6-7 Eylül olayları: Yine komünistlerin suçlanması

6-7 Eylül olaylarında komünistlerin parmağı olduğuna dair yürütülmüş olan kampanya ile1933 yılında Hitler iktidarının garanti altına alınması adına düzenlenen Reischtag Yangını’nın failleri olarak komünistlerin hedef tahtasına yerleştirilmeleri aynı anlayışın ürünüdür.

6-7 Eylül olayları: Yine komünistlerin suçlanması

Cengiz Kılçer

“1933 yılında Alman burjuvazisi, güçlenen komünist harekete karşı bir çıkış yolu arıyordu. Almanya  Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un Hitler’i başbakan olarak ataması ve seçim kararı almasından sonra Alman Parlamentosu ‘Reischtag’ kundaklanır. Yangından sonra Cumhurbaşkanı von Hindenburg, “Reichstag Yangını Kararnamesi”ni yayınlayarak temel hak ve özgürlükleri askıya alır. Yangını bahane ederek “komünist tehdide karşı” en sert önlemlerin alınması gerektiğinin propagandasını yapanAlman Nazi Partisi, 5 Mart 1933’te yapılan seçimlerde % 44 oy alır.”

6-7 Eylül olaylarında komünistlerin parmağı olduğuna dair yürütülmüş olan kampanya ile 1933 yılında Hitler iktidarının garanti altına alınması adına düzenlenen Reischtag Yangını’nın failleri olarak komünistlerin hedef tahtasına yerleştirilmeleri aynı anlayışın ürünüdür.

1955 yılında, 2. Dünya Savaşı sonrası, Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin etkisi ile Demokrat Parti (DP) Hükümeti gittikçe zorlaşan bir ekonomik durumla karşı karşıyadır. Yüksek enflasyon nedeniyle hayat standardı düşen kesimlerin güvenini kaybetmekte, muhalefeti susturmak üzere uyguladığı baskı basının, aydınların ve öğrencilerin DP’den soğumasına yol açmaktadır. Alman Dışişleri’nin bir raporuna göre, henüz 6-7 Eylül olaylarından on beş gün önce, İstanbul, Ankara ve İzmir’de 7 Eylül’de sıkıyönetim ilan edilmesine karar verilmiştir. 1956 yılında muhalefete karşı uygulanacak olan Basın ve Toplantı Yasası’na getirilen kısıtlamalar da büyük ölçüde 6-7 Eylül olaylarıyla gerekçelendirilmiştir.

1955’te ülke gündeminin bir diğer önemli maddesi Kıbrıs sorunudur. Yunanistan’ın, 1954’te Kıbrıs’ın ‘kendi kaderini tayin hakkı’nın tanınması için BM’e yaptığı başvuru reddedilir. Georgios Grivas liderliğindeki EOKA, adada yaşayan İngiliz ve Türklere karşı terör saldırılarına başlamıştır. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı, 29 Ağustos’ta başlayıp 7 Eylül’de bitmesi planlanan ve “Doğu Akdeniz’de güvenlik sorunları” adıyla düzenlenen Londra’da toplanacak üçlü bir konferansa davet eder. Konferansta Türkiye’yi temsil eden Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu,Londra’dan gönderdiği telgrafta“konferansta, Türk kamuoyunun güçlü sesinden söz ederek elini güçlendirmek istediğini” belirtecektir. Telgrafı, Londra’daki Türk Büyükelçiliği’nin telkiniyle hükümet tarafından kurulmuş olan, Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) Başkanı Hikmet Bil’le paylaşan Menderes, böylece olaylar için başlatma talimatını verecektir. İngiltere’nin konferansla hedeflediği, Kıbrıs’ın İngiltere’nin elinde kalmasıdır. Konferanstan önce İngiltere Dışişleri Bakanı MacMillan, Türk delegeleriyle görüşerek Yunanistan’a karşı uzlaşmaz bir tavır sergilemelerini ister.

Arşivlerde, İngiltere’nin 6-7 Eylül olaylarının planlanmasında katkısı olduğuna dair ipuçlarına örnek olarak,  Atina’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin “Türk – Yunan dostluğunun çok yüzeysel bir durum olduğuna” değinen ve “küçük bir şokun, örneğin, Selanik’te bulunan Atatürk’ün evinde meydana gelecek küçük bir tahribatın derhal ilişkiyi zedeleyeceğinden” bahseden Ağustos 1954 tarihli bir beyanı bulunmaktadır. İngiliz Dışişleri’nden bir bürokrat ise daha açık ifadeyle “Ankara’da meydana gelecek birkaç olayın aslında işlerine çok yarayacağını” belirtir.

