"Karatay diyeti" Erdoğan'ın kafasını karıştırdı mı?

Sermaye düzeni sağlıklı beslenmeye en büyük engel… Geçtiğimiz hafta AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın beslenme ile ilgili toplumda kafa karışıklığı olduğunu “tespit etmesi” sonrasında Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu’na verdiği “bu sorunu çözün” talimatı çok konuşuldu.

Sermaye düzeni sağlıklı beslenmeye en büyük engel…

Geçtiğimiz hafta AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın beslenme ile ilgili toplumda kafa karışıklığı olduğunu “tespit etmesi” sonrasında Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu’na verdiği “bu sorunu çözün” talimatı çok konuşuldu. Bu meselenin arka planında ise Prof. Dr. Canan Karatay’ın beslenme konusundaki söylemlerinin olduğu açık. Hatırlanacağı üzere konu ile ilgili Karatay “O zaman çözelim” yanıtını verdi. Bu yaklaşımların devlet politikası haline gelmesi ise tartışmalı.

Karatay ne diyor?

Esas olarak kardiyoloji uzmanı olan Karatay’ın beslenme ile ilgili yaptığı açıklamalar özellikle basında geniş yer tutuyor. Karatay özü itibariyle, şeker tüketiminin sonlandırılmasını, mısır şurubundan üretilen şekerin beyaz toz şekere göre yedi kat daha fazla zararlı olduğunu ve dolayısıyla mısır şurubunun kullanımının tamamen kaldırılması gerektiğini, karbonhidrat (yani şeker) içeren ekmek ve unlu mamullerin tüketilmesinin vücuda yarardan çok zarar verdiğini ifade ediyor. Bununla birlikte yine dikkat çekilmesi gereken noktalardan bir tanesi ise yağ tüketimi ile ilgili olan kısım. Doğada bulunan ya da doğal yollardan üretilmiş yağların (örneğin işlem görmemiş doğal zeytinyağı ya da tereyağı) yerine işlem görmüş ve fabrikalarda üretilmiş yağların (örn. Margarin, sıvı yağlar ya da tereyağı) tüketimin insanlarda başta kalp damar hastalıkları olmak üzere bir dizi hastalığı tetiklediği ve daha fazla arttırdığı biliniyor. Trigliseridler ve doğal olmayan trans yağlar olarak gruplanabilecek bu yağlar aslında kapitalizmin insan sağlığını tehdit eden en açık yanlarından bir tanesi olarak görülmeli. Dolayısıyla Karatay’ın söylemlerindeki yağ tüketimi ile ilgili bazı doğruları görmezden gelmek mümkün değil.

Ek olarak, metabolizma adı verilen, yani kabaca besinlerin vücutta parçalanması ve enerjiye dönüştürülmesi süreçleri ile ilgili yukarıda bahsedilenlerin önemli bir yanı daha bulunuyor. Fazla, sürekli ya da sadece şeker ve karbonhidrat içeren besinler tükettiğinizde, vücudunuzda bulunan insülin hormonu şekerin fazlasını yağlara çevirerek vücutta (karaciğerde) depolanmasını sağlıyor. Dolayısıyla uzun vadede vücutta yağlanma, obezite oluşurken, yukarıda bahsettiğimiz şekilde vücuda (özellikle damarlara) zarar veren tipte bir yağ türüne maruz kalınmış olunuyor.

Karatay’ın yaklaşımları içerisinde bulunan, “gebelere şeker yükleme testinin yaptırmayın, meyve yemeyin, zeytinyağı için, himalaya tuzu kullanın, kolesterol düşürücü ilaçların kullanılmasına gerek yok” gibi söylemler ise şu an için tartışmalı görünüyor ve özelde sağlık profesyonelleri arasında da kabul görmüş durumda değil. “Karatay diyeti”nin de kendi içerisinde bazı boşluklar içerdiği, piyasacı düzenin bir enstrümanı olmaya korunaklı olmadığını da not etmek gerekiyor.

Bizlerin bu yazıdaki amacı da doğrudan bu tartışmalı başlıklara odaklanmaktan ziyade doğru bir beslenme yönteminin temel yaklaşımlarını ortaya çıkartmak ve kapitalizmin neden bunu yapamayacağını ortaya koymaktır.

Kapitalist Türkiye’nin beslenme politikası olamaz

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu’na verdiği talimatın bir tarafında “yani şimdi ekmek yemeyecek, zeytinyağı mı içeceğiz?” sorusuna yanıt bulmak gibi kaba bir yaklaşım olduğu burjuva basınında propaganda edildi. Ancak buradaki esas noktayı görmezden gelemeyiz. Erdoğan büyük oranda bugüne kadar sermaye düzeninin, devletin ve AKP iktidarının emekçi halka karşı işlediği suçları örtmek gibi bir yaklaşıma sahip olduğu için meseleyi sermaye düzeninin düzlemine taşıyarak aslında tartışmanın esas olan kısmını hasıraltı ediyor.

