Truman Doktrini'nde bilim

Aslına bakılırsa Truman doktrini yeni dünya düzeninin bir tür manifestosuydu.  ABD, gücünü dünyanın her yerinde komünizme karşı kullanacağını ilân ediyordu, başka bir deyişle soğuk savaşı başlatıyordu. Bu doktrinde Ortadoğu ve Balkanlara özel bir önem veriliyor ve SSCB’yi kuşatması planlanıyordu. Bunun için İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı resmen ABD’ye terk etmişti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalizme teslim olması için dönüm noktası aranırsa, herhalde Truman Doktrini en uygunu olur.  CHP’nin 1946 kongresinde ekonomide özel girişimin payını artıran yeni bir devletçilik ilkesi benimsenmişti. Sonrasında Amerikalı “uzman” Thornburg’un tavsiyeleriyle üretimden vazgeçilip montaja yönelinmesi, ulaşımda raylı sistemin terk edilmesi ve bunların karşılığında Marshall yardımı almaya “hak kazanılması” gerçekleşti.

1947 yılında imzalanan anlaşma ile bağımlılık yazılı hale getirildi. Mecliste onaylanan bu anlaşmanın bazı maddeleri dikkat çekiciydi. Örneğin 2. maddeye göre hükümet yapılan yardımın nasıl kullanıldığı konusunda ABD’li misyon şefine istediği her türlü bilgiyi, istediği şekilde (yazılı, sözlü, bizzat gösterme) vermekle yükümlüydü. 3. maddeye göre Türk hükümeti yardımın şekli, miktarı, niteliği konusunda sürekli halka yayın yapacaktı. Yani, ABD propagandası ile yükümlüydü.  4. maddeye göre de yardım, amacı dışında kullanılamayacaktı. Kıbrıs krizi sırasında ABD başkanı Johnson, bu maddeye dayanarak İnönü’ye mektup yazmış ve uçakların kullanılmasını engellemişti.

Aslına bakılırsa Truman doktrini yeni dünya düzeninin bir tür manifestosuydu.  ABD, gücünü dünyanın her yerinde komünizme karşı kullanacağını ilân ediyordu, başka bir deyişle soğuk savaşı başlatıyordu. Bu doktrinde Ortadoğu ve Balkanlara özel bir önem veriliyor ve SSCB’yi kuşatması planlanıyordu. Bunun için İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı resmen ABD’ye terk etmişti.

Böyle bir durumda akademiye dokunulmaması düşünülemezdi. Gerçekten de, Truman doktrininde bilim insanları ve sendikacıların özel bir önemi vardı. Türkiye’den her yıl ortalama yüz sendikacı “eğitim” için ABD’ye götürülüyordu. Benzer şekilde ABD’ye götürülen bilim insanlarının sayısı ise bunun kat kat üzerindeydi. Tüm dünyada özellikle sosyal bilimciler Truman doktrini amaçları için kullanılıyordu. Hatta “casus olarak bilim insanları” deyimi literatüre kazandırılmıştı1. Peki, Türkiye’de somut olarak ne yapılmıştı?

Akademi açısından bakıldığında ilk uygulama ırkçılık nedeniyle mahkûm edilen, aralarında öğretim üyelerinin de bulunduğu kişilerin önce tahliye edilmesi, sonrasında temyizde cezalarının iptal edilmesi olmuştu (Alparslan Türkeş de bu davanın sanıkları arasındaydı). Bu öğretim üyeleri sonrasında antikomünizm gerekçesiyle Truman doktrinin en ateşli savunucuları haline gelecekti.

Türkiye’deki yönetim anlayışını değiştirmek için, dünyadaki benzerleriyle aynı ad ve yapılanma tarzında, Ankara’da Türkiye Ortadoğu Amme Sevk ve İdaresi (TODAİE), İstanbul’da ise İşletme İktisadı Enstitüsü kurulmuştu. Bunlardan ilkini Birleşmiş Milletler, ikincisini ise Ford Vakfı finanse etmişti. Amaç, bu programlar çerçevesinde ABD’de eğitilen akademisyenler kanalıyla Türkiye yeni bir yönetim ve endüstriyel ilişkiler anlayışı sokmaktı2.

Bizzat ABD kaynaklı yazılara bakarsak: “Batılı sosyal bilimciler ve istihbarat kuruluşları, uzun zamandır Türkiye üzerine yoğunlaşmışlardır. Ülkeyi batılı bir kalıpta geliştirme tekniklerini sınayacak canlı bir laboratuar olması açısından ve müttefik politikaları için mutabakat oluşturmak ve politika, ekonomi, ordu, istihbarat ve akademi alanlarındaki itaatkâr bir öncü tabakanın kariyer promosyonunu yapmak amacıyla. Türkiye jeopolitik konumu nedeniyle özel bir kampanyaya tabi tutulmuştur… Türkiye on yıllarca etik olmayan (zihin yapısı değiştirmede psikoza neden olabilen LSD kullanılması) pek çok araştırmanın üssü konumunda tutulmuştur. Araştırmaları CIA, Amerikan Hava Kuvvetleri ve bunlarla işbirliği içindeki vakıflar (Ford, Rockefeller, Carnegie) finanse etmiştir”1

Bu araştırmalar hangileridir? Sonuçları ne olmuştur? Deneklerin durumu nedir? Bu çalışmaları yapan akademisyenler kimlerdir? Daha sonra hangi görevlere gelmişlerdir?

Bunlar hem bilim, hem etik, hem de ülke açısından önemli sorulardır. Yanıtları hakkında elbette bir takım öngörülerde bulunulabilir ama resmi olarak ortaya konması gerekir. Akademide antiemperyalizm, işte bu noktadan başlayabilir.

1 Simpson C (ed). Üniversiteler ve Amerikan İmparatorluğu. Kızılelma Yay., 2000.

2 Gölbaşı Ş. Bilim ve iktidar. İçinde: Üniversite, Üniversitelerimiz, Üniversite Nereye? İstanbul Kültür Üni. Yay.,