5 Eylül tarihli gazetelerde üç Rum casusun yakalandığı haberi çıkar ve aynı gün Taksim’de bir Rum genci dövülür, bazı Rum gazeteler yakılır ve “Kıbrıs Türktür” yazılı bir pankart Patrikhane’ye bırakılır. Basın ve siyasi çevreler tarafından çok önceden başlatılan, Rum vatandaşları ve Yunanistan’ı hedef alan kampanyalar yürütülmektedir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) kampanyalara katılan ve ön plana çıkan iki örgüttür. KTC başkanı Hikmet Bil, hükümetle yakın ilişkileri olan Hürriyet Gazetesi yazarıdır. Yönetim kurulu üyelerinin de hem basınla, hem hükümetle hem de Milli Emniyet Hizmetleri (MAH) ile ilişkileri bilinmektedir. “Türkiye Türklerindir” alt başlığıyla çıkan Hürriyet gazetesi, Yeni Sabah ve İzmir’de yayınlanan Gece Postası gazeteleri yoğun bir Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan karşıtı yayın yürütmektedirler.Yunanistan basını da boş durmamaktadır. Ethnikos Kiriks’te çıkan Atatürk hakkındaki ağır yazı, Türkiye’de büyük tepkiye neden olacaktır.

DP hükümeti ile Rum azınlık arasındaki samimî ilişkiler, Kıbrıs başlığının sorun olarak ortaya çıkışıyla bozulmaya yüz tutmuştur. DP hükümeti o zamana kadar Rumlar’a göstermiş olduğu “iyi emellerinden” vazgeçmiş, araya bariz bir uzaklık koyarak, farklı bir siyaset izlemeye yönelmiştir. Dolayısıyla,hükümetin farklılaşan siyasi çizgisine koşut olarak kitlelerde, Rum azınlığakarşı bir refleksgelişmeyebaşlamıştır. 1953’ten itibaren gazetelerde Patrikhane ve Rumlara karşı başlatılan kampanya hedefini bulmuştur. Özellikle basında, Kıbrıs meselesi bahane edilerek, Rum azınlığa nankörlük, vefasızlık vs. gibi başlayan ithamlar, Patrik Athenagoras’in MegaliIdea yandaşlığından, Kıbrıs’taki olayların İstanbul’daki Rumlar tarafında finanse edildiğine dair birçok itham yer alır. Oysa Hüseyin Cahit Yalçın, “Olayın siyasi değil, tamamen sosyal ve ekonomik nedenlerden kaynaklandığını”söyler (“En Tehlikeli Cephe”, Ulus, 14 Eylül 1955).

6 Eylül 1955’te Selanik’te, Atatürk’ün doğduğu evin bombalandığı haberinin bütün ülkede duyulmasının hemen ardından İstanbul’un muhtelif semtlerinde biriken öfkeli gruplar Yunanistan’a karşı protesto eylemlerine girişirler. Protesto eylemleri kısa sürede azınlıkların, özelde ise Rumların ev ve işyerlerine dönük saldırı ve yağmalama halini alır. Benzer eylemler eş zamanlı olarak İzmir’de ve Ankara’da da yaşanır.Sonuç, onlarca ölü, yüzlerce yaralı ve yağmalanmış sokaklardır. Daha sonra pek çok tanık, 20-30 kişilik mangaların başında KTC’den öğrencilerin olduğunu, hemen her semtte yağmacıların kullandığı sopaların aynı tornadan çıkmışçasına eşit büyüklükte ve kalınlıkta olduğunu, Rumlara ait ev ve iş yerlerinin önceden tespit edildiğini, hatta kimi yerlerde bu ev ve işyerlerinin bir gece önce tebeşirle ya da soba boyası ile işaretlendiğini, polislerin ise saldırganları izlemekle yetindiğini anlatacaklardır. Sonraki günlerde, emniyetten karakollara “yangın ve hırsızlık dışındaki olaylara karışmamaları” talimatı verildiği ortaya çıkacaktır.

