Gericilerin "Hocalar Buluşması"nda neler konuşuldu?

Siyasal İslamcılar arasında yürüyen tartışmalar devam ederken, gericiliğin temsilcileri toplanarak “Hocalar Buluşması” gerçekleştirdi.

Gericilerin

Siyasal İslamcılar arasında yürüyen tartışmalar devam ederken, gericiliğin temsilcileri toplanarak “Hocalar Buluşması” gerçekleştirdi.

Nevzat Çiçek’in moderatörlüğünde gerçekleşen görüşmede, “İslam’ın güncellenmesi” ve gerici tarikatlar arasındaki tartışmalar masaya yatırıldı.

Habertürk’ten Kübra Par’a konuşan Nevzat Çiçek, toplantıda konuşulan konuları değerlendirdi.

O röportajın önemli kısımları:

Son dönemde fetvala­rıyla çok tartışma yaratan Nurettin Yıldız ile Cübbeli Ahmet Hoca’nın arasındaki soğukluğun sebebi neydi?

Tartışma siyasi değil, iti­kadi bir tartışmaydı. “Allah yerde midir, gökte midir?” tartışması yaşamışlar. Bu, ilahiyatçılar arasında geç­mişten gelen bir tartışma­dır; bir kısmı Allah’ın gökte sınırlı olduğunu, bir kısmı da Allah’ın her yerde olduğunu ifade ediyor. Nurettin Yıldız, bununla ilgili bir sohbette kendi görüşlerini naklediyor. Cübbeli Ahmet Hoca da “Bu görüşleri naklederken kendi görüşünü de ifade etmen, şerh düşmen lazımdı” diyor ve oradan kaynaklı bir tartışma yaşanıyor.

Nurettin Yıldız’ı son dönemde çok tepki çeken fetvalarıyla biliyoruz. O da bir cemaatin lideri mi? Ona ‘tabi’ olan grup ne kadar büyük? İsmailağa Cemaati kadar güçlü mü?

Sayı olarak o kadar değildir ama kadınlar üzerinde, özellikle gençler üzerinde çok etkili, farklı çalışmaları olan bir grup. Sosyal Doku Vakfı üzerinden kendilerini ifade ediyorlar. Kamplar düzenliyorlar, eğitim çalışmaları yapıyorlar. En büyük özelliği, İslami kesim içerisinde, iletişim kanalı olarak sosyal medyayı en etkin kullanan hocalardan biri olması.

Buluşmada başka kimler vardı?

Nurettin Hoca’nın yanındaki arkadaşlardan Hüseyin Tepe vardı. İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, İhsan Şenocak, Avukat Cihat Gökdemir ve İHH’dan Yakup Bey vardı. Bir de o fotoğrafta olma­yan Siyer Vakfı Başkanı Muhammed Emin Yıldırım vardı. Onun mekânında gerçekleşen bir toplantıydı.

Nurettin Yıldız’ın “asansörde halvet”, “yastık yorgan” ve en fenası da “çocuklara yönelik evlilik” fetvası var. O günkü toplantıda, tartışma yaratan bu fetvalar gündeme geldi mi?

Nurettin Yıldız, “Bir bütün olarak bana sorulan sorular üzerine söylediğim her şeyin arkasında duruyorum çünkü ben bunu fıkhi kaynaklardan alıp aktarıyorum” diyor. Cübbeli Ahmet Hoca’nın da çok tepki çeken nal meselesi vardı. O da kendisine göre açıklayıp söylediklerinin arkasında olduğunu ifade etti.

Nurettin Yıldız, o fetvaların arkasında durdu” dedin. Diğer hocalardan onu eleştiren oldu mu?

“Biz halkın önünde her şeyi söylüyo­ruz, buna dikkat etmek lazım. Her şeyi halkın önünde konuşmamak, üslubu, zamanı iyi ayarlamak lazım” denildi. Her hocanın kendi etrafında 8-9 kişilik bir isti­şare heyeti kurması istendi. Bu heyetin içerisinde medyacısı, avukatı, psikoloğu, iletişimcisi olacak ve bu sohbetler halka yansıtılmadan önce bir şekilde kontrol edilecek. Yanlış anlaşılacak kelimeler varsa çıkarılması amaçlanacak.

Twitter’da o gün neler konuşulduğunu anlatırken, “Hocalar buluştu çünkü 5-10 sene önceki sohbetlerden cımbızlanarak hepsine bir operasyon yapılıyordu. Bu konu masaya yatırıldı” demişsin. Kim hocalara operasyon yapıyor?

