Behice Boran ile edebiyata kısa bir bakış

Birçok okurun James Joyce'un 'Ulysses'ini gerçekten zevkle "okuduğuna inanmak zordur. Behice Boran o yıllarda henüz Türkçeye çevrilmemiş Joyce'a ve anlatım tekniği “bilinç akışı”na derinlemesine bir neşter atar

Behice Boran ile edebiyata kısa bir bakış

Cengiz Kılçer

Birçok okurun James Joyce’un  ‘Ulysses’ini gerçekten zevkle “okuduğuna inanmak zordur. Behice Boran o yıllarda henüz Türkçeye çevrilmemiş Joyce’a ve anlatım tekniği “bilinç akışı”na derinlemesine bir neşter atar

“Adımlar” (1943) dergisinin yedinci sayısında Doç. Dr. Behice Boran’ın yazdığı  “İngiliz Romanının Sosyal Cephesi” adlı makale dünya ve Türk edebiyatını anlamak açısından benzersizdir. Boran’a göre İngiltere’de roman, yazınsal bir tür olarak 18. yüzyılda ortaya çıkar. Bu yüzyıl, 14.  yüzyıldan beri ticaret, yeni keşfedilen ülkelerden gelen servet, feodal sisteminin çöküşü gibi sebeplerle gelişen kapitalist toplumun da güç kazandığı bir dönemdir. 17. yüzyılda sahte kahramanlık maceralarını öyküleyen uzun kitaplar ve sonra düşseli gerçekmiş gibi gösteren “Robinson Crusoe” (18. yüzyılın başında yine bu maceralı olaylar ve politik, toplumsal eleştirilerle dolu bir eser) “Gulliver’in Seyahatlerini başa yazar Boran. Roman bağımsız bir yazınsal tür olarak 18. yüzyılın ortalarında kendini gösterir. O dönemde bağımsız bir varlık olarak kendini gösteren romanın olaydan ziyade bir veya bir kaç kişinin tanıtılması önemlidir. Yazarın karakter portresini dikkatli ve okurda heyecan, merak uyandıracak şekilde anlattığı kişi artık o devir orta ya da yoksul sınıfından seçilmiş bir kimsedir. Buna örnek olarak Pamela ile erkek kardeşi sanılan Joseph Andrews birer hizmetçidirler, Tom Jones bütün roman boyunca soyu sopu bilinmeyen bir evlâtlıktır, Clarissa Harlowe de aristokrat değildir. Çevreleri ve yaşamı o devir alt ve yüksek orta sınıfının çevresi ve hayatıdır. Eski romantik öykülerde önemsenmeyen günlük hayatın detayları, sokak kavgaları, halkın gelip geçtiği kır yolları, hanlar, tecim evleri, yazıhaneler, evlerin kıyı bucağındaki hizmetçilerin hayatı, burada da gerçekliğe sadık kalınarak anlatılır. Behice Boran, İngiliz romanın türlü kollara ayrılarak geliştiğine işaret eder ve bunları başlıca nitelikleriyle gruplandırır: 1) Önce, orta sınıfın ve burjuvalaşmış küçük toprak sahibi eşrafın, kadın, aşk, evlenme ve aile kurma alanlarındaki değer ve ilişkilerini işleyen ve sınırlı birkaç kadın ve erkeği hadiseye kahraman yapan romanlardır. Bu grupta “Uğuldayan Tepeler”, “Jane Eyre” gibi romantik ve bazen da mistikleşen aşk temleri etrafında yazılmış romanlar, bir yandan da bu yukarıdaki konuları realist bir görüş ve müsamahalı bir alayla anlatan Jane Austen’in romanları. 2) Sonra, bu yüzyılın ortalarına doğru romancı artık devrin feminizm, Siyonizm, terbiye ve din meselelerini ele alıp bunlarla ilgili tezleri ileri süren romanlar. Bunların başında George Eliot ile George Meredith gelir. 3) Bazı romancılar da orta sınıfın ve aristokrasinin hayatındaki aşırılıkları, yapmacıkları ve sahte tarafları deşen ve gülünç gösteren hiciv romanları yazarlar roman sanatı, kendini doğuran toplumu eleştirir. Bu romancıların başında “Thacheray gelir.  4) Endüstri devrimiyle burjuvazi zıt kutbu olarak işçi sınıfı gücünün hissettirmeye başlar; burjuvaziyi tedirgin hale getirir. Grevler, sokak çarpışmaları, çalışma koşullarının düzeltilmesi için uyarılar ve baskılar bunların politik alandaki yansımaları  -parlamento mücadeleleri, Chartist hareketleri vs. burjuvazi sınıfını işçilerin yaşam ve çalışma koşullarıyla ilgilenmek zorunda bırakır. Toplumun bu durumu, “Sosyal roman” denilen roman türünü doğurur.  5) Bu belli başlı roman kanonlarının gelişmesi başka romanın gelişmesi bakımından önemiz tali bir roman kolu da gerçeklikten kaçışı ifade eden romantik tarihsel romandır. Bu türün ustası olarak Sir Walter Scott’u görülür. Bunlar, zamanlarından ve toplumlardan uzaklaşmaya çalışarak ortaçağın parlak kahramanlık temellerini ele alırlar. Boran’ın makalesindeki en çarpıcı ve öğretici bölüm kapitalist gelişimin evrelerine koşut olarak İngiliz romanın evrimini açıklar. Kapitalizm artık gittikçe daralan bir ekonomik sistem haline gelmiştir. İktisadi fırsatların daralmış, kapitalist toplumlar arasındaki çatışmalar, savaşlar güçleniyor ve sınıfsal mücadeleler keskinleştiriyordur. Toplumsal kriz halini alan bu kargaşanın ortasında gelenekler, değerler, inançlar, ahlak kuralları vs. kökünden sarsılıyor, yıkılıyordur. Bu çöküş aynı zamanda eski kıymetleri ret, inkâr ve onlara isyan şeklinde de tecelli eder. O. Wilde ile başlayarak D. H. Lawrence’ta kuvvetlenen roman tarzında olduğu gibi; fakat bu ikisi bir başka ve daha önemli olan cepheleriyle de toplumsal çöküşü ifade ederler; birbirinden ayrı yollardan giderek her ikisi de toplum meselelerinden kaçışın birer tezahürü olurlar.

