Gezi'den sonra Türkiye solu: Pusula şaştı mı?

Gezi'den sonra Türkiye solu: Pusula şaştı mı?

04-06-2017 10:15

"Gezi direnişi geride mi kaldı?" başlıklı dosyanın ikinci yazısı, Gezi direnişi ile Türkiye solunun ilişkisi üzerine.

Neşe Deniz Babacan

Ülkemizdeki en büyük kitle hareketi olarak tarihe geçen Haziran direnişi, 2013 yılından bugüne Türkiye sol/sosyalist hareketi açısndan da arkasında büyük dersler bıraktı. Gelecekte yeni “Gezi direnişleri”ni yaratabilmek ise bu derslerden doğru sonuçlar çıkarılmasına bağlı.

Gezi’nin sonrasında Türkiye solunun durumunu ele almadan önce, direnişin hemen öncesinde kısa bir gezinti yapıp bazı noktaları not etmek gerekmektedir. Hatta gezintiyi 2010 yılında yapılan referanduma kadar genişletmek yanlış olmayacaktır.

2010-2013: Sönmüş hayaller

2010 yılında yapılan ve FETÖ’cülerin HSYK içerisine yerleşmesi ile sonuçlanan referandum sürecinde Türkiye solunun ortaya çıkartmış olduğu “birlik” tablosu aslında gelecek açısından önem taşımaktaydı. Dönemin TKP’si, ÖDP, EMEP ve Halkevleri tarafından deklare edilen ortak ‘Hayır cephesi’ Türkiye solunun gelecek beklentisi açısından da önem taşıyan bir yere yerleşti.

Referandumdan yüzde 58 ile ‘Evet’ çıkmasına rağmen, toplumsal alandaki diri tablo bir anda buharlaşmazken, Türkiye solunun hayalleri daha erken sönme eğilimine girdi ve referandumda yakalanan ilk kıvılcım, Türkiye solunun ortak, büyük, toplumsal cephe deneyine aktarılamadan son buldu.

Bu son buluşun iki-üç yıllık bir zaman dilimine yayıldığını ifade etmek gerekiyor. Sistematik olarak öncelikle 2011 yılındaki genel seçimler ve bu seçimlerde Kürt siyasi hareketinin şemsiyesi altına girme arayışı ile sonrasında Kürt sorunundaki ‘çözüm süreci’ni de içeren dinamikler ile birlikte Türkiye solunun önemlice bir bölümü “ortak bağımsız hattı” taşıyamayacağını ya da aslında buna dair bir kaygısı olmadığını gösterdi.

Bu bağımlı değişkenlerle birlikte AKP iktidarının piyasacı, gerici ve işbirlikçi pozisyonunu cepheden karşıya almak yerine, parçalı bir siyaset hattı oluştuğunu ifade etmek gerekir. İşte tam da bu durum Gezi direnişine giderken Türkiye solunun psikolojisini belirlemiş ve son tahlilde “çok da yapacak birşey yok aslında” duygusunun egemen olmasını sağlamıştır.

2010 referandumundaki yan yana geliş heba olurken son noktasında Türkiye solunun TKP dışındaki bölmesinde Kürt siyasi hareketinin belirleyiciliği artmış ve toplumsal dinamiklere olan güven neredeyse sıfırlanmıştı.

Büyük sürpriz ve sonrası

Türkiye topraklarındaki mücadele geleneğinin her şeye gebe olduğunu düşünenler açısından Gezi direnişi büyük bir sürpriz değil elbet. Ancak patlama şaşırtıcı düzeyde kitlesel ve politik içerikli oldu.

Direniş esnasında salgılanan ve Gezi’yi liberalize etmeye çalışan çeşitli söylem ya da eylem biçimleri, Türkiye solunun nezdinde çok kabul görmedi. Hatta solun buradaki duruşunun Gezi direnişinin ekmeğini yemek isteyen liberaller, çeşitli düzen güçleri ve direnişten demokrasicilik çıkarmaya çalışanlar açısından bozucu olduğunu ve direnişi aslında büyük ölçüde sola çektiğini ifade etmek gerekir.

Bu yazıdaki amacımız, direnişin büyük tahlilini yapmak değil ancak bazı noktaların altını çizerek ilerlemek durumunda olduğumuz açık. Haziran direnişine toplumsal dinamiklere olan güven ve inancını görece kaybetmiş olarak giren Türkiye solunun direnişten çıkarken rotasız ve yönsüz kaldığını ifade etmek gerekir.

Gezi’nin en büyük eksiği ve anlık siyasi hedefine (AKP’nin iktidardan düşmesi) ulaşamamasının en önemli sebebinin örgütlü işçi sınıfının sürecin merkezine yerleşememesi olduğu genel olarak kabul edilen doğru. Ancak ne direnişinin öncesinde ne de sonrasında solun bu genel doğruyu kendine rehber edinmemesi de ilginç bir sonuç olarak bir yerlere not edilmeli.