Vahabizm ve Şia tehlikesi üzerinden konuşuldu. Ama genel çerçeve üzerinden, “15 Temmuz sonrası tarikat ve cemaatlerin köküne kibrit suyu dökeceğiz gibi bir yaklaşımla, dinde sekülerleşme, dolayısıyla da tarikat ve cemaat hocalarının halktan uzaklaştırılması isteniyor” denildi.

Bunu kimin istediğini düşünüyorlar?

Bir tarafıyla ulusalcılar, Kemalistler gibi AK Par­ti’yi sıkıştıran kesimleri söyleyenler de var, AK Parti’nin kendi içerisindeki reformistleri söyleyenler de var. Bu noktada özeleştirileri de oldu ama onların bir kısmını açıklamaya yetkili olmadığım için söylemiyorum.

Biraz tüyo versen…

Mesela Nurettin Yıldız, en azından yanlış anlamalar engellensin diye sosyal medyasını kapattı. Cübbeli Ahmet Hoca, Nurettin Yıldız ile ilgili videolarını çekti. Aslında şu an birçok şey yapılıyor. O fotoğraf karesinde olmayan, isimlerinin açıklanmasını istemeyen hocalar da orada vardı.

Tarikatlara, cemaatlerin denetlenmesi gün­demde. “Hükümet bu konuda adımlar atacak” söylentisi var. Acaba bununla ilgili bir tedirgin­likleri var ve bu nedenle mi bir araya geldiler?

FETÖ meselesinden dolayı devletin tarikatlara ve cemaatlere olan bakış açısı değişti. Devlet katında cemaat ve tarikatların büyük bir kısmının milli ve yerli olmadığı düşünülüyor. Yani “Dışarıyla bağlantıları var. Halkı gözetmiyorlar, daha çok kendi çıkarlarını öne çıkarıyorlar” tarzı yaklaşımlar oluştu. “Bu ülkenin ve bu halkın faydasına çalışmıyorlar.” Yeni paradigma, Hanefi-Maturidi, biraz daha Eşarilik ile Maturidilik arasında gidip gelen, daha akılcılığı önemseyen bir paradigma olacak. Çünkü keşfe, rüyaya dayalı bir din anlayışının FETÖ’yü ürettiğini düşünen ve dolayısıyla da tarikat ve cemaatlerin yeniden yapılanması gerektiğine inanan bir sistem var. Bunu tarikat ve cemaatler de sistemin kendisi de biliyor.

Sistem”den kastın devlet, değil mi? Devlet içinde bunu tartışıyor, konuşuyorlar mı?

Evet, tartışıyorlar ve konuşuyorlar. Çok net biçimde bu gündeme geliyor. Cumhurbaşkanlığı’nda, MİT’te de, Başbakanlık’ta da gündeme geliyor. Cemaatlerin kendisinde ve toplumda da bu tartışmalar var. Gazeteciler olarak, “Başka bir tarikatın da FETÖ gibi olmayacağının garantisi var mı?” diye sorgulamıyor muyuz? Sonuç itibarıyla devlet de bunu sorguluyor. Sorun, nasıl kayıt altına alınacakları noktasında ortaya çıkıyor. Osmanlı’da Meşait Kurumu vardı ve bunlar kayıt altına alınıyordu. Ama o kaydı kaldırdığınız andan itibaren, her taraftan kendisini şeyh, hoca ilan eden yapılar çıktı. Devletin bunları denetlemesi belki çok zor olabilir. Ama bunlara bir resmiyet kazandırıldığında belki ortak bir akıl bunlar üzerinde egemen olabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu fetvalara tepki gösterdi ve “İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulaya­mazsınız” dedi. O gün hocalar toplantısında Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri de tartışıldı mı?

Çok açık konuşmak lazım, evet tartışıldı. “İslam, kendisini ihya eden, ıslah eden bir dindir. Yani sürekli fetva mekanizmaları karşısında kendini güncelliyor ama sabit ayetler üzerinden bir güncelleme kastedili­yorsa bu yanlıştır” denildi. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ikinci konuşması da bunun böyle olmadığını çok net ortaya koydu. Ayetin güncellemesi olmaz, fıkhın gün­cellemesi olur. Orada Sayın Cumhurbaşkanı, “Konuş­ması gerekenler konuşmuyor” dedi. Anahtar cümle o. Sadece Diyanet değil. Bu ülkenin ilahiyat fakülteleri, hocaları asıl meseleleri konuşmuyorlar. Konuşanlar da bir şekilde işlerine gelmediği için ötekileştiriliyor.

Peki, Cumhurbaşkanı’na kızgınlar mı?

