Tülin Tankut'tan "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" yazısı

Tülin Tankut'tan "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" yazısı

Tülin Tankut'tan

Tülin Tankut – Yazar, İKD Danışma Kurulu üyesi

Kadına yönelik şiddet arttıkça uluslararası yeni yeni “kınama günleri” icat ediliyor. 11 EKİM DÜNYA KIZ ÇOCUKLARI da neyin nesi, diyenler bir zahmet istatistiklere bakıversinler. Dünya genelinde 18 yaş altında evlendirilen kız çocuk sayısı 700 milyon!

Cinsiyet ayrımcılığı yeni bir şey değil elbette, cinsiyet ayrımcılığı yapmayan ülke de yok, en gelişmişinden en az gelişmişine… Ayrımcılığın tırmanması ve kadına yönelik şiddeti artırması, neoliberal politikalarla birlikte başladı. Şiddet artık küresel bir sorun. Hiç bitmeyen ekonomik krizlerin faturası tabii ki en zayıf halkaya çıkarılacaktı, başı çeken kesimse kadınlar. Yaşları nedeniyle toplumsal cinsiyete dayalı şiddete en açık kesim de kız çocukları.

Bize gelince; ekonomik krizlerin ailelerinin bütçelerini nasıl zorladığını kendi yaşamlarımızdan biliyoruz. Hele de yoksul ve dar gelirli aileler… Okul çağındaki çocuğunun forması, kırtasiyesi, bilgisayarı, tableti, okul servisi derken okul masraflarının altından kalkmak için insan üstü çaba harcıyorlar. Üstelik çocukların talepleri hiç bitmez. Küresel medyanın propaganda aygıtları hiç durmaz çünkü. Çocuk anne-babanın değil, onların sözlerini dinler. Bilgisayar okuryazarlığının ülkenin en ücra köşelerine kadar yaygınlaştığı da düşünülecek olursa aile kurumunun işi gerçekten zordur. Zorluk, aile içindeki dengeleri bozarken özellikle kız çocuk aileleri kaygılandırmaktadır. Toplumda yaşamı yönlendiren ilkeler giderek yok olmakta, onun yerini medya dünyasının ünlülerinin yaşamları, serüvenleri, dedikoduları yer almaktadır. Bunlara özenen kız çocuk, tüketim toplumunun sunduklarıyla, kendi çektiği yoksunluğu fark ettikçe gördükleri ; haliyle bu, onun açgözlülük, hasetlik duygularını kabartacaktır. Varlıklı aile günümüzde çocuk yetiştirmenin zorluğuyla kısmen baş edebilmektedir. Zora düşünce pedagogu, aile terapistini, dini yetkilileri yardıma çağırır.

Çoğunluğu oluşturan kesimlerdeyse aileler, muhafazakâr ortamın da etkisiyle sorunu geleneksel yollara başvurarak çözme eğilimindedir, ki bu da kız çocuğunun cinselliğini denetlemek için – aman başımıza iş açmasın- erken yaşta evlendirmektir. (Bu yaş ülkemizde 12’ye kadar düşüyor.) Ancak sorunun nedenler i ekonomik, toplumsal, geleneksel, kısacası çok çeşitlidir. Suçu bütünüyle ailenin üstüne atmaksa kolaycılığa kaçmaktır. Devletin çocuk ve gençlik dönemlerinde yurttaşına karşı, Anayasa’da da yer alan sorumlulukları vardır: Okul, yurt, spor alanı, kültür- sanat ortamı sağlama, sağlık hizmeti v.b. Neoliberalizmle birlikte onunla uyum içindeki muhafazakâr politikalar , devletin sorumlulukluluklarını ailenin sırtına yüklemesine yol açtı. Aile de yükün altında bunalınca çareyi kızını evlendirerek sorumluluğu kocaya devretmekte bulacaktı. Neoliberalizm koşullarında yönetimlerden toplumun genelini düşünecek politikalar beklemek elbette ki hayaldir. Dünya genelinde fonlar, çocukların yetiştirilmesine değil , silahların geliştirilmesine ayrılıyor; dolayısıyla yönetimlerden kâr getirmeyecek bir alana, çocukların – hele de kız çocuklarının- yetişmesine bütçeden eğitim için daha fazla pay ayırmaları beklenebilir mi?

Erken yaşta evlilikte kız çocuk için kırılma noktası; kendi gerçekliğinden koparılıp yetişkin sorunlarını yaşamak üzere ev kadınlığına geçiştir. Kıza arka çıkacak ne devlet vardır artık, ne de aile. (Kocası baksın!) Peki, çocuk gelin – adı üstünde çocuk- “çocukluk” yapmayacak mıdır hiç? Beklentilerinin karşılanmadığını, yaşam koşullarının kötüye gittiğini gördükçe baş kaldırmayacak mıdır? Dijital çağın cep telefonuyla, internetiyle bilinç üzerindeki değişim yaratıcı etkisi gözden kaçırılmamalıdır. Aslında toplumsal işlevlerini yerine getirmeyen yönetimlere başkaldırıyor o. Ama kendi seçtiği değil, dayatılan hayatı yaşadığı için duyduğu haklı tepkinin karşılığı, aile içinde şiddet görme olasılığıdır; bunun ille de fiziksel şiddet olması gerekmez; ekonomik, psikolojik de olabilir. Şiddet uygulayacak olan yalnızca koca da değildir, kocanın uzantısı kayınvalide, kayınpeder, kayınbirader, görümce gibi “baskı figürleri” de birer tehdit unsurudur.

Kadını çocuk yaşta eğitimden koparıp eve hapsetmek madalyonun bir yüzüdür. Ev işi, çocuk bakımı, hasta, yaşlı, engellinin bakımını üstlenmesi yetmezmiş gibi, yaşam koşulları zorladığında onu bekleyen iş yaşamı düşük ücretli, kayıt dışı, esnek çalışma, ya da eve işe almaktır. Toplumumuzda ataerkil normların geçerli olması, üstüne üstlük inançları istismar eden çevrelerin etkisi, cinsiyetçi eğitimin pekiştirilmesi , kadının baskıya karşı direncini kırmaktadır.

Sonuç olarak, kadına yönelik şiddete karşı yalnızca kadının güçlendirilmesi girişimleriyle yetinmek hata olur. Toplumsal duyarlılığı artırmak bizim elimizde: Kendimize önce şu soruları sorarak işe başlamakta yarar var: En güncelinden, müftülere neden resmi nikâh kıyma yetkisi veriliyor? Uzmanlara göre bu, çocuk istismarının açığa çıkmasını engelleyebilir; çocuk yaşta zorla evlilikleri kolaylaştırabilir; çoklu evlilikleri artırabilir. Peki, aileyi güçlendirme politikaları neden hız kesmiyor? Doğurganlığı artırmak için neden bu teşvikler? Sorular artırılabilir. Öte yandan yaşananların gösterdiği gibi, kapitalist sistem sona ermeden kadın bedeni üzerinden siyaset yapmak bitmeyecektir. Kadın örgütlerinin yanı sıra, ilerici güçlerden ve sol partilerden de kadın konusunda sorumluluk almalarını bekliyoruz. Kadınların , kadın olarak yaşadıkları deneyimlere devrimci bakış açısıyla bakmayı denemeliler. Kadın, üzerinde sürekli bir erkek baskısı – ailede, okulda, kamusal alanda- hissederken muhalif özne olarak varlık göstermesi kolay mıdır?