AKP'nin seraba dönen hülyaları

AKP'nin seraba dönen hülyaları

18-06-2017 10:45

Neşe Deniz Babacan Kolay değerlendirmeler Öncelikle AKP iktidarının siyasal İslâmcılığını sadece dış politika yönelimleri üzerinden ele almaya çalışmanın bizi tek başına doğruya götürmeyeceğini not ederek başlamak gerekiyor. Daha doğrusu “dışarıda” sürekli kaybeden gerici bir iktidarın otomatik olarak içeride de kaybedeceğini savunmak tek başına süreci ve olguları açıklamamız açısından yeterli görünmüyor. İkinci olarak, Türkiye’deki kapitalist sömürü... View Article

Neşe Deniz Babacan

Kolay değerlendirmeler

Öncelikle AKP iktidarının siyasal İslâmcılığını sadece dış politika yönelimleri üzerinden ele almaya çalışmanın bizi tek başına doğruya götürmeyeceğini not ederek başlamak gerekiyor. Daha doğrusu “dışarıda” sürekli kaybeden gerici bir iktidarın otomatik olarak içeride de kaybedeceğini savunmak tek başına süreci ve olguları açıklamamız açısından yeterli görünmüyor.

İkinci olarak, Türkiye’deki kapitalist sömürü sisteminin temsilciliğini üstlenen ve Türkiye sermaye sınıfı açısından tüm zamanlarında kullanışlı bir yere oturan bu iktidarı, bu çerçeve içerisine oturtmak gerekiyor. Hatta bununla birlikte, uluslararası tekellerin ve emperyalist sistemin bölgesel açılımlarını ve İslâmcılık aracılığıyla oynadıkları “oyunları” görmezden gelmek de bizi kısa ömürlü ve kolay değerlendirmelere götürür.

Üçüncüsü, AKP’nin temel karakteri olan İslâmcılığa, Türkiye’de bu ideoloji ve siyasetin en yakın kardeşi olan milliyetçiliğin eklendiğini ve Türk-İslâm sentezinin yeniden üretildiğini not etmek gerekiyor. Bunun temel belirteci ise, bugün AKP Tüzüğü’ne Rabia işareti ile birlikte anılan “Tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek devlet” vurgusunun içerilmesi olarak karşımıza çıkıyor.

Dolayısıyla, bugün artık bölgesel bir dinamiğe dönüşmüş olan Kürt sorunundan tutun, Türkiye’de siyasal İslâm’ın gelecek tasavvuruna kadar tüm başlıklar, yukarıda saydığımız bu üçlü değerlendirmeye tabi tutulmak zorunda.

Erdoğan ve AKP, ağababalarının izinde mi?

Gerici karakterleri ve milliyetçi mukaddesatçı siyaseti her dair sömürü düzenine entegre etmeyi başaran yönelimleri ile, “Milli Görüş”çü ama bir o kadar da emperyalizme göbekten bağlı siyasi hareket olan Türkiye’deki İslâmcılık AKP iktidarı ile birlikte türemedi.

Nasıl ki, AKP iktidarı sermaye düzeninin devamlılığı konusunda beis görmüyor ve sermaye devleti ile her daim anlaşma içerisinde oluyorsa, içinden türedikleri siyasi oluşumlar da benzeri bir çizgiyi temsil etmekteydi. Tabii ki tarihsel koşullar ve her dönemin konjonktürü ya da İslâmcı hareketin düzen içindeki konumları değişmekle birlikte kendilerine ait özü koruduklarını söylememiz yanlış olmayacaktır.

AKP’nin ve Erdoğan’ın içinden çıktığı oluşum olan Milli Görüş’ün Türkiye tarihinde oturduğu yer ve özellikle dış politika üzerinden yaptığı İslâmiyet açılımları ile bugün yaşananlar arasında paralellik olduğunu görmek mümkün.

1974 yılında, dünya üzerinde Petrol Krizi’nin zirvede olduğu zamanlarda Suudi Arabistan’a kredi ve petrol anlaşması için giden Necmettin Erbakan’ın Suudi Krallığı’ndan “Kusura bakmayın, bu dönem İsrail’le savaşan ülkelere bile yardım yapmıyoruz. Hele ki siz Türkiye’yi Müslüman bir millet olarak bile tanımlamıyorsunuz. Önce bu koşulu yerine getirin” minvalinde aldığı yanıttan sonra “Biz Suudi Arabistan’ı şuurlu biliyorduk. Yanılmışız.” açıklaması yapması bile durumu kurtarmaya yetmemişti.

