'Fıtrat'a ters hareketler: Gericisi, patronu komünistlerin günü 8 Mart'ı kutluyor!

"Siz hiç kadının üretim sürecine girdiği, erkekle tüm haklarının eşit olduğu, çocuk bakmaktan ve ev işlerinden yükümlü olmadığı, gericilikle, piyasacılıkla yönetilen bir ülke gördünüz mü, duydunuz mu?"

'Fıtrat'a ters hareketler: Gericisi, patronu komünistlerin günü 8 Mart'ı kutluyor!

8 Mart’ın tarihsel çıkışı çok fazla yazılıp çizildi. Artık birçok kişi 8 Mart 1857’de Amerika’da 40 bin dokuma işçisi kadının, 16 saatlik iş gününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerinde artış talebiyle grev başlattığını, grev esnasında fabrikada çıkan yangında üstlerine kilitlenen kapılar nedeniyle mahsur kalan 129 kadının bir katliamla yaşamını kaybettiğini biliyor.

Hatta, 1909 yılı Şubat ayında Amerikan Sosyalist Partisi’nin çağrısı ile “Kadınlar Günü” kutlandığını, 1910 yılında Kopenhag’da gerçekleşen II. Enternasyonal’e bağlı Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Alman Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin’in önerisi ile kadınlar için ortak mücadele günü belirlenmesinin kararlaştırıldığını ve bu konferansın ortak gündemlerinin; kadınlara oy hakkı tanınması, emperyalizm karşıtlığı ve eşitlik çalışmalarını yükseltmek olduğunu da….

Ve tabii 8 Mart 1917’de yine dokuma işçisi kadınların Rusya’da Çarlık rejimine karşı ekmek ve barış talebi ile başlayan mücadelesinin yayılarak Büyük Ekim Devrimi’nin yolunu açtığını, böylelikle 1921 yılında Moskova’da yapılan III. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda (ki bu da III. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı’dır), 8 Mart 1857 yılında hayatını kaybeden New York’lu dokuma işçilerinin ve Petrograd’lı kadın grevcilerin anısına 8 Mart’ın, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması kararı alındığı da çok fazla yazılıp çizildi.

Zaten reddedilemez, aksi üretilmez; yaşanmış bir tarihtir 8 Mart.

Ancak bu kadar kolay değildir bu tarihin bugünlere gelmesi.

Sosyalist Kadınlar Konferansı çetrefilli tartışmalara sahne olmuştur. Örneğin Clara Zetkin’in de aralarında olduğu Rus, Fin ve Alman delegeleri tarafından savunulan “kadın işçilerin oy hakkı mücadelesinin sınıf mücadelesinden ayrı bir dava olarak ele alınamayacağı ve bu alanda verilecek her türlü tavizle, herhangi bir ilkesel sapmanın, tüm işçi sınıfı davasına zarar verecek bir taviz olduğunu” önergesi ve bunun üzerinden başlayan bir tartışma vardır 8 Mart’ın karar aşamasında. Bu tartışma yapılmalıydı çünkü kadını sadece kadın olduğu için savunmak, ama yaşamak için en temel özgürlüklerini bir kenara iten akıl dışı bir tablonun oluşması, kadının hapsolmasından başka bir anlam ifade etmeyecekti.

Buradan hareketle ve bu tartışmalar yapılmışken bugüne bakarsak sorulması gereken ilk sorulardan biri de komünistlerin tarihi olan 8 Mart’ı gerici AKP iktidarının, bugün kadınları ucuz iş gücü, kayıt dışı oranı en yüksek nüfus haline getiren patronların inatla içini boşaltarak sahiplenme hevesi nasıl açıklanmalı?

Aslında cevabı çok basit.

Benzer bir durum bilindiği üzere 1 Mayıs tarihinde de yaşanıyor. İşçilerin çalışma şartlarının iyileştirilmesi için 1880’de başlayan mücadele 1 Mayıs 1886 yılında ABD’de 350 bin işçinin katılımı ile gerçekleşen greve dönüşmüş, ülkede üretim durmuş, işçilere saldırının ardından 4 işçi yaşamını yitirmişti.

Yine komünistlerin günü olan 1 Mayıs bugün AKP tarafından tatil ilan ediliyor, patronlar işçilere çiçek dağıtıyor, ancak sömürü derinleşerek devam ediyor.

İktidara geldiği günden bu yana sola ait kavramların içini boşaltmakta bir beis görmeyen AKP, ne kadar istese de tarihlerin içini boşaltamıyor.

8 Mart’larda patron sınıfının çektiği göstermelik videolarla, AKP’nin kadınların mezarını kazması ve bunu yine kadınlara alkışlatması bu tarihi değiştiremez.

Bütün bu histerik hareketlerin cevabı çok basit demiştik ve o cevap yine tarihte aranmalı. Siz hiç kadının üretim sürecine girdiği, erkekle tüm haklarının eşit olduğu, çocuk bakmaktan ve ev işlerinden yükümlü olmadığı, gericilikle, piyasacılıkla yönetilen bir ülke gördünüz mü, duydunuz mu?

Ya da işçilerin (kadın ya da erkek), çalıştığı kadar ücret alabildikleri, insanca yaşayabilecek kadar çalışma saatlerinin planlandığı, çocuklarını okutma derdinin olmadığı, tüm sosyal haklarının olduğu, patronu olmayan bir kapitalist devlet gördünüz mü?

Göremezsiniz, duyamazsınız çünkü bunlar sermaye sınıfı için fıtrata ters hareketler!

İşte bu tarihleri o yüzden komünistler kendi defterine yazıyor.

Bugün gerici AKP ve sermaye sınıfı tarafından atılan bu adımlar aslında kendi tarihlerini reddettiklerinin de bir göstergesi olarak düşünülmelidir. Kendi tarihlerinde kadınları haremde tutsak etmek, kuluçka makinesi olarak görmekten ya da mülk sahibi kadınların haklarını korumaktan başka bir şey yoktur. Dün de öyleydi bugün de böyle olmaya devam ediyor. 8 Mart’tı ısrarla “Dünya Kadınlar Günü” haline dönüştürme çabası da bu yüzdendir.

Başa dönersek; Kongre’de Zetkin’i yalnız bırakmayan ve 8 Mart’ın kararını aldırtmak için elinden gelen tüm çabayı harcayan Rus delegesi, devrimci Aleksandra Kollantay, Kongre’de yaşanan tartışmalarla ilgili şu ifadeleri kullanacaktır: “Kendi değerlendirmelerine göre, burjuva kadınlar, ‘tüm kadınlar’ için cömertçe haklar talep ederken, işçi kadınlar yalnızca kendi sınıf çıkarları için dövüşmektedirler. Aslında, pratikte durum bunun tam tersidir: Kadın işçiler tüm diğer sınıflardan kadınların oy hakkının yolunu da açmaktadırlar.”

Tam da konunun özü buradadır. Kadınlar verdikleri sınıf mücadelesi ile tüm insanlığa umut olabilecektir. Mesele bu kadar basittir, yapılması gereken ise 8 Mart’ın bizim olduğunu bilerek, tarihimizle yüzleşerek hakkını teslim etmektir.