz anlatılırken, daha sonra da bir-iki ipe sapa gelmez laflarla koca bir kriz paneli başarı ile kapanmış gibi yapılırken, sistem ruhu kıkır-kıkır gülüyordur. Niye gülmesin ki, gerek krizin oluşumu analiz edilirken, gerekse çare olarak öneriler sunulurken sistem dinamiği, sistemin dinamiksel işleyişi ve amacı bir zerre olsun dikkate alınmamaktadır. Adeta sisteme karşı derin bir saygısızlık yapılmaktadır. Hindistan’da bazı bölgelerde kaplanlar yerleşim alanlarına saldırıp, insanları öldürürken bile, köylüler ölen bu güçlü hayvana saygıları gereği merasim yapmakta ve törenle cesedi yakmaktadır. Acaba, sistemin de saygı görebilmesi için insana eziyetini daha açık olarak yapması mı gerekmektedir!

Fakat rütbeli bilim insanlarının(!) sisteme karşı bu saygısızlığı boş çaba olarak kalmamakta, sistem, rütbeli insanı kendi yönünde kullanarak, aynen krizde olduğu gibi, yaşam süresini uzatmada tüm yandaşlarını kullanmaktadır. Panellerde kriz hakkında hiçbir fikir yansıtılmadan, kısmen Marksizmin kulak dolgusu kırıntıları ile süslenmiş parıltılarla söylenen her ifade, ciddi analiz niteliği taşımadığından kriz topluma yansıtılmadığı gibi, onun da ötesinde, hem ana-akım iktisat öğretisi, hem de sistemin yaşam süresi uzatılmış olmaktadır. Belki de istenen budur!

Krizler önlenemez; kriz sonrasında eski duruma dönülemez; yoksulluk artarken, sermaye temerküz ederek büyür ve güçlenir. Bu durumda sermaye genelde topluma olduğu kadar, toplumsal kurumlara da hâkimiyetini kabul ettirir. Hatta en önemli doğa varlığı olan beyinlerimize de duhul eden sistem ideolojisi, tüm yıkımlara rağmen sistemin aleyhinde bir şeyler söylememizi engellediği gibi, bu konuda konuşan az sayıda gerçek düşünürü de toplumsal bilinçte algılanamaz hale sokar. Eğitim denen üst-yapı kurumunu da ele geçiren sistem, epey bir zaman kazanmış ve kendisini topluma kabul ettirmiş olur.

Kapitalist sistemlerin devlet ve hükümet yapıları, tüm çabalarına rağmen sermaye birikiminin sağlanması ve krizlerin önüne geçilmesinde çaresiz kaldıkları gün gibi ortadadır. Devlet ve hükümet yapıları sosyal devlet politikalarını devreye sokarak bazı önlemleri almaya çalışmıştır, ancak böylesi politikalar sistemi canlandırıcı değil, sürükleyici işlev gördüğünden başarılı olamamış ve kendi içinde krize sürüklenmiştir. Sistem krizi sistem dışı müdahaleleri dışlayarak, kendi kaderini belirleme sürecidir. Buna saygı duyalım; ne demek istediğini anlayalım ve siyasi tercihimizi ona göre yapalım. Sisteme saygı duyup, temel dinamik ve devinimlerini anlayarak ancak kendimize saygı duyabiliriz.