Sovyetler Birliği’nden bugüne kalanlar

Sovyetler Birliği’nden bugüne kalanlar

06-11-2017 08:20

Kapitalist ülkeler, Sovyet yurttaşlarına tanınması karşısında kendi işçilerinin sosyalizme yönelişinden ürkerek tanımaya mecbur kaldıkları sosyal hakları, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından geri almaya girişti.

Demir Silahtar

 

Tüm dünyada sınıf bilinçli işçilerin ve ilerici insanlığın 100. yılını kutladığı Büyük Ekim Devrimi’nin ürünü Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çözülüşünün üzerinden, eğer hukuki varlığının resmen son bulduğu 1991 yılı baz alınacak olursa, yirmi altı sene geçti. Çeyrek asır sonra bugün hala Sovyetler Birliği denilince kimilerinin aklına metroda masum vatandaşa evraklarını göstermesini buyuran meşin ceketli haşin adamlar, çözülüşe yakın yıllarda gitgide uzayan mağaza kuyrukları, çözülüşten sonra bitpazarına düşen madalyalar ve “daha iyi bir yaşam için” ülkemizde bedenini satmak zorunda kalan yüksek eğitimli genç kadınlar geliyor olabilir.

Sosyalizmin çözülüşünden sonra da anti-komünist propagandanın dozunu hiç düşürmeyen ve Sovyetler Birliği’ni kötüleyen filmlerin üretimini adeta yıllık kotaya bağlayan, hatta fantastik “Maymunlar Cehennemi” serisinin yeniden çekiminde bile insanlarla barış içerisinde bir arada yaşamaya inanmayıp savaş çıkaran kötü maymuna Stalin’in lakabı olan “Koba” adını vererek satır arası anti-komünizm propagandası yapan Hollywood film endüstrisinin bunda payı büyük.

İdeolojik ve kültürel gıdasını esas olarak Amerikan kültür emperyalizminin bol aksiyonlu filmlerinden edinen bir kuşağın söz gelimi dünyayı Hitler faşizminden ABD’nin kurtardığına, NATO’nun gerçekte kendisinden yıllar sonra kurulmuş olan Varşova Paktı tehdidine karşı kurulduğuna, atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki’de iki kez fiilen patlatıp yüzbinlerce insanın ölümüne ve sakat kalmasına neden olan ABD’nin değil Sovyetler Birliği’nin dünyaya nükleer tehdit oluşturduğuna, Sovyet insanlarının yaşam koşullarının Türkiye halkının bile gerisinde olduğuna ve buna benzer bir sürü saçmalığa ciddi ciddi inanıyor olmasının şaşılacak bir yönü yok.

Sovyetler Birliği deneyimi neyi değiştirdi?

Emperyalizm tarafından sistematik biçimde dayatılmakta olan bu cehalet girdabına karşı “Sovyetler Birliği deneyimi dünya işçi sınıfı ve insanlık için neyi değiştirdi” sorusuna verilecek yanıtın “eski güzel günlere özlem duyan komünistlerin bir takım nostaljik söylemleri”ne değil işçiler, emekçiler ve ilerici aydınlar açısından su gibi, hava gibi yaşamsal önemdeki ihtiyaçlara ve değerlere dair somuta dökülmüş bir alternatif gerçekliğe tekabül ettiğinin altını bugün çok daha kalın çizgilerle çizmek gerekiyor.

Sovyetler Birliği’nde devlet, aşağıdan yukarıya tüm toplumsal dokuyu kapsayacak şekilde örgütlenmiş, geniş toplumsal örgütlenmeler aracılığıyla emekçilerin doğrudan ve fiilen devlet yönetime katılmalarının önü açılmıştı. Sovyetler Birliği halkın refahını sağlamayı, herkesin barınma, eğitim ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasını ve herkesin istihdamını sağlamayı devletin yükümlülükleri arasında sayan, tüm sağlıklı yurttaşlara çalışma hakkı ve ömür boyu iş güvencesi tanıyan tarihteki ilk devlet idi.