6 Eylül günü radyo,13.00 haberlerinde “Selanik’te Aziz Atatürk’ün doğduğu ev ile Türk Konsolosluğu binası arasında bahçede saat gece yarısını dört geçe bir bomba patlamış ve bu infilak neticesinde Aziz Atatürk’ün doğduğu evin pencereleriyle Konsoloshanenin camları hasara uğramıştır.” bilgisini geçer. Aynı gün İstanbul Ekspres gazetesininsaat 16.00’da ikinci baskısında iri puntolarla“Atamızın Evi Bomba ile Hasara uğradı” manşetini atması, “6-7 Eylül olaylarını” başlatan ilk işaret fişeğidir.30 bin tirajlıolan İstanbul Ekspres gazetesi, o gün 300 bin basılmış ve 296 bin adet satılmıştır. Gazetenin sahibi DP taraftarı Mithat Perin,Yazı Müdürü Gökşin Sipahioğlu’dur. Sipahioğlu, yıllar sonra bir söyleşisinde “6-7 Eylül olaylarının Milli Emniyet Hizmetleri (MAH) tarafından organize edildiğini” söyleyecek, gazetenin sahibi Mithat Perin, 6-7 Eylül olaylarından iki yıl sonra,1957 yılında DP İstanbul milletvekili seçilecektir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık”diyecektir.

DP Hükümeti olayların ardından özür dileyerek zararların ödeneceğini söyler ve hemen ardından komünist avına başlar. Hâkimler, özellikle polislerin faillerle ilgili hiçbir kanıt toplamamış olmasından şikâyetçidir. Komünistler ve solcular polis tarafından rastgele hazırlanmış bir listeye göre tutuklanır. Listede, ölmüş ve askerde olan kişiler bile vardır. Tutukluların çoğu Aralık 1955’te serbest bırakılır.Dava gerçek suçlulara dokunmadan kapanır.

12 Eylül saat 10.00’da DP Meclis Grubu, 6-7 Eylül olaylarını görüşmek üzere toplanır. Başbakan Menderes 6-7 Eylül olaylarının ayrıntılarını veya olaylara dönük önlemleri dile getirmek yerine, daha önce hükümetin almış olduğu sıkıyönetim kararının, DP grubunca onay ve kabul edilmesini ister. Menderes konuşmasında  “Kıbrıs meselesinden doğan bir milli galeyanın ortaya koyduğu birtakım tahribattan ibaret değildir. Katiyetle ifade ediyorum ki, şekilleriyle hazırlanmış olan büyük bir komünist darbesinin karşısında bulunmaktayız. (… ) Müsait olan zemini fevkalade üstadane maharetle ve soğukkanlılıkla istismar eden komünistler birer milli felaket diyebileceğimiz fevkalade ağır bir vaziyet vücuda getirmişlerdir” diyerek, olayların sebebi olarak komünistleri suçlar.

Komünist olarak bilinen 45 kişi tutuklanarak polis tarafından sorgulanır. Tutuklanan 45 kişi arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Ratip Tahir, İsmet Selimoğlu, Emin Sekun, Ziya Tüzmen, Muzaffer Kolçak, Hadi Malkoç, Recep Yelkendağ, Tahsin Güzel, Fehmi Kurucu, Hasan Kaşarcı, Dr. Hulusi Dosdoğru, Dr.MüeyyetBoratav, Dr. Can Boratav, Dr. Nihat Sargın, İsmet Selimoğlu, Faik Muzaffer Amaç, Aslan Kaynardağ, Asım Bezirci, Ali Ertekin, Hasan İzettin Dinamo, Mustafa Börklüce, İlhan Berktay, Suni Büyük ve Ali Akçagibi isimler vardır. Yassıada yargılamalarındaki duruşmalarda “Hükümet neden Komünistleri suçladı?”sorusunu Fuat Köprülü “olayların ertesinde toplanan Bakanlar Kurulu’nda, genellikle komünistlerin tertibi görüşünün hâkim olduğunu, Emniyet yetkililerinin hükümete, olayların komünistler tarafından yapıldığına yönelik telkinleri ve o zaman İstanbul’da bulunan Amerikan İstihbarat Şefi’nin ‘tahribat şekillerinin tamamıyla komünist tekniği ve usullerine uygun olduğunu’ ifade ettiğini”söyleyerek yanıtlayacaktır.