Reformcular Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuş­masını sanki “Cumhurbaşkanı da reform istiyor” gibi lanse edince “Keşke bu kapı açılmasaydı” dediler. 20-30 yıllık bir arkadaşlıkları var. Sayın Cumhurbaş­kanı’nın gelenekçi bir yapısı olduğunu, geçmişten bugüne kadar nerelerden geldiğini, o camialara karşı yakınlığını da herkes biliyor. Dolayısıyla bu tartışmanın Sayın Cumhurbaşkanı üzerinden açılmaması gerekti­ğini ifade ettiler. Açıkçası ben de öyle düşünüyorum.

Perşembe akşamı kandil gecesi Fatih Camii’nden bir fotoğraf paylaşmışsın, içe­risi bomboş. “Eskiden olsa namazlar kılınıyor olurdu. Acaba insanlar dinden mi soğuyor?” demişsin. Böyle bir şey hissediyor musun?

Açık söyleyeyim, toplum dinden uzaklaşıyor. Bana göre üç sebebi var. Birinci olarak, FETÖ meselesi çok çok etkili oldu. İkincisi, Türkiye’de dindarların sivilliğini kaybetmesi meselesi, yani “sistem”le entegre olması, sözlerinin inandırıcılığının kaybolması oldu. Üçüncüsü de artık gençliğe hitap edemiyorlar. Bu sadece hocaların, Diyanet’in meselesi değil, toplumda dinden bir uzaklaşma olduğunu çok net görüyoruz. Fatih Camii İsmailağa’ya çok yakın. Fatih, İstanbul’da dindar kesimin en yoğun olduğu semtlerden, bir kale gibi bilinir. Fatih Camii’ne gecenin o saatinde, kandillerde bir de tespih namazları kılınırdı. Hatta ben, “Bir şey mi var?” diye camideki görevliye sordum. “Benim anlamadığım bir şey var. Bizimkiler gelmese de Suriyeliler geliyordu, onlar da bitti” dedi.

İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Prof. İhsan Fazlıoğlu, “Başörtülü ateistler var” dedi. Diyanet’in dergisinde de dindar gençler arasında deizmin yükseldiği iddia edilmişti. Dindar gençlik ateistleşiyor mu?

Şu an İslam dünyası Avrupa’nın 30 yıllık mezhep savaşını yaşıyor. Gerçek İslam’ı öğreten de fazla olmuyor. Bir şekilde grupların, tarikatların çıkarları ön plana çıkıyor. Gençlik gitgide dinden soğuyor.

Çevrende dindarken ateizmi seçen var mı?

Yaşayış itibarıyla, 5 vakit namaz kılıyorsa, önce 3’e indiriyor, sonra da tamamen vazgeçiyor. Dün­yevileşme başlıyor. Bir hayal kırıklığı var. “28 Şubat sürecinde dindarlık ile bugünkü dindarlık aynı mı? O zamanlar belki muhalefet olmanın, baskı görmenin bir etkisi vardı. İdealizm vardı. Dindarlar devletleştiği için olay farklı bir yere gidiyor. Daha önce İslami yapıların dernekleri, vakıfları sivildi. Şu an sivil değiller.

Sivil değiller” derken neyi kastediyorsun?

1960’tan bugüne kadar, 15 Temmuz’u saymaz­sak, hangi tarikat darbelere karşı dışarı çıktı? İlk kez 15 Temmuz’da çıktılar. Bunun temel sebebini de araş­tırmak lazım. Bir, FETÖ meselesi var. İki, “AK Parti giderse bizim de kazanımlarımız kaybolur” mantığı var.

Kazanım”dan kastın nedir? Tarikatlar, cemaatler AK Parti döneminde ne kazandılar?

Bana göre tarikat ve cemaatlerin AK Parti’ye yaptığı kötülüklerden en büyüğü, AK Parti’nin onlara oluşturduğu alanı kullanamamaları oldu. Yani daha önce, “Yasakçı bir zihniyet var. Herhangi bir şey yapamıyoruz” diyorlardı. Ama şimdi yurt açma, yurt dışına öğrenci gönderme, insanları bir araya getirme noktasında bir engel yok. Şimdi de devletleşmeyi gördükleri için daha çok kadrolaşmalara yönelik hamleler başladı ve insan yetiştirmekten uzaklaşmaya başladılar. Sorun da burada başladı. Türkiye’deki tarikat, cemaat, dernek ve vakıfların şu anki en büyük sorunu sivillik ile devlet arasında gidip gelmelerinden kaynaklanıyor. Bu da ne yazık ki gençlere çok büyük bir umut aşılamıyor.

Röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz