İzzettin Önder: Katar’dan gelecek paranın ülkede nelerin kaybına yol açacağı bilinmesi gerekir

Prof Dr. İzzettin Önder, ekonomideki son gelişmelere ilişkin Manifesto'nun sorularını yanıtladı. Önder, "Krizler, sermaye açısından avantaj olduğu kadar, sistemin anlaşılması, devletin algılanması ve derinleşen sömürünün yaşanması bakımından da emekçiler açısından önemli ve öğretici avantajdır" dedi.

İzzettin Önder: Katar’dan gelecek paranın ülkede nelerin kaybına yol açacağı bilinmesi gerekir

Prof. Dr. Prof. Dr. İzzettin Önder, ekonomide son yaşanan gelişmelerle birlikte patronlar ve emekçiler açısından oluşan tabloya ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Önder’in açıklamaları şöyle:

Döviz kurunda yaşanan hızlı artışla beraber “kriz değerlendirmeleri” arka arka gelmeye başladı. İktidar ise dövizdeki ani artışın bir “siyasi müdahale olarak değerlendirilmesi” gerektiğini düşünüyor. Döviz artışı ve kriz belirtisi sizce nasıl yorumlanmalı? Krizin kökeni nedir?

Ekonomik kriz anlık oluşmaz; birikimle oluşan potansiyelin tetiklenmesi sonucunda volkan gibi ortaya çıkar. Son yaşadığımız, daha doğrusu yaşattırıldığımız kriz ise, yanlış ekonomi politikaların olumsuz birikimi üzerinden, siyasi kaynaklı müdahalenin sonucudur.

Kriz ortamının oluşumunu, çok gerilere gitmeden, 2000 IMF-Derviş politikalarının küresel kaynak bolluğu ile buluşması döneminden başlatabiliriz. Söz konusu proje(!) uzun erimli plancı bir zihniyetle ekonominin ve halkın yararına yönlendirilebilecekken, var olan siyasi iktidar, yoğun özelleştirmelerle kamuya aktardığı kaynaklar yanında bol dış kaynağı da siyasi amacı doğrultusunda kullanarak kırılganlık platformuna taşıdığı ekonomiyi bugünkü aşırı borçlu konuma getirdi. Zira borca ve/veya ödeme taahhütlerine dayalı mega projeler ve inşaat işleri kör ya da ancak uzun vadede getiri sağlayan alanlardır. Ne var ki, geçmişte de çokça tartışıldığı üzere, yüksek faiz ve baskılı kura dayalı politika, emperyalizme güvenli sömürü alanı oluşturarak, dış dünyada atıl maddi ve finansal sermayenin fevkalade yararına çalıştı. Bu proje, aynı zamanda, içeride sağladığı mal bolluğu ve fiyat baskılaması nedeniyle siyasi kadronun ve burjuvazinin de amacına hizmet ediyordu. Böylece ‘emperyalist-burjuvazi-siyaset’ üçlüsünün çıkar hesabı toplumsal genel yararın önüne geçerken,arka planda giderek yükselen cari açık ve borçlanma ekonominin kırılganlık derecesini yükseltiyordu. İnşaat işlerinin siyaset vitrinine parlaklık getirmesi yanında, yandaş ve siyasi erke sağladığı çeşitli avantaj da uzun vadeli görüntüyü karartıyor, yükselen borçlarla gelecekteki yatırım olanakları kısıtlanıp, bugüne çekilen gelecek kaynaklar üzerinden siyaset yürütülüyordu. Burjuvazi bir yandan baskılı kurla maliyet tasarrufu sağlayarak istikrar aldatmacası ile ekonomi modelini, diğer yandan da Tahkim Komisyonlarından sağlanan avantajlar ya da vergi afları veya varlık barışı gibi ciddi bir devlete yakışmayan önlemlerle sağladığı avantajlarla siyaset modelini ve kadroyu destekliyordu. ‘Emperyalist- yandaş burjuvazi-siyasal erk’ üçlüsünü mutlu eden yürüyüşte bir yandan borç stoku yükseliyor, diğer yandan da cari açık % 6 gibi kritik sınırları aşma düzeyine ulaşıyordu.

