TKH Genel Başkanı Aysel Tekerek: Sosyalist Türkiye için örgütlü mücadeleyi büyüteceğiz!

Türkiye Komünist Hareketi Genel Başkanı Aysel Tekerek referandum sonrası Türkiye'ye dair konuştu.

TKH Genel Başkanı Aysel Tekerek: Sosyalist Türkiye için örgütlü mücadeleyi büyüteceğiz!

Toplumun gözünde büyük bir meşruiyet sorunu yaşayan başkanlık referandumunun sonrasında, ülkemizdeki siyasi tartışmalar olanca hızıyla devam ediyor.

Şaibeli referandum sonrasında ortaya çıkan tablo, Meclis muhalefetinin durumu ve Türkiye sosyalist hareketinin yapması gerekenlere dair Türkiye Komünist Hareketi Genel Başkanı Aysel Tekerek ile Sosyalist Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan röportajı Gazete Manifesto olarak yayınlıyoruz.

Sosyalist Cumhuriyet: Ülkemizde 16 Nisan’da başkanlık referandumu oldu ve YSK Evet oyunun yüzde 51.41, Hayır oyunun da yüzde 48,59 olduğunu açıkladı. Seçim sonuçlarının şaibeli olduğunu biliyoruz. Sizce bu seçim sonucu ve oranını nasıl değerlendirmek gerekir?

Aysel Tekerek: Hemen belirtelim ki, bugün halkın gözünde seçimi YSK’nın verdiği karar yani ‘Evet’ değil, halkın verdiği karar olan ‘Hayır’ kazanmıştır. YSK, tarihi boyunca birçok defa hatalı, hukuksuz ve taraflı kararlar vermiştir. Başkanlık rejimi ile ilgili almış olduğu karar ise, bunlardan biri olmasının ötesinde, AKP iktidarının 15 yıl boyunca bir devlet partisine dönüşmesinin sonucudur ve bu karar, kendisine aldırılmıştır. Referandum günü mühürsüz pusulaların kabul edilmesi yönündeki karar açıkça “ne olursa olsun evet oylarını fazla sayacağım” demekti ve öyle de yaptılar. Mesele YSK’nın aldığı karardan öte, AKP ve Cumhurbaşkanı’nın başkanlık rejimi için her yolu denemesi ve bildiği yoldan gitmesiydi.

Ortada AKP’nin göğsünü gere gere kazandığı bir zafer olmadığı gibi, onca hukuksuzluğa rağmen oranını 48’e dahi düşüremedikleri bir HAYIR tercihi var. Bildiği yoldan kastım ise tam da buydu. Bugün halkın yarısından fazlası ‘Hayır’ demiş olmasına rağmen sandığa AKP darbesi yapılmıştır. Önceden oy çalma olurdu şimdi ise, oy yaratma var. Onca devlet olanağı, referandum tutuklamaları sökmedi. Halk sandık başına da gitti, sandığındaki oyları da korudu. Ancak olmayan ‘Evet’ oylarının tespit edilmesi mümkün değildi. 16 Nisan akşamından itibaren bu düzene ‘Hayır’ diyenler açısından yeni bir gündem ortaya çıkmıştır: O da memleketin ve emekçilerin bugüne kadar kazandıklarının korunması.

S.C.: Artık başkanlık rejimine geçiliyorken, referandumun sonuçlarından ülke nasıl etkilenecek?

A.T.: Referandum öncesinde ‘Hayır’ın kategorik anlamda iki nedeni bulunuyordu bizim için. İlki Cumhuriyet’in tasfiyesinin son adımı olması, ikincisi ise AKP’nin bu kaldıraçla emekçi halka dönük yeni saldırı planlarının hayata geçirilmesi… Bugün ülkemizde Cumhuriyet’in kazanımları önemli ölçüde budanmışken, başkanlık rejimi ile birlikte artık bunun adı da konmuş oldu. Bu yanıyla, Cumhuriyet düşmanlarının sırtını dayadıkları duvar daha da kalınlaşmış oldu. Diğeri ise -on beş yılda yapılamayan her ne kalmışsa- halka düşman politik adımların tamamlanmasıdır. Kıdem tazminatı başta olmak üzere emekçilerin ekonomik tüm yaşamlarının alt üst edilmesidir. Aslında ülkenin ve emekçilerin durumu bu anlamda da kesişmektedir. AKP, Cumhuriyeti tasfiye edip olağanlaşmış bir olağanüstü hal uygulayarak tasfiyesini hızlandırırken, aynı şekilde savaş politikalarıyla ve ekonomide de patronların sırtındaki kamburları tek tek indirmesiyle, onlarla ilişkisini daha da pekiştirmek istemektedir. Bu anlamıyla başkanlık sadece Cumhurbaşkanı’nın hayalini süsleyen bir kavram olmaktan öte hayallerine giden yolda geçilmesi gereken bir viraj olarak değerlendirilmelidir.