Birçok okurun James Joyce’un  ‘Ulysses’ini gerçekten zevkle “okuduğuna inanmak zordur. Ama Behice Boran o yıllarda henüz Türkçeye çevrilmemiş Joyce’a ve anlatım tekniği “bilinç akışı”na derinlemesine bir neşter atar. Buna göre psikolojiden gelen etki, bir başka bakımdan da, “Bilincin akışı”nı işleyen romanların ortaya çıkmasında kendini göstermiştir. Bu tür romanda birkaç şahsın, kısa bir zamanda (Joyce’nin “Ulysses”inde olduğu gibi esas itibariyle bir tek kişinin 24 saatte) kafasından geçenler anlatılır. Bu roman türü sadece psikolojiden gelen bir etkinin sonucu sayılmaz. Ondan çok daha hayati olan toplumsal şartların sonucudur. Hem zaten romanın bir yazınsal tür olarak ayırt edici niteliği, içinde doğduğu toplum gibi bireyci oluşudur. Bireyin ruhsal hayatının betimlemesi, karakterin çizilmesi, edebiyat türleri içinde bilhassa romanda yapılır. “Bilincin akışı” romanda bu, bireyin ruhsal hayatıyla meşguliyet son sınırına götürülmüş, yazar bireyin içinde bulunduğu daha geniş toplum çerçevesini bir tarafa bırakarak sadece ele aldığı birey veya bireylerin iç hayatlarının karmakarışık dehlizlerinde yoluna kaybedip kalmıştır. Artık yazar ve eseri toplumla ilgisiz, içe kapalıdır. Okur için roman, anlaşılmaz veya anlaşılması çok güç, tutarsız olaylarla dolu bir rüyanın hikâyesi halini alır. Kısacası bu tür roman, toplumun gerçekliğinden kaçışın en açık görünümüdür. Gerçeklikten kaçmanın bir başka şekli de zaten birbirine bağlı olan, geriye gidiş ve mistisizme sapmaktır.

Behice Boran siyaset alanında olduğu yazınsal alanda da bir kılavuz olmaya devam ediyor. Ne garip ve ne güzel değil mi?