Ortadoğu’da Rusya ile çatışma yaşayan ABD’nin, Erbakan ekibinden kopan gurubun liderine, “Büyük Ortadoğu Projesi” eş-başkanlığı görevinin havalesi, çeşitli alanlarda devletsel kararlarda sınırlayıcı etki taşımakta idi. Zamanla alınan bağımsız kararlardan rahatsız olan güçlülere ekonomi üzerinde manevra yolu açılırken, küresel finansal sıkıştırmalar da duruma tuz-biber ekiyordu. Ne var ki, ekonominin kaosa sürüklenmesinde siyasi müdahale görüntüsü öne çıkmakla beraber, ekonominin olağanüstü borçluluğu ve kırılganlığı asıl sebebi oluşturmaktadır. Şu noktanın belirtilmesinde yarar var ki, ABD-Türkiye arasındaki görüntüsel ihtilafın perde arkasının ortaya koyulması ve bir tür “kayıkçı kavgası”na dönüşen durumun asıl sebebinin açığa çıkarılabilmesi ya da ABD’nin elinden bu kozun alınması için rahip meselesinin biran önce hukuk devletine yakışır şekilde çözüme kavuşturulması elzem görülmektedir.

İktidar kanadı dışında ekonomi çevreleri de benzer bir söylem içerisinde. İki büyük bankanın CEO’su “bu durum normal ekonomik verilerle açıklanamaz” görüşünü savunuyorlar. Siz ekonomik veriler hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerçekten yorumlanamaz mı yoksa başka bir mantık mı gerekiyor?

İş çevreleri ya da ciddi görülen banka veya finans kuruluşlarının beyanları, belki de doğal olarak, ulusal meseleye dönüştürülen sürtüşmede taraflarını sergilemeye yönelik olabilir. Ancak gönül ister ki, siyasi çevrelerle yapılan kapı arkası görüşmelerde durum daha ciddiyetle ele alınıp, toplumun geleceği açısından sağduyulu yaklaşım sergilenmiş olsa! Dış borçlar ve açıklar üzerinde yükselen yapay balonları oy kaygısı ile siyasilerin, kazanç kaygısı ile de sermaye ve finans çevrelerinin savunması kapitalist-burjuva demokrasisinin aldatmacasından başka bir şey değildir. Keşke akademi ve medya halkın çıkarına daha cesur yaklaşabilseydi!

Emperyalistler başta olmak üzere burjuvazinin siyasi çevreden önemli talebi ekonomik ve hukuksal güvencedir. Ekonominin tek kişi yönetimi hâkimiyetinde olması, Merkez Bankası üzerinde kurulan hâkimiyet ve hukuka olan güvenin sarsılması sermayenin ülke dışına çıkışına ve/veya yeni girişlerin yaşanmamasına yol açarak, panikle beslenen anormal kur dalgalanmasına neden oldu. Sebep ne olursa olsun, krizin yol açtığı hasar toplumsal yarar açısından olumlanamaz. Varlık fonu ipotekleri ya da Katar’dan geleceği açıklanan önemli miktarda paranın ülkede nelerin kaybına yol açacağının alenen bilinmesi gerekir. Şirketlerin varlık değerleri kayba uğradıkça, hatta bir kısmı çöp oldukça, uygun olanların dış sermaye tarafından alınması ulusal varlıklar ya da sermayede yabancı oranının yükselmesine yol açacaktır. Özelleştirme-yabancılaştırma ile başlatılmış olan furya günümüzde sermaye değersizleşmesi ve el değiştirmelerle ikinci aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Varlık fonu ipotekleri ya da söz konusu el değiştirmelerin ülkeye maliyetini her fırsatta “yerli ve milli” sloganına sarılan siyasilerin iyice düşünmesi gerekir.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak döviz artışından sonra Orta Vadeli Programı açıkladı. Programın içeriği hakkında ne düşünüyorsunuz? Muhalefetin, Merkez Bankası’nın faiz kararı ve OVP sonrası “yönetim bağımsız değil, krizin arka planında bu var” görüşüne katılıyor musunuz?

