Adalet: Sadece duvarda mı kalacak?

Adalet: Sadece duvarda mı kalacak?

25-06-2017 11:30

  Adalet: Sadece duvarda mı kalacak? Mahkeme duvarlarında büyük harflerle yazar, “Adalet mülkün temelidir.” Bugün bir yanda Türkiye’nin kurucu partisi ve en büyük düzen muhalefeti partisi olan CHP Genel Başkanı adalet için yürüdüğünü söylerken, diğer yanda AKP yandaşlığına savrulmuş ulusalcıların sesi Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek yargıyı “son 50 yılın altın devri” diye buyuruyor.... View Article

 

Adalet: Sadece duvarda mı kalacak?

Mahkeme duvarlarında büyük harflerle yazar, “Adalet mülkün temelidir.”

Bugün bir yanda Türkiye’nin kurucu partisi ve en büyük düzen muhalefeti partisi olan CHP Genel Başkanı adalet için yürüdüğünü söylerken, diğer yanda AKP yandaşlığına savrulmuş ulusalcıların sesi Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek yargıyı “son 50 yılın altın devri” diye buyuruyor.

Neresinden tutacağız, nasıl anlayacağız?

En baştan not etmek yararlı olacak. Adalet, Marx’a göre, ancak “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” ilkesi hayata geçirildiğinde gerçek anlamda var olacaktır. Bunun öncesinde hukuk ve adalet kavramları kuşkusuz mevcut toplumsal düzenin dışında ve onların bir aracı ve görüntüsü olmaktan öteye var olmayacaktır.

Öyleyse, adaleti nerede aradığımız ve kimden beklediğimizin bir önemi olmalı.

Sömürü düzeninden adalet çıkar mı?

Dileyen kolaylıkla bu düzenin yarattığı eşitsizlikleri bulabilir. Zaman zaman yayınlanan istatistikler dünyada üretilen zenginliğin ve servetin nasıl paylaşıldığını, pek çoğumuzun üzerinde bile durmadığı barınma, ısınma, aydınlanma, su, gıda gibi en temel ihtiyaçlara sağlıklı ve düzenli erişimin nasıl milyarlarca hemcinsimiz için bir hayalden ibaret kaldığını, şirketlerin karlarının insan yaşamından ne kadar önemli olduğunu, eğitim, sağlık gibi en temel hizmetlerin nasıl piyasaya açıldığını ve parası olanlarla olmayanların bu temel hizmetlere erişimleri arasında nasıl bir uçurum olduğunu görüyoruz.

Sömürü düzeninin üretim ilişkilerinden başlayarak tüm toplumsal ilişkileri aynı eşitsizlik içinde belirlediği koşullarda düzenin mahkemelerinden adalet beklentisi, kuşkusuz Godot’yu beklemek kadar sonuç alıcı olabilir.

Gerçek adalete ulaşılamasa da, en azından ona yakınlaşmak için bile öncelikle sömürü düzeninin ortadan kaldırılması gerekiyor. Bunu akıldan çıkardığımızda düzeni düzeltebilmek ya da düzen güçleriyle düzen dışı taleplere ulaşmak gibi hülyalar kapımızı çalacaktır.

Sınıflar mücadelesinin sonuçları

Bununla birlikte, sınıflar mücadelesinin bir yönünün de, mücadelenin verili anındaki güçlerin ve dengelerin düzenin yapısal kurumlarına yansımaları da oluyor. Yükselen toplumsal tepkilerin zaman zaman sağladığı sonuçları bildiğimiz gibi 1970’lerde toplumsal mücadelelerin yarattığı dengelerin mahkemelerde de bir takım sonuçları görülüyordu.

Bu anlamda, sınıf mücadelesinin bir parçasının adalet mücadelesi olması da kabul edilmeli.

Buna karşın, uzunca bir süredir üstün olan ve artık kendisini “millete” küfredecek kadar rakipsiz gören patronların, kendi düzenlerinin meşruiyetini sağlama kaygılarını dahi rafa kaldıracak kadar saldırganlaştıkları bir dönemden geçiyoruz.

Böyle bir dönemde, düzenin kendi kavgalarıyla ve çekişmeleriyle düzenin yarattığı eşitsizliklerle mücadele arasında büyük bir açı olduğu kuşkusuz. Bunların birbirlerini etkilemesi de, ilkinin ikincisine malzeme sunması da bu gerçeği ortadan kaldırmıyor. Yani adalet talebi meşru olsa da, kimin talep ettiği, niçin talep ettiği sorularının cevapları her zaman önem taşıyor.

Türkiye’nin adaletsiz düzeni

Doğan Avcıoğlu kitabını bugün yazsaydı, adını “Türkiye’nin Düzeni” olarak bırakır mıydı bilinmez. Ama Türkiye’nin son on yılında yaşananlar düzeninin giderek daha fazla kırıp döktüğü de gerçek.

Türkiye, Manisalı çocuklardan, Gaziantep’te baklava çalan çocuklardan, gözaltında kayıplardan, işkencelerden adaletin olmadığını öğrendi.

Türkiye, katledilen aydınların, gazetecilerin, bilim insanlarının, sanatçılarının, akademisyenlerinin, savcılarının bulunamayan katilleriyle adaletin nasıl kaçırıldığını öğrendi.

Türkiye, yargılamalar ve yasalar yoluyla bir rejimin nasıl çöktüğünü, nasıl yenisinin inşa edilmek istendiğini, devletin nasıl yeniden şekillendirildiğini görerek adaletin kimin işine yaradığını öğrendi.

Türkiye, hakkını aradığında karşılaştığı yasaklamalar, gördüğü şiddet, uğradığı soruşturma ve yargılamalarla aldığı cezalarla adaletin kimden yana olduğunu öğrendi.

Bu adaletsiz düzeni değiştirmek için yürünmedikçe adalete ulaşmak mümkün olmayacaktır.