DP hükümeti 6-7 Eylül olaylarının ardından yaptığı ilk beyanatta, “İstanbul ve memleket esas itibariyle bir komünist tertip ve tahrikine ve ağır bir darbeye maruz kalmıştır”der. Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz, İstanbul’daki gazetecilerle bir araya gelir,“6 – 7 Eylül olaylarına dairbütünyayınlarda komünistlerin suçlanacağını,tersi bir iddia ileri sürüldüğünde gazetenin anında kapatılacağını” dikte eder. Aknoz, 10 Eylül günü Harbiye’de düzenlediği basın toplantısında, basına konan yasakları şöyle sıralayacaktır: “Gergin günler yaşadık. Şimdi artık sinirlerin yatıştırılması lazım çok dikkatli olacaksınız. Sizden şunları istiyorum. Büyük Millet Meclisi’ndeki müzakereler halkı heyecanlandıracak nitelikte ise yazmayacaksınız. Yokluk ve kıtlık haberlerinin hepsi yasaktır. Örneğin fırınların önünde ekmek almak için sıra bekleyenlerin resimleri yayınlanamaz. Bu tür haberler ülkede panik yaratır. Hükümeti tenkit etmek yasaktır. Böyle bir şey yaparsanız gazetenizi kapatırım. Sıkıyönetim konularıyla ilgili haber yayınlayamazsınız. NATO devletleri hakkında siyasi haber, makale neşretmeyeceksiniz. NATO devletlerinin kendi aralarındaki ilişkilerle ilgili haber yayınlanması da yasaktır; yazan olursa kapatırım. 6-7 Eylül olaylarını komünistlerden başkasının yaptığı yolunda yazılar ve yorumlar yasaktır; kapatırım. 6-7 Eylül olaylarında zarar görenlerin istekleri gibi yazılar yazamazsınız. Heyecan uyandıracak haber yayını yasaktır. (…) Bu başımıza gelenler doğrudan doğruya komünistlerin hazırladığı bir hadisedir. Yazılarınızda bunu gözden uzak tutmayın. Ona göre aklınızı başınıza toplayın. İşimizi güçleştirmeyin.”

13 Şubat 1956’da, 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili 22 sayfalık iddianamede Nâzım Hikmet’in de adı geçer. “Ancak bu (6-7 Eylül) sırada komünistler de boş durmamışlar, uşak şair Nâzım Hikmet vasıtasıyla adadaki Türk işçi birliğine iki mektup göndermişlerdir. Bu mektuplarda kızıl şair ada’nın Yunanistan’a ilhakı için Türklerin de yardım etmesini istemiştir. Bu suretle adadaki komünist Türkler Yunan AKEL teşkilatı ile birleşmiş ve Makarios’la işbirliği yapan “Türk inkılapçılık birliği” kurulmuştur(…) O günlerde Moskova’daki komünistler işe karışarak Türkiye’deki havayı bulandırmak için yurdumuza beyannameler göndermişlerdir. Bunlar arasında Nâzım Hikmet’in 3 barış türküsü başlıklı şiirleri, tarafsız bağımsız Türkiye Milletlerarası Talebe Birliği’nin Moskova konseyinde Türk temsilcisininokuduğu rapor, Harp blokları bizi batırıyor başlıklı broşürler zikredilebilir. Böylece Kıbrıs meselesi komünistler tarafından buhranlı bir safhaya sokulmuş ve Türkiye’de 6-7 Eylül hadiseleri cereyanında mühim bir rol oynamıştır.”

Özel Harp Dairesi (ÖHD) Başkanlığı, Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu’nda üst düzey görevlerde bulunmuş emekli Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun bilinen sözleri yukarıdaki bilgiler ışığında bir özet olarak akıllarda kalmıştır: “6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”

Unutmamak gerekir ki, 6-7 Eylül olayları, soyut olarak bir halkın, kendi bünyesinde olan ve aynı topraklar üzerinde birlikte yaşadığı azınlıklara karşı bilinçli ve sistematik olarak gerçekleştirdiği bir katliam ve yağma değil; bizatihi DP Hükümeti’nin, içine düşmüş olduğu ekonomik ve siyasi krizin üzerini örtmek amacıyla, emperyalizmin de dahli ile örgütlediği utanç verici bir provokasyondur. Bu utanç, basitçe Türkiye topraklarında yaşayan halkalara mal edilebilir mi? Suçlular, o gün olduğu gibi, bugün de ortadadır. Bugün, benzer provokasyonları sürdürenler, emperyalizm ve sermayenin çıkarları doğrultusunda, kendi krizlerini aşmak üzere “atalarından” devraldıkları yöntemleri kullanmaya devam etmektedir.