Uzun lafın kısası... Can Baba

Can Yücel'i ölüm yıldönümüde saygı ve sevgi ile anıyoruz.

Uzun lafın kısası... Can Baba

Alev Doğan

Aramızdan ayrılışının 18. yılında, usta şair Can Yücel’in, bizler için Can Baba’nın anısı önünde sevgi, saygı ve özlemle…

1999’un 12 Ağustosu’nda aramızdan ayrılan ama yazdıkları, ürettikleri ile daha uzunca bir süre aramızda dolaşacak olan Can Yücel’in, çok sevdiği babası Hasan Âli Yücel ile başlayalım yazımıza. Çünkü “yeni” Türkiye olarak bizlere sunulanın ne olduğuna ilişkin bir örnek olsun elimizde, malum Can Baba’yı anıyoruz, daha azına gönlümüz el vermez.

1943 yılında, yakın dostu ve Ankara Atatürk Lisesi’nden sınıf arkadaşı Gazi Yaşargil ile birlikte yurt dışı eğitim bursu kazandığı halde, babası, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel “Bakan, kendi oğluna torpil yaptı derler” diyerek karşı çıkar Can Yücel’in bu bursu almasına. Ve oğlunu kendi imkanları ile gönderir yurt dışına. Oğulları, kızları, eşleri, hısım-akrabaları için hazinenin bütün olanaklarını seferber eden, bugünün devlet erkanının anti-tezi olan Hasan Âli Yücel, Can Yücel’i de yaşantısı boyunca en çok etkilemiş isimdir ki onun için “Ben hayatta en çok babamı sevdim” şiirini bile yazmıştır.

Can Yücel, Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okur. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yapar. Askerliğini Kore’de yapar. 1956 yılında Güler Yücel ile evlenir. Bu evlilikten iki kızı, Güzel ve Su; bir oğlu, Hasan olur. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris’te turist rehberi olarak çalışır. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürmeye başlar.

Yazarlık deneyimleri

Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Ant, İmece ve Papirüs dergilerinde yazar. Daha sonraları Yeni Dergi, Birikim, Sanat Emeği, Yazko Edebiyat ve Yeni Düşün dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınmaya başlar. 1965’ten sonra ise eserleri politik bir içeriğe doğru yönelir.

12 Mart darbesi ile Che Guevara ve Mao’dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkum olur. 1974 genel affıyla dışarı çıkar. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı “Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabını yayımlar. 12 Eylül darbesi sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla Rengahenk adlı kitabı toplatılır.

Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında Yazma adlı kitapta toplamıştır.

Çevirmenlik deneyimleri

Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi önemli yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına ve Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına bağlı kalmayan, eserleri topluma aktarma amacıyla yaptığı çevirilerdir. 1959’da ilk baskısı yayımlanan “Her Boydan” adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir.

Onun üslubundaki yalın ve sert ifadeler çoğu zaman gericilerin ve liberallerin hedef tahtasındaki yerini almasına neden olsa da, bu saldırılara en iyi cevabı yine Can Yücel’in kendisi vermiştir. Türkiye’de yazım alanında benzersiz bir işçilik sergileyerek, Türkçeyi en iyi kullanan edebiyatçılar arasında yerini almıştır. Bir hiciv ustasıdır Yücel. İfadesindeki sertlikler, sıklıkla başvurduğu argo argümanlar onun tarzını kabalaştırmaz. Aksine bir incelik barındırır. Küfüre ilişkin, “küfür işçi sınıfının ağzında bir çiçektir” açıklaması, kullandığı dilin oturduğu yeri en iyi özetleyen önermedir.

Siyaset deneyimleri

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaret ettiği gerekçesiyle, Ankara 14’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde 1 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılan Can Baba, tepkisini şiirle dile getirir. Datça’nın eski Datça Mahallesi’ndeki evinde mütevazı yaşamını sürdüren Can Baba, ertelenmeyen, paraya da çevrilmeyen cezaya ilişkin kararı duyunca kağıda kaleme sarılır ve kendisiyle görüşen gazetecilere hapis kararıyla ilgili şu yanıtı verir:

“ne yorum, ne forum
yarın belki konuşurum
öyle gitti ki durum
soru sorana korum”

Katıldığı canlı yayında Nazım Hikmet’ten “kartpostal şairi” diye bahseden Duygu Asena’ya yine o incelikli ama sert üslubu ile yanıt verir. Cumhurbaşkanı’na hakaretten yargılandığı davanın hakimine de, katıldığı canlı yayında karşısında oturan yazara da eşit davranır. Kimseye iltimas geçmeden, hicivleri ile eleştirilerini de, savunmasını da incelikle sıralar karşısındakine.

Bu sert üslubuna tezat bir biçimde sevgi dolu bir insandır Can Baba. Ailesine olan bağlılığını her fırsatta dile getirir, “Küçük Kızım Su’ya, Güzel’e, Yeni Hasan’a Yolluk”, “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim” şiirleriyle de ailesine olan sevgisini dizelere döker.

Yücel, 1989’da eşi Güler ile birlikte hayatlarının geri kalanını geçirmek üzere Datça’ya yerleşir. Bu yıllarda yazdığı şiir ve yazıları Leman ve Öküz dergilerinde yayımlanır.

Politik duruşu ile de bilinen Can Baba “Özgeçmişim” şiirinde, “Ben ömrümce muhalif yaşadım. Devletçe de menfi bi ‘tip’ sayıldım onun için kan gurubum rh negatif” dizeleriyle vurgular bu özelliğini.

Vazgeçemediği sigara ve rakısıyla bir bütün oluşturan Can Baba’ya ağız boşluğu kanseri teşhisi konulmasına ve doktorların tüm uyarılarına rağmen bu ikiliden vazgeçmez. 12 Ağustos 1999’da tedavi gördüğü Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde hayata veda eder.

Yaşamının son 10 yılını geçirdiği Datça için, “Mekanım Datça olsun, öldükten sonra beni Datça’ya gömün” diyen Can Baba, 17 Ağustos 1999’da günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça’ya defnedilir.

Can Baba hayatı boyunca, eşit, özgür ve kardeşçe bir dünyanın özlemini kurmuş ve bunun için mücadele etmiştir. Can Yücel’i anlatacak uzun uzun cümlelerin aksine, o bizler için uzun lafın kısası; Can Baba’dır…

Anısı önünde, sevgi, saygı ve özlemle…

(Bu yazı Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin 10 Ağustos 2017 tarihli 35. sayısında yayımlanmıştır.)