'IMF hayaleti' iş başında

Bu başvurunun yalnızca "danışmanlık" kısmı öne çıkartılmaya çalışılırken, gerek yönetim tarafından, gerekse de iktidar yanlısı yazarlar tarafından "icra kısmının" hala iktidar tarafında olduğu vurgulanıyor. Bu vurgunun "IMF'siz IMF programı" değerlendirmelerine karşı basit bir savuşturma olduğu anında açığa çıkmaktadır.

Türkçeye “Başkanın Adamları” olarak çevrilen ve 1997 yılında gösterime giren film günümüz siyasetinde manipülasyon ve kitle iletişim araçlarının rolü üzerine ciddi notlar içeriyordu. Film, seçimlere az kala ciddi bir sorun ile karşı karşıya kalan ABD Başkanı’nın kitleleri “sahte bayrak” göstererek nasıl aldattığı üzerine kurulmuş ince eleştiriler içeriyordu. Öte yandan film, siyaseti soyut iktidar olgusuna sıkıştırmasıyla kısır döngüye saplanıp kalmıştı.

Filmin de üzerinde durmaya çalıştığı gerçek bir anlamda egemen sınıfın siyaset yapma tarzıyla ilintili.  Doğası gereği toplumsal çıkarlarla ters çıkarları savunan egemen sınıflar, her türlü kriz anında kârlarını korumak amacıyla gerçeğin eğrilmesi için tüm araçlara başvururlar. Burada sadece ustalıklı bir yalandan söz etmiyoruz. Aynı zamanda sınıfsal zemini de tahrip ederek, kendi niyetlerine varmaya çalışırlar.

Egemen sınıfın böyle anlarda amacı iktidarı korumak değil, kârların sürekliliğini sağlamaktır. İktidarın korunması ise bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkar ve bu sonuç mutlaklaştırılır. Ancak kriz anlarında ittifak yapabilme düzeyi egemen sınıflar için azalır ve böylece seçenekler sınırlanır. Sınıfsal öz daha çok açığa çıkar.

Bugünkü ekonomi yönetiminin, Albayrak aracılığıyla, gerçekleştirdiği adımların her türlü dolambaçlı yola başvurmasının nedeni yukarıda ifade ettiğimiz sınırlılıktan ötürüdür. O nedenle “başkanın adamları” devreye sokulmuş, ekonomi yönetiminde “mutlaklığın” sağlanması için ABD’li danışmanlara başvurulmuştur.

Bu başvurunun yalnızca “danışmanlık” kısmı öne çıkartılmaya çalışılırken, gerek yönetim tarafından, gerekse de iktidar yanlısı yazarlar tarafından “icra kısmının” hala iktidar tarafında olduğu vurgulanıyor. Bu vurgunun “IMF’siz IMF programı” değerlendirmelerine karşı basit bir savuşturma olduğu anında açığa çıkmaktadır.

IMF ile geçmişte imzalanan her türlü kredi anlaşmasında, IMF’nin kredi karşılığında verdiği “ekonomi reçetelerinin” uygulanmasında icra fonksiyonu o zamanki iktidarların elindeydi. Zaten önemli olan icranın kimin tarafından yapıldığından çok, ne için yapıldığıdır.

İster IMF ile anlaşma imzalanmasın, isterse danışmanlık hizmeti alınsın, atılan adımın anlamı emperyalist tekellere yağma sözünün verilmesidir. Bu yağmanın, “küresel kurallar çerçevesinde oyunu oynuyoruz” şeklinde sunulmasının mesajı âlemi bulunmuyor. [1] Kural serbest piyasa, oynanan oyun ise emperyalizmle danstır. Bir başka deyişle IMF’nin hayaleti iş başındadır.

McKinsey’in danışmanlık hizmetinin bu çerçevedeki anlamı uluslararası tekellerin daha fazla hareket serbestisi kazanmasıdır. Zaten uluslararası sermaye çevrelerinin Türkiye’ye dönük olarak “şimdi Türk varlıklarını alma zamanı” açıklaması yapması boşuna değil. [2] Bu çağrılarla birlikte McKinsey’in danışmanlık hizmeti düşünüldüğünde önümüzdeki dönemin sonuçları ortaya çıkmaktadır. Kriz ile birlikte varlıkların el değiştirmesi ve sermayenin dönüşümü gerçekleşmektedir. Bu durumun emekçi sınıflar üzerinde yıkıcı etkiler doğurması kaçınılmaz.

Krizin etkilerinin devam ederek artması durumunda gündeme daha çok gelecek “sermayenin merkezileşmesi” olgusunu da bu tablo eklerseniz, geçmişte Şili’de Pinochet rejiminin neo-liberallerin deney tahtası olması gibi Türkiye’nin de bu dönemin “deney tahtası” olması beklenebilir. McKinsey firmasının son yıllarda Azerbaycan’dan, Suudi Arabistan’a, Irak’tan Lübnan’a kadar üstlendiği işlev, akıllara bu sonucu daha fazla getirmektedir.

Dolayısıyla egemen sınıfın ve iktidarın bugünkü rolünün iyi kavranması ve işçi sınıfı mücadelesinin de benzer bir merkezi araçla yükseltilmesi zorunlu hale gelmektedir. Programıyla, siyasetiyle, stratejisiyle önümüzdeki dönemin esas gündemini bu aracın ne düzeyde güçlenceği ile doğrudan ilgili olacaktır.

Notlar

[1] Hilal Kaplan, Neden McKinsey?, 2 Ekim 2018, Sabah Gazetesi

[2] Önce İsviçreli Marc Faber, ardından da Jim Rogers yatırımcılara “Türkiye’den varlık alın çağrısı” yapması dikkat çekici. Bu çağrıların etkilerini önümüzdeki günlerde göreceğiz.