Osmanlı’nın, ümmetin ve İslamiyet’in, “Batı” karşısındaki temsilciliğine soyunan aynı Erbakan’ın, Suudi Arabistan üzerinden Amerikancı bir karaktere tam anlamıyla oturması için on yıl bile geçmesi gerekmedi. 1970’lerin sonunda itibaren Suudi Arabistan ile arayı kapatma arayışı, 1991 yılında Körfez Savaşı esnasında ABD destekçiliği ile devam etti.

ABD’nin Körfez Savaşı için “Kutsal Topraklar” olarak bilinen yerlere askeri yığınak yapması başta o dönem büyük tartışma yaratmıştı. Suudi yönetimi, emrindeki din âlimlerini harekete geçirerek oralarda ABD askerinin bulunmasının caiz olduğuna ilişkin fetvalar verdi. Tersinden, Irak yanlısı din âlimleri ise ABD’nin “Kutsal Topraklar”da bulunmasını İslâm’a aykırı bulup fetvalar veriyordu. Bunun devamında ise Amerikancı din âlimlerine bir destek de Türkiye’den gelmişti. Nakşibendi Şeyhi Mahmut Hoca “Kutsal Topraklar”da Amerikan ordusunun bulunabileceğine dair fetva verdirmişti.

Erbakan’ın herkesi birden idare etme politikası Körfez Savaşı’nda skandala dönüşmesi ise, Suudi Arabistan Ankara Büyükelçisi Abdülaziz el Hoca’nın, Erbakan’ın Kral Fahd’a destek mesajı gönderdiğini söylemesi ile zirveye ulaştı. Mesajı reddetse de, Erbakan Amerikancı çizgiye çekilmişti. Çünkü gönderdiği ABD’ye destek telgrafı Suudi televizyon ve radyosunda canlı okunmuştu.

Biraz önce dediğimiz gibi, olguları tarihsel bağlamları içerisinde değerlendirmek gerekiyor. Ancak, Türkiye’de İslâmcılığın bugünlere gelişini irdeliyorsak, Erbakan üzerinden verdiğimiz örnek, içinden geçtiğimiz günlerde yaşadığımız bazı şeyleri çağrıştırıyor olsa gerek.

Ilımlı İslâm’dan, cihatçı örgütlerin destekçiliğine ve bugün

AKP iktidarının ümmetin liderliğine ve emperyalizm tarafından yaratılmaya çalışılan Sünni ekseninin birleştiriciliğine oynamaya çalışması ise son on yılların konusu olarak karşımıza çıktı.

Büyük Ortadoğu Projesi’nde kendine yer açmaya çalışan AKP, Arap Baharı’nın emperyalizm eliyle emekçi halklara karşı bir silaha döndürülmesinden sonuna kadar istifade etmeye çalıştı. Bugün Erdoğan’ın kendine feyz alarak Türk-İslâm sentezini yeniden üretmeye çalışırken bir ikon olarak kullanmaya çalıştığı Rabia işaretinin temsil ettiği Müslüman Kardeşler ideolojisinin ve siyasetinin AKP’de temsil olduğu ayan beyan ortaya çıktı.

Bugün ise, “Ben laik bir ülkenin, laik olmayan başbakanıyım” diyerek Mısır’daki şeriat yönetimi karşısında liberal ideolojinin de temsilciliğini yapmaya çalışan Erdoğan’ın elinde ise cihatçı örgütlerle işbirliği, Ortadoğu’da emperyalizmin yerleşme stratejisine uyum arayışı, bölgedeki güçlerin karşı karşıya gelişi esnasındaki düşük perdeden söylemler ve pazarlıklar kaldı.

Erbakan, Suudi Arabistan üzerinden Amerikancı bir eksene gelmişti. Erdoğan ise, cihatçı örgütler ile işbirliği ve IŞİD destekçiliği üzerinden emperyalizmin stratejik hattına oturdu.
Son günlerde Katar üzerinden yaşanan Körfez krizi de bunun belirteçlerinden biri olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Tam boy Amerikancı Arap ülkeleri ile birlikte Katar karşıtlığı üzerinden planlanan emperyalizmin İran’ın kuşatma hamlesi olarak görülen son süreçte AKP iktidarının ülkemizi götürmesi muhtemel olan yer bellidir.

Zamanında, “Kardeşim Esad’dan, diktatör Esed’e” geçiş yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve gerici AKP iktidarının “Eyy Amerika’dan, eee tabii ki Amerika”ya nasıl geçiş yapacağı ise önümüzdeki günlerin konusu olarak belirmektedir.