Türkiye, AKP iktidarı döneminde yerli ve yabancı sermayenin talanına açılmıştır. Ülkemiz tarihinin en büyük özelleştirme dalgası AKP eliyle yapılmıştır. Son on altı yıl içerisinde AKP iktidarının IMF politikalarına boyun eğmesi sonucunda tarım ve hayvancılığın tasfiyesinde gidilen yol inanılmaz bir seviyeye gelmiş, üretim neredeyse sıfırlanmış, et ve tarım ürünleri ithalatı artmış, köylerde temel besinlerin üretiminin toplumsal karakteri körelmiştir. Oysaki tüm emekçilerin doğru beslenmesi ve sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için atılması gereken en temel bazı adımlar şu şekilde toparlanabilir.

• Mısır şurubundan şeker üretimi yasaklanmalı. Şeker pancarından yapılan şeker üretimi tamamen devlet tekeline geçirilmeli, merkezi planlama uygulanmalı, beslenmede şekerin rolü azaltılmalı. Mısırdan şeker üretip halkımızın sağlığına zarar veren Amerikan şeker tekeli Cargill fabrikası kapatılmalı. Özelleştirilen şeker fabrikaları devletleştirilmeli.

• Kapitalist sistemde halkın önüne en ucuz besin olarak konulan ancak zararı olan ekmek ve unlu mamüllerin üretimi tamamen devlet kontrolüne geçmeli. Bugün kapitalist sistemde olduğu gibi emekçilerin ölmeden yaşayabilecekleri bir yaşam sürmeleri için yeterli görülen ekmek ve unlu mamullerin tüketimi kontrol altına alınmalı.

• Tüm insanların yaşlarına göre ihtiyaçları kadar protein alabilecekleri bir beslenme politikası ve rejimi oluşturulmalı. Bunun için tüm ülkede büyükbaş ve kümes hayvancılığı seferberliği başlatılarak et ve süt ürünlerinin tüm toplumun ihtiyaçların karşılayacak düzeyde üretiminin sağlanması gerekmektedir. Rant ve kâr odaklı bir sistem yerine hayvancılık alanında kalkınmayı içeren bir program uygulanmalı. Bunun sonucu olarak öncelikle et fiyatları düşürülmeli, devamında belli yaş grupları (çocuklar) ya da öncelikli toplumsal bölmelere et ve süt ürünleri ücretsiz dağıtılmalı, son olarak tüm toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde ücretsiz  dağıtılabilecek bir üretim hedeflenmelidir.

• Tarımsal üretimde merkezi planlamaya geçilmeli. Ülkemizde cirit atan tohum tekelleri kapı dışarı edilmesi, tarımın tasfiyesine neden olan tüm anlaşmalar iptal edilerek, köylerde üretim seferberliğine başlanmalıdır. Bugün Türkiye’de parası olan bir kesimin sonuçlarından istifade edebildiği “organik tarım” adı verilen doğal tarımsal üretime tüm ülke sathında dönülerek emekçilerin doğrudan ulaşabilecekleri bir sistem kurulmalı. Tarımsal ürünlerin tüketimi ülkenin beslenme politikasında bir yere oturmalıdır.

• Bunlarla birlikte yine beslenme politikasında önemli sayılan doğru ve doğal yağların tüketiminin toplumda özendirilmesi, üretimin arttırılması için tüm Türkiye’de doğal zeytinyağı ve tereyağı üretim seferberliğine başlanmalıdır. Aynı zamanda doğal olmayan yağların, trans yağlar gibi insan sağlığı için zararlı olan yağ türlerinin, margarinlerin vb… ürünlerin üretimi yasaklanmalı, bunun dışındaki üretim alanları devletleştirilmelidir.

• Ülkemiz yerli ve yabancı ilaç tekellerine bağımlı bir ülke olmaktan çıkmak için kendi ilaç sanayisini ve bilimsel araştırma merkezlerini kurmalı, ilaç üretimi ve bunların kullanımı tamamen devlet tekelinde ve kontrolünde olmalıdır. Bugün AKP iktidarı tarafından ortaya atılan “yerli ve milli ilaç üretilmesi” denilen şey büyük bir balondur. Öncelikli olan şey bilimsel olarak toplumda hangi ilaçlara ihtiyacın olduğunun saptanmasıdır.

Sağlıklı bir yaşamın yolu eşitlikçi bir toplumdan geçiyor

Temel beslenme politikaları ve devletin yaklaşımı açısından yapılabilecekleri özetlemek için yukarıda yazanlar kimi başlangıç noktaları olarak ele alınabilir.

Dünya üzerinde sosyalizm deneyleri ise doğru bir beslenme politikasının uygulanabilir olduğunu, insanların kâr ve rant odaklı bir sistemin dışında sağlıklı bir şekilde yaşayabildiklerini, sosyalist devletlerin insanlarına temel besinleri yeri geldiğinde ücretsiz dağıtabildiğini göstermekte; çocukluktan itibaren iyi ve doğru beslenen insanların günümüzde insanlığın baş belası olan kalp damar hastalıkları ya da kanserlerden korunabileceğini öngörebilmemizi sağlamaktadır.

Dolayısıyla, yazının başlığında sorduğumuz soruya şimdi yanıt vermek gerekiyor. Türkiye’deki zengin sınıfların temsilcisi olan AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın atacakları tüm adımlar ancak toplumdaki eşitsizliklerin sebebi olan asalak patron sınıfı için geçerli olacaktır. Bunun tersi ise sistemin değiştiği, bugün ezilenlerin yani emekçilerin iktidarda olduğu, herkesin karnının doyduğu bir ülkenin kurulması ile mümkündür.