Başkanlık, Meclis ve sol

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yürürlükte. Mücadelenin bu ayağında kafa karışıklıkları ve yanlış yerlere bağlanan umutlarla Türkiye’deki bir direnç ve mücadele başarılı olamadı...

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yürürlükte. Mücadelenin bu ayağında kafa karışıklıkları ve yanlış yerlere bağlanan umutlarla Türkiye’deki bir direnç ve mücadele başarılı olamadı.

Hükümetin Meclis’ten güvenoyu almasının kaldırıldığını dahi unutarak seçim günü bile koalisyon hesapları kurabilen bir kafa karışıklığı ile düzen partilerinin sermaye sınıfının farklı kesimlerini temsil ettiğini kah unutarak kah gizleyerek gittiler, gidiyorlar diye insanları düzen partilerinin peşine takan bir yanlışlar zincirinin gerçek bir özeleştiri vermesi gerekiyor.

Türkiye gibi nüfus, yüzölçümü ve en önemlisi ekonomik bakımdan büyük bir ülkede idari yapı köklü bir şekilde değiştirildi. Bu yapılırken liberalizmin yasamayı hızlandıran ve halkın katılımından artan şekilde uzaklaştıran eğilimlerine mümkün olan en uç noktadan yanıtlanmış oldu. Dolayısıyla artık Meclis’in rolünün iyice azaldığı ve en azından kısa vadede yürütmenin her işi tek elden çözmeye çalışacağı bir dönem açıldı.

Bu köklü değişimin gerçekleştirildiği 2010-2018 yılları arasındaki sürecin tüm gerilimlere rağmen bir kopuş yaşanmadan gerçekleştirilmiş olmasının da altı çizilmelidir. Esasında bir darbe veya “devrim” olmadıkça bundan daha farklı bir sürecin yaşanmasının beklenmesi de mümkün değildi.

AKP’nin ve sermaye devletinin yönetemediği gibi tespitler yapmadan önce bir süre daha böyle devam edeceği belli olan bu durumun da bir yönetim biçimi olduğunu görmek gerekiyor. Sermaye sınıfının ve emperyalizmin acil ihtiyaçları karşılanıncaya kadar meşruiyet arayışı en alt düzeyde kalan ama sonuç itibariyle işe yaradığı da görülen bu yöntemle yönetilmeye devam edilecek.

Dolayısıyla bugün gelinen noktada Meclis’in artık geriye kalan asıl işlevinin yasamadan ziyade sınırlı meşruiyete dayanan bu rejime meşruiyet sağlanması olacağı görülmeli.

Bu nedenle yanlış tespit ve tezler üzerinden düzen güçlerine dayanarak kendisini Meclis’e atanlar bugün bir mücadele yürütme imkanına sahip olmaktan çok bir tür tiyatro halini alacak Meclis çalışmalarının parçası olmaktan da öteye geçemeyecek.

Oysa bugün sosyalistlerin önünde rejim değişikliğine gösterilen direncin işçi sınıfı içerisinde yerleşiklik kazanması ve yaygınlaşmasını sağlamak gibi önemli bir görev var. Bugün gelinen noktada büyük erozyona uğrayan halkın yönetime katılması ilkesinin yeniden toplumsal bir talep haline getirilmesi gerekiyor. Bu açıdan bakınca da bugün Meclis’te yer almanın toplumsal mücadeleye katacağı bir şey olmadığı da öngörülebilir.

Bu tablo Türkiye’de işçi sınıfının siyasete soldan bir ağırlık koymasına kadar köklü bir değişiklik yaşamayacaktır. İleride sermaye sınıfının “günahlarından arınmak” için karşımıza koyacağı seçeneklere kanmamak için sağlam kazık hala işçi sınıfı siyaseti olmalıdır.