Bilgi çağında mıyız?

Ve biz artık bilgi çağındayız, bilgi toplumuyuz. Ne mutlu bize!

Gerçekten bilgi çağında mıyız? Veya içinde yaşadığımız toplumu bilgi toplumu olarak tanımlayabilir miyiz? Bazıları buna evet diyor. Ayrıntılandırıyorlar da: 18. Yüzyılın sonlarında buharlı makinelerin geliştirilmesiyle, kömürün buhara dönüştürülerek buhar gücünün sanayiye uygulanmasıyla üretimde insan gücü azalmaya başladı. Bu döneme 1. Sanayi Devrimi deniliyor. 19. Yüzyılın ilk yarısında ise demir çelik üretimi ve içten patlamalı motorların devreye girmesiyle birlikte seri üretime geçildi ve buna da 2. Sanayi Devrimi denildi. Sonrasında ise dijitalleşmeyle ve otomasyon başladı. Bu dönemde 3. Sanayi Devrimi veya bilgi çağı olarak adlandırıldı. Bu dönemlerin iletişim araçları da sırasıyla, gazete, radyo-televizyon ve internet oldu. “Artık” diyorlar, “bilgili olan güçlüdür, güç mülkiyette değil bilgidedir”.

Aslına bakılırsa, bilim ve teknoloji zaten her dönemde daha fazla kâr etmenin, egemenlik alanlarını genişletmenin, toplumsal tepkileri bastırmanın hem maddi hem de ideolojik temellerinden biri olarak kullanılagelmiştir egemen güç tarafından. Sanayi devrimi öncesinde de durum daha farklı değildi. Ancak her dönem, bir öncekine göre bilimden daha fazla yararlanmaya başlamıştır.

1930’larda bilim insanlarının sanayi ile ilişkileri sadece üretimde ortaya çıkan özel, pratik sorunları çözmek ile sınırlıydı. Sonrasında bilime gereksinim arttıkça işi yardım alma boyutundan çıkartıp kendileri için örgütlemeye giriştiler ve bilimsel üretimin bizatihi kendisini metalaştırdılar. Ve arka arkaya çeşitli hamlelerle egemenliklerini pekiştirdiler bilgi çağı denilen dönemde:

* Patent yasalarıyla bilimden herkesin eşit biçimde yararlanmasının önüne geçtiler;

* Üniversite-sanayi işbirliği kavramı ve projeleriyle doğrudan araştırma konularını belirleyici konuma geçtiler;

* Yetmedi, Silikon Vadisi ve benzeri yapılanmalarla bilgi üretimini sanayinin bir departmanı haline soktular;

* Uzmanlık alanlarını kendi gereksinimlerine göre daraltarak bilimin bütünlükçü bakış açısını ortadan kaldırdılar, bilim insanlarını önüne konulan sorunu çözen teknisyen konumuna getirdiler;

* Klasik beyin göçünün yerine, bilim insanlarını yaşadıkları ülkelerde kendi elemanları haline getirdiler;

* Bu şekilde az gelişmiş ülkelerdeki bilimcileri kendi ülkelerinin sorunları ve gereksinimlerine yabancılaştırdılar;

* Halkı ilgilendiren kararları, sadece konunun uzmanlarının tartışabileceği teknik sorunlar gibi yansıttılar;

* Toplumu bilimden uzaklaştırıp metafiziğe mahkûm ettiler;

* Mali sermayenin dolaşım hızını artırıp, para transferini anlık hale getirdiler, böylece sermayeye daha fazla esneklik kazandırdılar;

* Üretim süreci örgütlenmesini değiştirerek, tüm dünya ücretlilerini rekabet eder hale getirdiler;

* Ama sınıfsal farklılıklar ortadan kalmadı, daha da derinleşti; en zengin yüzde bir’in serveti, en fakir yüzde doksan’ınkine eşit hale geldi;

* Ulusal, etnik ve cinsel ayrımcılık tarihte olmadığı kadar arttı;

* İşsizlik ve yoksulluk tarihin en yüksek düzeyine ulaştı;

* Açlıktan ölümler dünya savaşları döneminin üzerine çıktı;

* Doğaya verilen zarar, insanlığın geleceğini tehdit eder boyutlara ulaştı;

* Eşitsizlik gerçek bilgiye ulaşmakta da arttı, geniş kesimler cahilleştirildi (kastettiğim teknik bilgi değil);

* Ama cep telefonu ve internet kullanımı yaygınlaştı; artık insanlar saatlerce oyun oynayıp, facebook’la alıklaşabiliyor;

Ve bunlarının hepsine bilgi toplumu dediler!

Ve biz artık bilgi çağındayız, bilgi toplumuyuz. Ne mutlu bize.

Neyse ki, gerçek bilgi tüketilemez, varlığını hep korur. Elbet bir gün insanlık yararına kullanacakların eline geçer. İşte gerçek bilgi çağı o zaman başlayacaktır.