Serbest Kürsü | Bu düzen dikiş tutmaz, yama taşımaz

Serbest Kürsü | Bu düzen dikiş tutmaz, yama taşımaz

Serbest Kürsü | Bu düzen dikiş tutmaz, yama taşımaz

GÜLİN KARA

Düşünce sahibi olma ve düşünce üretme özgürlüğüne sahipsiniz. Ancak, onlar gibi düşünürseniz!

Miletli Thales, milattan önce bir Güneş tutulmasını önceden tahmin edebilmiş, bu olay insanın aklıyla açıklayabildiği ilk doğa olayı olarak kabul edilmiştir. İnsan aklına güvenmiş, çeşitli din ve mitolojilerin etkisinden sıyrılmayı başarmıştır. Artık felsefe yaşam ile iç içedir. Yaşayan insan sorular sorar, araştırır ve düşünür. Gerçeğin, doğrunun, güzelin, iyinin peşine düşer. Sonrasında ise egemenlerin duvarlarına toslar.

Tıpkı 2400 yıl önce Atina’da Sokrates’in başına geldiği gibi… Sokrates Atina sokaklarında dolaşır ve halk ile konuşur, çok şey bildiğini düşünenlerin aslında hiçbir şey bilmediğini; hiçbir şey bilmediğini düşünenlerinse aslında çok şey bildiğini sorular yoluyla gösterir ve halkın düşünmesini, sorgulamasını sağlarmış. Ona göre sorgulanmamış bir varoluş koyunlar içindir, insanlar için değil!

Sokrates önce kendi sorgulamış, öğrenciler yetiştirmiş sonra da Atina halkının sorgulamasını, daha fazla düşünmesini sağlamıştır. Düşündükçe gerçeklerle yüzleşen halkın ise Sokrates’i sevdiğini söylemek güçtür. Karanlığa alışan gözler ışığı ilk defa gördüğünde elbette ki aydınlıktan korkacaktır.

Pek çok Atinalı onun tehlikeli olduğunu ve hükümete zarar verdiğini düşünür ve sonunda Sokrates 70 yaşındayken mahkeme karşısına çıkar. İdam ile yargılanır, eğer sözlerini geri alır ve köşesine çekilirse egemenler onu affedecek, canını bağışlayacaktır. Sokrates bu anlaşmayı kabul etmez, düşüncelerinin arkasında durup tutarlı bir davranış sergileyerek ölmeyi tercih eder. Suçu tanrılara ve hükümete karşı gelmektir. Halk, onun otoriteye karşı gelerek gençleri yoldan çıkardığını söyler. Yani gençlerin sorgulamasını sağlamak tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibi İlk Çağ Atina’sında da tehlikeli görülüyor.

M.Ö. 399 yılından M.S. 2018 yılına gelene kadar pek çok şey değişti. Ancak değişmeyen bazı şeyler olmalı ki egemenler hala gençliğin aydınlık beyinlerinden korkuyorlar. Nedir bu değişmeyen şey? Elbette ki sınıflı toplumların varlığı. Toplumsal sınıfların adı üretim şekillerine ve sosyal koşullara göre zamanla değişse de değişmeyen şey onların niteliğidir. Yani çıkarları uzlaşmayan iki sınıfın varlığı. Yani ezen ve ezilen sınıflar. Yani köleci toplumda efendi ve köle, feodal toplumda derebeyi ve serf, kapitalizmde ise burjuvazi ve proletarya.

Üretim ilişkilerini şekillendiren efendiler; buradan aldıkları güçle toplumsal ilişkileri de devlet yardımıyla şekillendiriyor ve güçlerine güç katıyorlar. Tıpkı kendinden önceki sınıflı toplumlar gibi kapitalist toplum modelinde de durum böyledir. Bugünün efendileri de üreten sınıfı yoksulluğa ittikçe zenginleşiyor, gemiciklerin sahibi oluyor, Man Adası’ndaki şirkete milyon dolarlar gönderiyor, milyonluk yolsuzluklara imza atıyorlar. Ancak istiyorlar ki emekçi çocukları bunları sormasın. Emekçi halk yığınları, kurtuluş sorularının cevaplarını aramasın, yalnızca efendilerin cevaplarıyla yetinsin, onların bir dediğini iki etmesin, gelene ağam gidene paşam desin.