Türkiye Orta Vadeli Program pratiğine, Beş Yıllık Program uygulamalarına rağmen, 2000 yılı IMF programı sonrasında alıştı. Her bütçe döneminde, ileriye ait üçer yıllık OVP değerleri verilir, neler yapılacağı kısaca açıklanır, fakat nedense ne program doğru dürüst uygulanır ne de hedefler tutturulur. Bu kez de OVP’da sanayiciye, KOBİ’lere bazı avantajlardan, ticari desteklerden, temel bilimler okumuş öğrencilere sağlanacağı düşünülen olanaklardan vs söz ediliyor. Beni rahatsız eden mesele, sorunlara daima kısa veya orta vade gözlüğünden, yani geçici önlemlerle bakılıyor olmasıdır. Oysa kalkınma ve gelişme konularına, ekonomiyi ve toplumu bu raya sokacak uzun erimli politikalarla yaklaşılmalıdır. Kalkınma ve gelişme, özellikle insan kaynakları açısından uzun vadeli, nesil yetiştirme işlemidir. Eğitim sistemi baştan başa değiştirilmeli ve kurşun asker değil, özgür, eleştirel ve araştırmacı nesil yetiştirecek şekilde uzun vadeli planlama ile yenilenmelidir. Teknoloji meselesi ancak insan kaynağı üzerinde işlevli olur. Aksi durumda, yabancı sermaye ne denli teknoloji-yoğun olursa olsun, Türkiye sadece kuruluş yeri olarak kullanılır ve ülkeye bir fayda sağlanmaz.

Sizce bundan sonra sermaye çevreleri ne yapacak? İşçi sınıfının ve genel olarak emekçi halkın ne yapması gerekli?  

Her kriz emekçiyi ve alt kesimleri vurur. Yükselen kur ve faiz sebebiyle maliyet artışı yaşayan şirketler fiyat artışına ve eleman tasarrufuna gidecektir. Devletle anlaşabilen büyük şirketler ani kur artışından doğan zararlarını kur riski hesabı ile bütçe yoluyla kamuya aktarmaya çalışabilirler. Tasarruf söylemi ile bazı kamu hizmetlerinin de kısılacağı anlaşılmaktadır. Risk, öngörülmedik maliyet anlamına geliyor ise, yaşanan kriz bir risk değil, zamanı belli olmamakla beraber, kesinlikle beklenen bir durum idi. Kaldı ki, burjuva toplumlarında dahi söz konusu maliyetin topluma yıkılması, maliyet oluşumunda toplumsal kararın bulunması koşuluna bağlıdır. Burjuva toplumlarında toplumsal kararın oluşum yeri parlamento olduğundan, parlamentonun dışlanarak tek karar unsuru iradesi ile yürütülen icraatın sorumlusu toplum olamaz. Burjuva demokrasisinde parlamentonun ve bütçenin ağırlığı bu noktalarda önemlidir. Poulantzas modeli ‘blog yönetimler’le burjuva demokrasisinin çatıştığı alan burasıdır. Dağınık vaziyetteki emekçiler, OHAL ertesi düzenlemelerle daha da güçsüzleşmiş konumlarında fazla güçlü gözükmemektedir. Ancak, günümüz siyaset yapı ve anlayışında yansıyan sandık demokrasisinde emekçilerin siyasi tercihi uygulanan politikalarda ve ülke yönetiminde önemli role sahip olabilir. Krizler, sermaye açısından avantaj olduğu kadar, sistemin anlaşılması, devletin algılanması ve derinleşen sömürünün yaşanması bakımından da emekçiler açısından önemli ve öğretici avantajdır.