Solda strateji tartışmaları: Çıkış mı? Ezberin tekrarı mı?

Solda strateji tartışmaları: Çıkış mı? Ezberin tekrarı mı?

30-07-2017 12:45

"Doğruyu soldan bulmak" başlıklı PUSULA'nın ilk yazısı günümüzdeki MDD çizgisinin karikatürlerinin eleştirisi ile ilgili.

Ahmet Tarık Yenil

Türkiye solu 80 öncesinde yaptığı Sosyalist Devrim – Milli Demokratik Devrim tartışmasının bir türevini bugün yaşıyor. Ancak MDD’cilerin günümüzdeki türevleri atalarının karikatürü bile olmaktan uzak

Gelecekte tarih yazımı yapıldığında kuşkusuz bu dönem için ‘karanlık’ ifadesi sık sık kullanılacaktır. Üstelik dünyadaki devrim süreçlerinin bugüne kadarki sacayakları olan sosyalist kutup çözülmüş, ulusal kurtuluş hareketleri ilerici-sol niteliğini yitirmiş, kapitalist ülkelerdeki işçi mücadeleleri oldukça zayıflamış durumda. Emperyalizm çağa damgasını vurmuş, emekçilerin zorlu mücadeleleri ile elde ettikleri bütün kazanımları yok etmeye çalışıyor.

Bizim ülkemiz bu dönemde özel bir öneme sahip mi? Elbette bu ülkenin devrimcileri olarak yaşadığımız topraklara ayrıcalık-özgünlük atfetmek durumundayız. Olanakların, daha doğru bir ifade ile devrimci olanakların tükenmediği, aksine devrimcilere alan açtığı gerçeği bu karanlık dönemde başka bir durumu ifade etmektedir. Ülkenin kurtuluşunu emekçilerin kurtuluşunda arayanlar elbette bir çıkış yaratacaktır.

Ülkemizin özgünlüğünden bahsederken, solun siyasal, ideolojik ve mücadele hattına dair yaptığı stratejik tartışmalar ve ortaya çıkan sonuçlar ise aynı özgünlüğü içermiyor. İthal devrim modellerinden, hareketçiliğin kutsanmasına; Erdoğan karşıtlığından, faşizm saptamalarına; emperyalizm tanımlamasından, ulusal harekete yaklaşıma kadar birçok başlıkta kendini gösteren ve aslında yarım asırlık analiz ve çözümlerin projecilikle süslenip yeni olarak karşımıza çıkarılmasının canlı tanığıyız. Ezber bozmayı bırakın temcit pilavına dönen aşamacı tezler karşımıza çıkarılıyor. Aşamacılık mahkum edilmelidir.

Aşamacılığın geldiği nokta: Milli burjuvazi destekçiliği

Devrim tartışmalarının tepe noktasına çıktığı 1970’ler Türkiyesi’nde temel olarak iki taraf, Sosyalist Devrim tarafı ve Milli Demokratik Devrim tarafı solun mücadele hattını oluşturması açısından ciddi bir tartışma sürecinde kendini kuruyor ve örgütlüyordu.

Temelde tartışmalar ülkenin sosyo-ekonomik yapısı, emperyalizm ile kurduğu ilişkiler ve sınıfların konumu ile ilgili. Elbette bu sayfada tartışmanın bütün başlıklarına girmemiz mümkün değil. Ancak bugün düzen siyasetine dair çözümlemelerde kritik ayrışmalara neden olan başlıkları tartışmak gerekiyor.

Milli burjuvazi söylemi ve büyük cephenin içerisinde milli-ulusal burjuvazinin de yer alabileceği savunusu yeni değil. Devrim tartışmalarının en sıcak döneminde emperyalizme karşı büyük halk cephesi içerisinde milli burjuvaziye de yer verilmiş, ama bir türlü emekçilerin devrimde öncü rolü savunulmamıştı.

Bugün AKP’ye ve özelde Erdoğan’a yaklaşanlar, onu kurtarmaya çalışanlar aynı kurgu ve söylemle hareket etmekteler. Birincisi ülkenin bağımsızlığı yerli sermayenin desteklenmesinden geçer. İkincisi solun iktidar olmasından anladıkları iktidara yaklaşmaktır, Erdoğan’a yerli sermayeyi karşısına almaması için uyarmalı ve ayar verilmelidir. Bu tezler yeni değil, oldukça eski ve eskimiş tezlerdir. Aşılmıştır, ancak aşamacılık hala ülkenin kalkınması dahil bağımsızlık tartışmalarını milli burjuvaziye bağlamakta, onun destekçiliğine soyunmaktadır.

Emekçileri çalışma saatini 12 saate kadar çıkararak, iş cinayetlerine mahkum ederek, kıdem tazminatını elinden alarak, sendikasına üye olduğu için işten atarak sömüren milli burjuvazi. Bu sınıfın aynı zamanda değil niteliksel olarak işbirlikçi olduğu ve göbeğinin sonuna kadar Avrupa ve ABD emperyalizmine bağımlı olduğu gerçeği karşımızda çıplak bir biçimde durmaktadır. Peki TÜSİAD’ın başkanlık rejimini desteklemesinde bir anormallik görüyor musunuz?