“İşçi sınıfının bağımsız siyasi hattı”nın kuvvetlendirilmesi ve kurtuluş yolunun buradan şekillenmesi, “toplumsal dinamiklere” buradan müdahale gibi başlıkların gündemden düştüğü, mücadelenin buradan kurulmadığı Gezi sonrasındaki dönemde ise Türkiye solunun pusulası şaşmaya başladı.

2013-2014: Önce CHP’cilik

Eğer Haziran direnişi sonrasında ortaya çıkan liberal bir basınçtan söz edeceksek öncelikle merkeze CHP’ciliği yerleştirmek durumundayız.

Sosyal demokrasi ya da ülkemizde CHP son tahlilde liberalizmin kendini yeniden ürettiği en temel zeminlerden bir tanesi olmuştur. Dolayısıyla Gezi direnişinden çıkan ve Haziran sonrasındaki aylarda sokaklarda aynı kitleselliği bulamayan sol bu sefer 2014 yılında CHP’ciliğe yöneldi.

Ne demiştik? Türkiye solu ortak bağımsız hat kuramazsa ve işçi sınıfını örgütleyemezse başka yerlere yönelim artıyor.

2014’te tam da bu olmuştur. Solun bu sefer neredeyse tamamının yerel seçimlerde CHP’yi külliyen ya da parçalı olarak destekleme stratejisi ile birlikte aslında Gezi direnişi sonrasındaki pusulasızlığın ve yenilginin kapısı aralandı.

Düzen güçleri tarafından “toplumsal dinamiklerin” sistematik olarak soğurulması işlevinde 2014 yerel seçimler ve “tatava yapma bas geç” sloganı etkili olmuştur. Türkiye solunun bununla baş etme stratejisi yoktu. Gezi direnişini ileriye taşıma stratejisi örülemediği oranda, Türkiye solu hep büyük direnişin ağırlığı altında ezildi durdu.

Dolayısıyla güçlü bir çıkış o dönemde de yapılamadı.

2014-2015: Bu sefer de HDP’cilik

Türkiye solunda Haziran Direnişi’nin temsiliyeti üzerinden kendisini var etmeye çalışan “Birleşik Haziran Hareketi”, 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra CHP’nin Taksim Mitingi’ne katılarak, düzen solunun bir parçası olmanın somut örneğini oluşturmuştu. Haziran Direnişi’ni kendisine referans aldığını ve bundan böyle “Haziran’dan önce Haziran’dan sonra” gibi bir söylemle sol tarihin yeni bir sayfası açıldığını “iddia edenler”, 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden hemen sonra yine CHP’nin peşine takılmaktan vazgeçmemişti. Aynı CHP bir kaç gün sonra Yenikapı’da AKP ile kol kola “Yenikapı ruhu”nda buluşunca, Saray’a karşı mücadele ettiğini söyleyenler ortada kalmıştı. Dün HDP’nin bugün CHP’nin peşine takılmak, solun pusulasızlığının somut örnekleriydi.

Kürt siyasi hareketinin, Gezi direnişinin arkasında “darbeci güçler”in olduğuna dair bir tespite sahip olduğu ve bu tespitin aslında AKP ile başlatılan “çözüm süreci”nin zarar görmemesi için yapıldığını bugün herkes biliyor ve görüyor.

İlginç bir şekilde, Gezi direnişi sonrasında ikinci perde ise 2015 genel seçimlerinde HDP’nin barajı geçme ihtimali ile birlikte AKP’nin devrilebileceğinin stratejik bir hedefe dönüşmesi şeklinde Türkiye solunun karşısına çıktı.

Bu sefer HDP’cilik pusulayı şaşırttı. Meclis’te milletvekilliği hayalleri kuran çocukça düşlerden, HDP ile CHP’yi birleştirmeye çalışan oyunlara kadar Türkiye solunun ana unsurları bir kere daha yapması gereken şeyi tarihe havale ederek düzen içi mücadele yöntemleri, araçlar ve odaklar ile işbirliğini tercih etti.

Gezi direnişi bugün Türkiye sosyalist hareketinin ulaşmak, hedeflemek ve aşmak zorunda olduğu bir eşik. Bunu görmezden gelen, bunun örgütlenmesi için ter dökmeyen, gündelik siyasi manevralarla yol almak imkansız ve artık birbirinin kopyası olduğu ayyuka çıkan siyaset tarzını çöpe atmaktan başka çare yok.

Nereden nereye diye düşünmek gerekiyor. 2010 yılında topluma bir nebze de umut olmayı başarabilen Türkiye solu, onlarca merhaleden geçti ve esas sorunun yanıtı hala verilmekten kaçılıyor: Bu ülkede sol emekçileri örgütlemeyecekse, sermaye diktatörlüğüne karşı onların temsiliyetini üstlenmeyecek ve Gezi direnişini bu şekilde yarınlara taşımaya çalışmayacaksa “Ne yapıyoruz?” diye sormanın zamanı gelmiştir.