Erdoğan'ın danışmanı: Cemal Kaşıkçı'nın vahşi bir biçimde öldürülmesine mani olamadık

Erdoğan'ın danışmanı ve Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay, Suudi Arabistan konsolosluğuna girdikten sonra bir daha haber alınamayan gazeteci Cemal Kaşıkçı hakkında “Vahşi bir biçimde öldürülmesine mani olamadık” dedi.

Erdoğan'ın danışmanı: Cemal Kaşıkçı'nın vahşi bir biçimde öldürülmesine mani olamadık

Erdoğan’ın danışmanı ve Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay, Suudi Arabistan konsolosluğuna girdikten sonra bir daha haber alınamayan gazeteci Cemal Kaşıkçı hakkında “Vahşi bir biçimde öldürülmesine mani olamadık” dedi.

Aktay’ın “Sorulursa Cemal Kaşıkçı’nın günahı neydi?” başlıklı yazısının bir kısmı şöyle:

Cemal Kaşıkçı’nın başına gelmiş görünen şeylerin sadece şahsına yönelik bir eylem olmadığını aynı zamanda Türkiye’ye yönelik de bir operasyon olduğunu söylemiştik. Sadece iki gün içinde ortaya çıkan yeni gerçek, bu saldırıyı bütün özgür dünyanın, onurlu dünyanın üstüne almış olduğudur.

Bu vahim ve vahşi eylem bütün dünyada beklenebileceği gibi büyük bir infiale yol açmış bulunuyor. Bu mızrak hangi çuvala sığacak diye sormuştuk, ilk anda apar topar telâşla üzerine örtülen yamalı çuvallar hiçbir şeyi örtemediği gibi her şeyi daha ayan beyan ortaya koymaktan başka bir işe yaramadığı gibi ismi ve başına gelenler dünyada büyük bir değişim talebinin sembolü haline gelecek gibi görünüyor.

Kaşıkçı, konsolosluğa girerken nişanlısı Hatice Hanım’a uzun süre çıkmazsa bana ve Turan Kışlakçı’ya haber vermesini tembihlemişti. Ne yazık ki şu ana kadar ortaya çıkan verilere göre bize haber iletildiğinde iş işten geçmiş bile. Onu koruma, onun için sağken bir şeyler yapma imkanımız hiç olmamış. Doğrusu bu bize yüklediği emanetin ağırlığını daha da artırıyor. Fikirleri ve duruşunu büyük bir takdirle ve onaylayarak takip etmekte olduğum Kaşıkçı’nın kaçırılmasına veya (halen bir iyimserliği korumaya çalışıyorsak da) vahşi bir biçimde öldürülmesine mani olamadık. Onun birçok açıdan bizi içine soktuğu mahcubiyet tarif edilmez boyutlarda. Ancak onun bıraktığı emanet sadece kendi hayatı değil, kendisinin de hayatından daha fazla önemsediği mücadelesi:

İslâm dünyasında insan haklarının güçlendirilmesi, demokrasinin gelişmesi, ifade özgürlüğünün ve bütün özgürlüklerin temin edilmesi, insanlık onuruna hak ettiği önemin verilmesi, yolsuzluğun bitirilmesi ve devlet yönetiminde şeffaflığın sağlanması…

Bütün bu değerleri merkeze alarak yaptığı konuşmaların birilerine rahatsızlık vermesi aslında kaçınılmaz bir şey. Biz, esasen bu rahatsızlığı her zaman verdik, vermeye de devam edeceğiz. Kendisi bu konularda Türkiye’nin kat ettiği mesafeyi büyük bir takdirle ve sevinçle izliyor ama bu konularda da Türkiye’deki eksiklikleri gerektiğinde eleştirmekten geri durmuyordu. Ama eleştirileri hiç rahatsızlık vermiyordu. Çünkü samimiydi, art niyetli değil yapıcıydı, hasmâne değil dostâneydi. Aslında kendi ülkesinin yöneticilerine yönelik eleştirileri de öyleydi ama onlar rahatsız oluyorlardı. Samimiyet eksikliği, art niyetlilik ve hasımlık bu kez Kaşıkçı’nın kendisinde değil eleştirdiklerindeydi.

Kaşıkçı’nın en çok rahatsızlık yaratan eleştirileri, belli ki, kendi ülkesinde son zamanlarda aydınlara, âlimlere ve gazetecilere yönelik keyfi tutuklamalara yönelik olanlarıydı. Kendisi de ülkesinde kalsa tutuklanacağını bildiği için özgürlüğünün bedelini bu haksız ve keyfi biçimde tutuklananların durumunu anlatarak bir nebze ödemeye çalıştığını söylüyordu.

…..

Bütün bunların neticesinde sorulursa ki “Cemal Kaşıkçı’nın günahı neydi” diye, söyleyelim: Günahı güvenmekti.

Başta kendi ülkesinin insanlarının kendisine bu işi yapamayacaklarına güvendi.

Gelişmesine çok büyük emek sarf ettiği Suudi Arabistan ve Türkiye ilişkilerinin düzeyine güvendi.

Bu ilişkileri bozmayı Suudi Arabistan tarafının göze alamayacağına güvendi.

Her yerde böyle bir şey olsa bile Türkiye’de böyle bir şeyin yapılamayacağı inancına güvendi.

Daha önemlisi kendi ülkesinin topraklarına korumasız bir misafir olarak girdiğinde kendisine bir zarar verilmeyeceğine güvendi.

Çünkü kendi ülkesinin geleneklerine güvendi. Kendi ülkesinin insanlarının o kadar da yozlaşmamış, kendi örflerine, geleneklerine bu kadar da uzaklaşarak tefessüh etmemiş olabileceklerine güvendi.