Türkiye Batı’dan kopup otokratik bir rejime doğru evriliyor diye ağlayan liberaller ile Türkiye NATO’dan kopuyor, Amerika’ya kafa tutuyor diye sevinen ulusalcı aynı madalyonun iki yüzüdür. Bu madalyonu ise burjuvazi, AKP rejimi ile elinde tutmaktadır.

Aşamacılığın geldiği nokta: Hareket sevicilik

Yazık ki, “nerede hareket orada bereket” çizgisine gelinmiştir. Bu teze göre toplumsal muhalefet kaynağı ne olursa olsun desteklenmelidir. Hareketi yönüne, niteliğine, taleplerine göre değerlendirmek, analiz etmek neredeyse bir suçtur. Sonrasına bakılır.

7 Haziran seçimlerinde HDP ile buluşan, ardından birden “Cumhuriyetçi” damarı kabarıp CHP’cilik yapan, olmadı bu iki dinamiği çöpçatanlık yapıp birleştirmeye çalışan aşamacılık bir karikatürdür. Kürt siyasi hareketinin emperyalizm ile ilişkilerini yok sayan, burjuva düzeninin yeniden yapılanmasındaki konumunu görememek siyasi bir miyopluktur. Buradan çark edip düzen solu olan CHP’ye bağlanmaya çalışmak kuyrukçuluğu örtmeye yetmiyor. Aksine pusulanın daha da şaşmasına neden oluyor.

Aşamacı tezler bu dönemde gericilik karşıtlığı ile yetinmiş, anti-emperyalist duruşu unutmuştur. Oysa ki hem bölge, hem de dünya düşünüldüğünde bu iki duruş birbirinin karşısına konulamayacak kadar yakındır. Yeşil kuşak, ılımlı islam, BOP ve bir bütün olarak siyasal İslam projelerinin sonucu IŞİD’dir. Siyasal İslam yenilmiştir, IŞİD ise emperyalizmin bölgeye yerleşmesinin bir aracı konumundadır.

Hareket sevdalıları sonuç olarak, hesapsız kitapsız içerisine daldıkları hareketi düzenin dışına – sosyalizme – taşımayı bırakın, hareketin siyasi öznesi tarafından etkilenmişlerdir. Hareketin sınırları nereyi işaret ediyorsa oraya kadar müdahale edebilmişlerdir.

Buradan iktidar çıkmaz, hareketçiliğin sınırı muhalefettir. Oysa sosyalistler iktidarı hedefler, sosyalist devrim bir iktidar stratejisidir.

Aşamacılığın geldiği nokta: AKP-Saray rejimi söylemi

Aşamacılığın komünist harekete sızdığı nokta tam da burasıdır. İlginçtir, ülkemizde aynı zamanda Kürt siyasi hareketi düzen tanımlamasında AKP-Saray rejimi ifadesini kullanmaktadır. “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sloganı ile Kürt siyasi hareketi bu tanımlamaya sarılmıştır.

Bu tanımlama bugünü açıklamamakta, aslında iktidardan ve devrimden uzak durmanın bir söylemi olarak karşımızda durmaktadır. Belli ki Başkanlık rejimi tartışmaları bunda etkili olmuştur.

Başkanlık rejimine geçiş tek başına AKP ve Erdoğan’ın yaşadığı sıkışmayı ancak baskıcı-faşizan bir rejimle aşması olarak değerlendirilmemeli. Başkanlık rejimi sermaye sınıfının ihtiyaçları ve çıkarları ile doğrudan bağlantılıdır. Kapitalizm hızlı karar almalı ve tek elden yönetilmelidir. İstikrarsız dünyada istikrar sürmeli, kâr oranlarının artması ve yeni pazarlar için Türkiye bölgede güçlü olmalıdır. İşin düzen cephesindeki karşılığı budur. Yani Başkanlık liberaller ile ittifakını bitiren Erdoğan için bir fantezi değildir.

Düzenin sıkışması da tam burada yatmaktadır. Sosyalistler düzenden bağımsız siyasal mücadelelerini iktidar perspektifine bağlamalıdır. Ortada adlı adınca bir kapitalist düzen, bu rejimi tüm sıkışmalarına rağmen ayakta tutmaya çalışan AKP iktidarı vardır. AKP ülke çıkarını kendi çıkarına bağlamaya çalışmış, ancak bu olmamıştır.

Sol bir bütün olarak seçimler, bombalı katliamlar, darbe girişimi ve referandum ile yorulmuş bir ülkede, kendince “metal yorgunluğu” yaşayan bir rejimde mücadele vermektedir.

Bugün devrimin ve sosyalizmin güncelliğini unutan, muhalefete oynayan, kuyrukçuluk ile malûl, başta söylediğimiz gibi yılların aşamacı tezleri ile bir mücadele hattı çizmek gerçekçi değildir. Sosyalizm hiç olmadığı kadar gerçeklik haline gelmiştir. Uzak durmayalım, yeter ki hakkını verelim.