Asgari ücret tartışması: Yok mu arttıran!

Hedef kutsal ailedir. Gerici tahakkümü ve böylece sömürüyü sürdürebilecek temel yapı ailedir ve desteklenmelidir!

2019 yılı için belirlenecek asgari ücret görüşmeleri sürüyor. Sermayenin karşısında görüşmelerde yer alan TÜRK İŞ pazarlığı 2000 TL net ile açacağını beyan ederken, sermaye temsilcisi TİSK 1857 TL rakamını telaffuz etmişti. TÜRK İŞ’in seceresi malum… Daha ileri bir şey beklemiyoruz zaten kendilerinden.

Gelelim meclis muhalefetine… CHP açılışı 2200 TL ile yaparken, HDP 2850 rakamını ilan etti. Sol saiklerle oy verilen bu iki partinin asgari ücret önerileri bu rakamlar…

İşçi sınıfının mücadele örgütü olarak 1970’lerden beri TÜRK İŞ’ten farklı bir yerde olan DİSK ise daha ileri gidemedi. Önerdiği asgari ücret 2800 TL (!)

“Yok mu arttıran?” diye sorası geliyor insanın.

Yandaş sendikalara zaten değinmiyoruz.

Emekçilere dönük saldırılar boyutlanarak kartopu gibi büyürken ve şiddetlenirken manzara bu.

Döviz kurlarına, faiz oranlarına ve bunlardan yola çıkarak enflasyon oranlarına endekslenen bir yaklaşımın ötesine gidemiyor öneriler.

Türkiye solunun çoğu bölmesinin de bunun dışında herhangi bir çıkış önerisi sarayla hesaplaşmanın ötesine geçemiyor.

AKP’yle birlikte kurulan yeni rejim, Türkiye kapitalizminin gerçeğinden başka bir şey değilken salt saray karşıtlığına indirgenmiş, kapitalizmi telaffuz etmekten dahi imtina eden bir muhalefet emekçileri kurtarır mı?

Kamu hizmetlerinin neredeyse tamamen piyasaya devredildiği, kalanların da hızla aynı kaderi paylaşacağı bir sürecin, saldırının önemli bir boyutu olduğu gözden kaçırılmamalı.

Çocuk ve yaşlı bakımının artık tamamen piyasaya devredildiği, ücretsiz bakım hizmetinin alınamadığı, sosyal yardım adı altında sadakadan başka hiçbir anlama gelmeyen bir kültürün yaygınlaştığı koşulların emekçiler, özellikle de emekçi kadınlar için ne anlama geldiği bu asgari ücret tartışma ve önerilerinde ne kadar yer tutmuştur acaba?

Mesela piyasaya terk edilen eğitim, asgari ücret tartışma platformlarında telaffuz edilmiş midir?

Peki, sağlık hizmetinin ne hale geldiği, emekçilerin sağlık hizmeti alabilmek için karşı karşıya kaldığı piyasa cenderesi, kesintiler, kapanan devlet hastaneleri, sağlık tekellerine aktarılan paralar gündeme gelmiş midir?

Elektrik, doğalgaz, su faturalarında hanelere düşen vergi miktarları ile sermayeye bu kalemlerde tanınan vergi indirimleri ile ilgili bir tartışma yürütülmüş müdür?

Emekçi kitleleri yoksullaştıran ve düşkünleştiren, bunu da sürekli hale getiren bir düzene iktidarın bütçesi sınırları içerisinde asgari ücret önerirken mücadeleden söz etmek mümkün mü?

Kapitalizmin 1970’lerin sonundan itibaren yaşadığı krizlere karşı çareyi yine emekçi kitlelere dönük, bu kez daha büyük, kalıcı ve bütünlüklü bir saldırı ile sonuçlandırdığını hatırlayalım. Bugün yaşanan ve kriz olarak kodlanan süreç işte tam da bu dönüşümün ete kemiğe büründüğü durumdur ve kapitalizme içkindir.