Sovyetler Birliği’nde, planlı ekonominin inşasıyla 1930’lardan itibaren işsizlik ve güvencesizlik tümüyle ortadan kaldırıldı. Bugün ülkemiz dâhil birçok kapitalist memleketin yasalarında kâğıt üzerinde kabul edilmek zorunda kalınan sekiz saatlik işgünü ilk defa Sovyetler Birliği tarafından 1920’lerde yasalaştırıldı, daha sonra ise 7 saate (fiziki güçlük arz eden işlerde 6 saat ve bilhassa güç işlerde ise 4 saat olmak üzere) düşürüldü. Bugün ülkemizde “mezarda emeklilik” olarak adlandırılacak kadar erişilmez kılınan emeklilik hakkı Sovyetler yurttaşlarına 50 yaşından itibaren tanınıyor, ülkemiz emekçileri için hoş bir hayalden ibaret olan parasız sağlık ve parasız eğitim Sovyetler Birliği’nde anayasal bir hak olarak tüm yurttaşlara sunuluyor, halkın ulaşım, barınma, ısınma, aydınlanma ve benzeri tüm ihtiyaçları gülünç denecek kadar cüzi bedeller mukabili kamu hizmetleriyle karşılanıyordu. Tüm yurttaşların dinlenme, kendini geliştirme, bilimsel, kültürel, teknik, sanatsal ve sportif faaliyetlerde bulunma hakları yasalarla güvence altına alındığı gibi bu haklar kâğıt üzerinde de bırakılmıyor, fiilen kullanılması sağlanıyordu.

Sovyetler Birliği, kadınlara ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal hayatın tüm alanlarında olduğu gibi çalışma hayatında da istihdam, ücret, izin, sosyal yardım ve benzeri konularda erkeklerle eşit haklar tanıyarak onları ev işlerinin kölesi olmaktan çıkarmıştı. 1989 yılında Sovyet çalışanlarının yüzde 50,9’unu kadınlar oluşturuyordu. Bekâr annelere ve çok çocuklu annelere devlet yardımları veriliyor, çalışan annelere hamilelik ve doğum dönemlerinde ücretli izin hakkı tanınıyor, doğum klinikleri, çocuk yuvaları ve ana okullar devlet tarafından karşılanıyordu. Sovyetler Birliği dünyada kürtaj yasağını kaldıran ilk ülke olduğu gibi, eşcinselliği de suç olmaktan çıkaran ilk ülkelerden biriydi.

Din kurumları ile eğitim ve devlet kurumlarını birbirinden ayıran, akıl dışı inançların karşısına bilimi koyan Sovyetler Birliği, çözülüşüne kadar tüm tarihi boyunca her türlü gerici, ırkçı, faşist ideolojilere karşı insanlığın ilerici birikiminin ve aydınlığın temsilcisi oldu. Sovyet yurttaşları, dünyanın en fazla kitap okuyan, sanatsal ve kültürel faaliyette bulunan insanları arasındaydı.

Kazanımlardan geriye dönüş

Sovyet yurttaşlarına tanınan bu haklar karşısında kendi ülkelerinin işçilerinin sosyalizme yönelişinden ürken ve kimi sosyal hakları tedricen tanımaya mecbur kalan kapitalist ülkelerde, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından bu haklar birer ikişer geri alınmaya, esneklik ve verimlilik adı altında işçi sınıfının tüm kazanımları yok edilmeye girişilmiş ve bunda ülkemizde de olduğu gibi büyük mesafe kat edilmiş durumdadır.

Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün üzerinden, insanlık tarihi için kısa olsa da insan ömrü için hatırı sayılır bir süre olan yirmi altı yıl geçmiş olduğu günümüzde; örneğin haksız biçimde işinden çıkarılan, kış bastırırken ailesini nasıl geçindireceği derdiyle geleceğinin elinden alınmasına karşı direnen Trakyalı cam işçisi için, üçüncü havalimanı inşaatında iş güvenliğinden yoksun biçimde çalıştırıldığı yetmezmiş gibi insanlık dışı ortamlarda barınmak zorunda bırakılan ve her ay “iş kazası” diye geçiştirilen yeni bir iş cinayetinde bir arkadaşını daha mezara koyan inşaat işçisi için, her gün işten eve evden işe tahammül sınırlarını zorlayan İstanbul trafiğinde ömrünü tüketen, fazla mesailerle performans baskılarıyla ruh sağlığı bozulan beyaz yakalı plaza emekçisi için, işyerinde ekonomik olarak sömürülürken çalışma hayatında, evde, sokakta bir de cins ayrımcılığına maruz kalan kadın emekçiler için Sovyetler Birliği deneyiminin ne anlam ifade etmesi gerektiği açık olmalıdır:

Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan başka bir hayat, başka bir dünya mümkündür. Yeniden kuracağız!