Bugün okullarımızda bizlere dayatılan niteliksiz, bilimsellikten uzak ve gerici ögelerle kuşatılmış, piyasacı, rekabetçi eğitim sistemi tarafından genç beyinlerimiz esir alınmak isteniyor. Gençlik gelecek kaygısıyla terbiye edilmeye, umutsuzlukla saf dışı bırakılmaya çalışılıyor. Onlar istiyor ki gençlik bir gün olsun başını kaldırıp da ‘’ Memlekette ne oluyor?’’ diye sormasın. Hatta soru sormasın şartsız itaat etsin. Yok öyle yağma!

Okumayan, sorgulamayan, araştırmayan bir nesil onların en büyük hayali. Biat eden, gerici, kindar, dindar, ilerici birikimlere sırtını dönmüş bir nesil… Dünya’nın düz olduğunu kanıtlama çabaları, organik hoşafı bilim projesi saymaları insanlığın tüm ilerici birikimlerine düşman olduklarının en büyük göstergesidir. İnsanlığa düşman bu anlayışın bilim ve bilimlerin anası olan ‘’ felsefeyle ‘’ ise dost olmasını beklemiyoruz.

Felsefenin ilk basamağı olan soru sormak, sorgulamak insanlığı bilgiye ulaştıran yolun başlangıcıdır. Sorgulayan insan sömürü zincirlerini fark eder ve bu zincirleri parçalamak için harekete geçer. Daha fazla sorgular, okur ve öğrenir. Bilginin olduğu yerden aydınlık etrafa saçılır, çünkü bilgi aydınlıktır. Ancak efendiler aydınlıktan korkarlar. Gücü ellerinde bulundurup emekçi yığınları birer gün daha fazla sömürebilmek için aydınlığı karanlıkla boğmaya çalışırlar. Bunu yaparken de elbette gençlikten başlarlar. Çünkü gelecek güzel yarınların mimarı gençlik olacaktır, umut gençliğe bağlıdır. Karanlığın zehriyle zaman kaybetmeden gençliği boğmak isterler.

Ancak onların – düşünmek gibi bir adetleri olmadığından olsa gerek- hesaba katmadıkları bazı şeyler var. Yüzyıllardır süregelen insanlık tarihinde eski ve çürümüş olan hiçbir şey yeni ve güzel olanın karşısında dayanamamış, mutlaka yıkılmıştır. Yani; saltanat sevdalıları, ülkemizi yağmalayanlar, kardeşlerimizi öldürenler, emekçi halkımızı açlığa mahkum edenler, işçilerin kendini yakmasına, gençlerin intihar etmesine sebep olanlar mutlaka yenilecek; ‘’ Sosyalizm Kazanacak!‘’.

Tekrar edelim ki: Sürekli gelişmekte ve ilerlemekte olan insanlık, ayaklarından zincirlenerek Orta Çağ karanlığına hapsedilemez. Aydınlanma Çağı’nda çoktan felsefe yardımıyla tartışılarak aşılmış meselelerden, gelişmelerden bihaber olanların düzeni bugün çağın gerisinde kalmış ve büyük insanlığın gereksinimlerini karşılayamaz durumdadır. Bu düzen dikiş tutmaz, yama taşımaz, Sosyalizmden aşağısı kurtarmaz.

Nazım Hikmet;

‘’ sana düşman, bana düşman,

düşünen insana düşman,

vatan ki bu insanların evidir,

sevgilim, onlar vatana düşman… ‘’ diyor ve bir başka şiirinde kurtuluşu gösteriyor;

‘’ yürümek;
yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
karanlığın gözüne bakarak yürümek…
yürümek;
dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek… ‘’