Bu süreç bir yandan istihdam alanında dönüşümleri, yani güvencesiz, esnek istihdam gibi modelleri yerleştirirken, diğer yandan reel ücretlerde ciddi düşüşleri getirmiş, sosyal güvenlik sistemi ile insan hakkı olan kamu hizmetlerini neredeyse ortadan kaldırmış, esas olarak yoksullaşmayı sabitleyerek sosyal yardımlarla sürekliliğini sağlayan bir mekanizma inşa etmiştir.

Emeğe dönük saldırılarla birlikte ortaya çıkan, çalışan ve işsiz geniş kesimleri kapsayan yoksullaşma,  asgari ücrete ve işsizliğe mahkum edilen emekçi kitlelerin düşkünleştirilmesini beraberinde getirmiştir.

Milyonlarca yoksul emekçi yaşamını sürdürebilmek için sosyal yardımların sürekliliğine bağımlı kılınmıştır. Sermaye iktidarı açısından sorun yoksulluğun giderilmesi değil, sürekliliğinin sağlanmasıdır. Dünya Bankası gibi kuruluşlara  “nakit para transferi” ve “sosyal yardımların kalıcılaştırılması” için yol veren iktidar, “yoksulluğun yeniden yapılandırılması” gibi programlarla kalıcı hale getirdiği yoksulluğu yönetmeye başlamıştır. Burada en önemli araç ise Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığıdır.

Bu işleyişe göre istihdam tamamen güvencesiz ve insanlık dışı hale getirilirken, emekçiler sermaye iktidarı ile birlikte sivil toplum kuruluşu adı altındaki dinci gerici örgütlenmelere bağımlı kılınır. Sosyal yardımlar ve sosyal hizmetlerle sadakaya razı, kaderci, tevekkülü yaşam biçimi olarak benimseyecek milyonlarca yoksul emekçi, dini hayırseverliğe minnet duyarken bunu tek gerçek olarak kabullenir. Böylece gericiliğin hegemonyası, düzene itirazın önüne geçmiş olur.

Bu mekanizmanın işleyebilmesi ise elbette aile, ailede ise kadın üzerinden mümkündür. Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın kuruluşuna ilişkin yasanın ikinci maddesi işlevini açıkça ortaya koymaktadır: “Sosyal ve kültürel dokudaki aşınmalara karşı aile yapısının ve değerlerinin korunarak gelecek nesillere sağlıklı biçimde aktarılmasını sağlamak üzere; ulusal politika ve stratejilerin belirlenmesini koordine etmek; aile bütünlüğünün korunması ve aile refahının arttırılmasına yönelik sosyal hizmet ve yardım faaliyetlerini yürütmek”…

Hedef kutsal ailedir. Gerici tahakkümü ve böylece sömürüyü sürdürebilecek temel yapı ailedir ve desteklenmelidir!

Aynı kuruluş yasasındaki amaçlar arasında, tek elde toplanan sosyal yardımların esas olarak kadın, çocuk, yaşlı, engelli gibi gruplara yönelik hizmetleri kapsaması şaşırtıcı değildir. Böylece gerici ideolojik hegemonyayla kuşatılmış olan kadın, yoksulluğun her boyutuyla taşıyıcısıdır.

Bu düzende yoksullaştırma, muhtaçlaştırma ve düşkünleştirme kalıcı kılınmalı ve yönetilmelidir. Burada sosyal güvenliğe, iş güvencesine, eğitime, sağlığa, insanca gelire, kamu hizmetlerine yer yoktur.

Meclis muhalefetinin “sosyal politikaları” ise bu çerçevenin dışında değildir: Sosyal yardımlar, sosyal politikaların temelini oluşturur hepsinde. Yani, yoksulluk kalıcıdır ve yönetilmelidir!

Kasım ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı 1943, yoksulluk sınırı 6328 TL olarak hesaplanırken, aylık 1603 TL olan net asgari ücretin, dört kişilik bir ailenin aylık harcamasına ancak bir hafta yettiği açıklanırken ve emekçi kitlelere biçilen yoksulluğun ve düşkünlüğün sürekliliği ve yönetimi sermayenin vazgeçilmez politikası olarak karşımızda dururken önerilen asgari ücret miktarları sermayeyle mücadeleye mi işaret eder, yoksa asgari müşterekte buluşmaya mı?

Sermayenin aklıyla düşünenlere soralım: Yok mu arttıran!