S.C.: Referandumdan sonra CHP ve HDP’den çeşitli açıklamalar ve görüşler geldi. CHP’de sonuçları tanıma, HDP’de ise söylemin yumuşaması girişimleri var. Sizce Meclis muhalefetinde ne oluyor?

A.T.: Aslında her zaman olan şey oluyor. Ne zaman bir kavram toplumsallaşsa, kitleler nezdinde bir karşılık bulsa ve siyaseten ileriye taşınacak bir duygu ya da düşünce toplumsallaşsa o zaman tencerenin buharını almak hep Meclis içi muhalefete düşüyor.

CHP’nin “seçim sonuçlarını tanımıyoruz” açıklamasının ömrü bir saat bile sürmedi ve kurulan İkinci Cumhuriyet’in duvarına tuğla, harcına çimento olma arayışlarını artık kişiler düzeyinde bile saklamıyorlar. Deniz Baykal’ın Abdullah Gül’ü başkan adayı göstermesi parti içi disiplinsizlik değil, CHP’nin aslolarak birinci Cumhuriyet’in kurucu partisinden ikinci Cumhuriyet’in yedek partisi olmaya dönük girişimidir. Yani CHP’nin bu adımları AKP’ye ayak uydurma adımlarıdır. Yoluna taş koyma adımları değildir. Seçim sonuçlarının meşru olmaması halen güncel bir gerçekken, bu sonuçlar üzerine ‘siyaset geliştirme’ görevinin CHP’ye verildiğini göstermektedir.

Aslında benzer bir durum HDP için de geçerlidir, birkaç farkla…

HDP ve genel olarak Kürt siyasi hareketi, kategorik olarak başkanlığa karşı olmak ötesinde, başkanlığı üzerine müzakere yürütülecek bir süreç ya da kavram olarak konuyu ele almıştır. Ancak başkanlık ve Tayyip Erdoğan başkanlığı tarihsel olarak bir ve aynı şey olduğundan bu sürecin bir parçası olmama yönünde karar almışlardır. Bu anlamıyla Ahmet Türk’ün başkanlığa karşı olmadığı açıklaması, malumun ilanıdır ve Kürt hareketinin zayıf karnından bu açıklamanın gelmesi bir sinyaldir. Bu sinyali ışığa dönüştüren ise aslolarak tutsak edilmiş Selahattin Demirtaş’tan gelmiştir. “Evet”çiler ile ‘Hayır’cıların kaynaşması ya da kaynaştırılması düşüncesinin ortaya atılması ülkeye şaşı bakmaktır. Zira bugün ‘Evet’ diyenlerin istediği ülke ile ‘Hayır’ diyenlerin istediği ülke arasında dağlar kadar fark var. Kürt hareketinin artık kendine özgü süreç ve hassasiyetlerine bakılarak bir değerlendirme yapılması çok zordur. Kürt hareketi referandumdan sonra değişecek, insafa gelecek, muktedir bir AKP istemektedir. ‘Hayır’ diyenleri ileriye taşımak, bu partinin zaten sınırlarının çok dışındadır.

S.C.: Gelelim sosyalist siyasete, referandum sizce sosyalistlerin mücadelesinde bir kaldıraç mı, yoksa önlerine konmuş ağır bir taş mı?

A.T.: Komünistlerin önlerindeki taşlar, kayalar hiç eksik olmadı ki… Referandumu biz ne kaldıraç, ne de özel olarak ağır bir taş olarak görüyoruz önümüzde duran… Referandum bizlerin ülkeye dair tespitlerimizde haklılığımızı göstermiştir. Ülke halkının gericiliğe, faşizme teslim olmayacağını boyun eğmeyeceğini biliyorduk. Referandum ile bu tescillendi. Şimdi her zamanki görevimiz daha yakıcı bir şekilde önümüzde durmaktadır. Bu halkın hak ettiği şeyi kendisi ile buluşturmak… Halk laiklik düşmanlarına, Cumhuriyet düşmanlarına, emek düşmanlarına ‘Hayır’ demiştir. Bu ‘Hayır’ın içinin boşaltılmasına izin vermeyeceğiz. İkincisi bu ‘Hayır’ın daha ileriye taşınmadığı ve örgütlenmediği sürece geriye düşmesi kaçınılmazdır. Buna da izin vermeyecek, ülke gündemindeki tüm saldırı planlarının karşısında halkı örgütlemeye devam edeceğiz. Ve son olarak, ne istemediğini bilen bir halkın daha fazla gecikmeden ne istediğini bilmesi gerekmektedir. İşte bu soruya bizim verilmiş bir cevabımız var. Sosyalist Türkiye için örgütlü mücadeleyi büyütmek…

Ve bunu yaparken her zamankinden daha güçlü olduğumuzu bilelim…