Akademi tasfiyeleri ve işbirlikçiler

Her akademisyen, akademik yaşamı boyunca en az bir tasfiyeye tanıklık etmiştir. Yakınları kendisine şu soruyu muhakkak sormalıdır: “O sırada sen neredeydin? Ne yaptın?”. Tanık olmak çoğu zaman suç ortaklığıdır. Akademi tasfiyenin tanığı değil, müdahili olmalıydı.

Türkiye üniversite tarih tasfiyeler üzerinden yazılabilir. Gerçekten de neredeyse her on yılda bir akademide ciddi bir tasfiye olmuştur. Ancak en büyük bilim insanı kıyımı son iki yılda yaşandı. Şöyle söyleyeyim,  15 Temmuz sonrası 5000’e yakın bilim insanı üniversitelerden uzaklaştırılırken, o güne dek toplam sayı 500’ü bulmuyordu. Yani on katından daha fazla!

Tam da bu noktada akademisyenin tarih içerisindeki serüveni de belirlenmektedir: tasfiye olmak, olmamak veya tasfiyeye karşı aldığı tavır. Doğrusunu söylemek gerekirse akademinin bugüne dek iyi bir sınav verdiği söylenemez. Her tasfiyede akademinin içinden birileri işbirlikçi rolüne soyunmuştur.

Yılmaz Büyükerşen’in 12 Eylül ile ilgili şöyle bir anısı vardır: “YÖK ile yeni rektörler atandı. Bizi yine meclis binasında aynı generalin (Tuğamiral Işık Biren) başkanlığında topladılar. Neler yapılması gerektiğini sordular. Hatta MGK Genel Sekreteri olan kişi, “Sizden rica ediyorum. Hocalarımız birbirini ihbar etmesinler. Varsa, şikâyetleri Cumhuriyet Savcılıklarına yapsınlar. 1960’ın 147’ler olayı unutulmadı” dedi. Bunun üzerine aramızda bulunan Ankara Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Tarık Somer, “YÖK Pentagon gibi çalışmalı” demez mi? Hepimiz donduk kaldık” .1

Son tasfiyede de yine üniversitelerdeki ihbar mekanizmaları işletilmiştir. Rektörlüklerden imza karşılığı öğretim üyelerine iletilen bir yazı ile “şüphelendikleri arkadaşlarını ihbar etmeleri” istenmişti. BBC Türkçe’ye konuşan YÖK Basın Müşaviri Şener Aslan, 6 aydır süren akademisyen ihraçlarında inisiyatifin YÖK’de değil, üniversitelerde olduğunu açıklamıştı. Şener Aslan, ihraç listelerinin üniversitelerde hazırlandığını söyleyerek, ”İhraçlara yönelik tüm inisiyatif üniversitelerde. Kişileri üniversiteler belirliyor ve YÖK’ün bununla ilgili bir takibi yok” demişti.

Doğrudan tasfiye listelerini hazırlayanlar dışında, herhangi bir nedenle, kraldan çok kralcı tanımına uygun davrananlar da vardır. Örneğin, birçok fakültede, kendilerine bu yönde bir emir gelmemesine karşın, öğretim üyelerinin odaları aceleyle mühürlenip özel eşyalarını dahi almaları engellenmiştir. Bunlar da en az tasfiyeyi bizzat gerçekleştirenler kadar suçludur.

Üniversitelerin en üst karar organları üniversite yönetim kurulları ve senatolarıdır ve fakülte dekanları da bu kurulların doğal üyesidir. Demek istediğim her dekan ihraçları bu kurullara taşımalıydı. Bildiğim kadarıyla hiç yapan olmadı ve bunlar da bence tasfiyenin bir parçası olmuşlardır.

Her akademisyen, akademik yaşamı boyunca en az bir tasfiyeye tanıklık etmiştir. Yakınları kendisine şu soruyu muhakkak sormalıdır: “O sırada sen neredeydin? Ne yaptın?”. Tanık olmak çoğu zaman suç ortaklığıdır. Akademi tasfiyenin tanığı değil, müdahili olmalıydı.

Bu konudaki en olumlu gelişmenin ve en somut adımın Türk Tabipleri Birliği’nden geldiğini düşünüyorum. TTB yayınladığı, “Hukuka Uygun Sınırlama Sebepleri Olmaksızın Hekimlerin Mesleklerini İcra Etmelerinin Meslektaşlarınca Engellenmesi Konusunda Etik Kurul Görüşü”2 ile sorumluların unutulmayacağı mesajını vermiş ve tasfiyede rolü olan hekim akademisyenler için soruşturma yolunu açmıştır. TTB açıklamasında şöyle demektedir:

“Bilimsel bilgi üretimi özgürlüğü, bilim özgürlüğü, ise aynı zamanda bir araştırma kurumunda çalışabilmeyi, araştırma için uygun koşullara sahip olmayı gerekli kılar. Düşünce ve ifade özgürlüğü ise bilim özgürlüğünün asgari düzeyde yaşama yansımasıdır. İnsan hakları içinde kabul edilen bilimsel özgürlük ve bilimsel bilginin üretilebileceği kurumlar olarak özerk üniversiteler Anayasal korumaya alınmıştır. ….Benzer şekilde Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastaneleri de bilimsel bilginin üretildiği, tıp ortamı için uzmanlık eğitimlerinin verildiği akademik işlevlere sahip kurumlardır….Son derece yıkıcı sonuçları olan bu uygulamalar [tasfiyeler] meslek örgütleri tarafından izlenmeli, belgelenmeli ve engellenmesi için mekanizmalar oluşturulmalı; uygulayıcılar açısından da etik ilkeler temelinde ihlaller ve sorumluluklar belirlenmelidir”.

Umarım tüm meslek örgütleri, sendikalar benzer yolu izler. Bu tarihi bir görevdir.

——————————————————————————————————————————————————————————————-

1Hatiboğlu  MT. Türkiye Üniversite Tarihi 1845 – 1997. Selvi, 1998

2http://www.ttb.org.tr/makale_goster.php?Guid=87c1397e-6a28-11e8-8f08-7c307bdbd6a0