Mevzu Stalin değil

Mevzu Stalin değil

25-10-2017 23:56

Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresi'nin sonunda, sadece delegelerin katıldığı bir toplantı daha yapılır ve bu toplantıda etkileri bugüne kadar devam eden ve görünen o ki daha da devam edecek olan bir tartışma başlatılır.

Orhan Deniz

 

Hruşçov gizli konuşmasına başlarken, sunduğu raporun amacının “Parti’nin bugünü ve geleceği için muazzam bir önemi olan bir sorunla”  ilgili olduğunu belirtir ve sorunu “Stalin kültünün, parti disiplininde, parti demokrasisinde, devrimci yasallıkta giderek artan bir dizi bozulmanın belirli bir özel kaynağına dönüşen bu kültün, nasıl tedrici bir şekilde büyüdüğü sorunu” şeklinde tanımlar.

Kişi kültü (ya da kişi putlaştırması) tartışması Hruşçov’un konuşmasından önce de gündemdedir, ama yapılan gizli konuşma tartışmayı çok daha büyük ve tehlikeli bir evreye taşır. Hruşçov, Stalin’in her şeyi gören, her şeyi düşünen, her şeyi yapabilen, davranışlarında yanılmaz olduğu varsayılan bir süper insan olarak yüceltildiğini, bunun kolektif parti liderliği ilkesine zarar verdiğini ve bunun henüz kavranamayan sonuçlar ortaya çıkardığını iddia eder ve Marx’tan, Lenin’den örneklerle kendi pozisyonunu güçlendirmeye çalışır. Konuşmanın devamında özellikle 1930’lu yıllardan sonra muhalefete karşı yürütülen mücadeleyle ilişkili yapılan uygulamalar gündeme getirilir ve tüm bunların Stalin’le, Stalin’in putlaştırılmasıyla ilişkisi kurulur, Stalin’in Sovyetler Birliği’ni ilgilendiren bir çok kritik noktada çok büyük hatalar yaptığıyla ilgili iddialar sıralanır ve kişi kültünü yok etme çağrısı yapılır.

Stalin ne yapmış?

Peki, gerçekten Stalin kendisine yönelik bir putlaştırmayı desteklemiş, böyle bir putlaşmanın büyümesine izin vermiş midir? Bu soruya “tarafsız” bir yanıt verebilmek ne derece mümkün? Kendi adımıza bunun pek de mümkün olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Tarafsız yanıtlar aramaktansa, taraf olmaya neden olan koşulları, konulan hedefleri ve alınan sonuçları tartışmak daha doğru olacaktır.

Yani, Stalin’i, genç bir komünist olarak Rusya’daki devrimci harekete katıldığı günlerden, bir parti militanı olarak yerine getirdiği görevlerden, partinin içinden geçtiği zorlu dönemlerde sergilediği tavırlardan, sosyalist iktidarın korunmasından, ayakta kalmasından ve inşa edilmesinden, faşizmin yenilmesinden bağımsız, bunları gözardı ederek ya da Hruşçov’un konuşmasındaki “raporun amacı Stalin’in bütün yaşam ve faaliyetlerini değerlendirmek değildir” el çabukluğuna kanarak değerlendirmek büyük bir yanlış olacaktır. Stalin’in kendisine yönelik yüceleştirme, putlaştırma vb. davranışlara karşı tutumunu gösteren çeşitli örnekler vardır.

Örneğin, en kritik makam olarak görünen Genel Sekreterlik’ten farklı zamanlarda istifa etmek ister, fakat bu talebi kabul edilmez.  Ya da kendisini, kendisiyle ilgisi olmayan bir gösterinin önderi olarak tarif eden resme müdahale edip “bu doğru değil” diyerek basılmasını engeller. Kendisine mektup yazan bir parti üyesine, Şatunov’a, verdiği yanıtta “Bana olan ‘sadakat’inizden söz ediyorsunuz. Belki bu tesadüfen kaleminizden dökülmüş bir ibaredir. Belki… Ancak tesadüfi değilse size kişilere sadakat ‘ilke’sini terk etmenizi tavsiye ederim. Bu Bolşevikçe bir davranış değil. Sadakatiniz işçi sınıfına, onun partisine, onun devletine olsun. Bu gerekli ve iyi bir şey. Fakat buna kişilere sadakati, şu boş ve lüzumsuz allamece işleri karıştırmayın.” uyarısını alenen yapar.

Benzeri örnekler çoğaltılabilir. Tersiyse, yani Stalin’in kendisini yüceltip, etrafındakileri hor gördüğü örneklerse, ne Stalin’li yılları yaşamış komünistlerin ne de o dönemlerde Sovyetler Birliği’ne gitmiş diplomat, gazeteci ya da sanatçıların aktarımlarında bulunmaz.

Gizli konuşma neye yaradı?

Stalin, Sovyetler Birliği’nin ömrünün yarısına yakın bir süre en üstteki isim olarak görev yapmıştır ve sosyalizm karşıtı propagandanın da hedef tahtasına oturttuğu ilk isimdir. Stalin şahsında somutlaşan anti-sosyalist ve anti-Sovyetik propagandanın nirengi taşıysa Hruşçov’un yaptığı konuşma olmuştur.

Hruşçov’un böyle bir konuşmayı niye yaptığıyla ilgili çeşitli hipotezler vardır. Bunlar arasında, örneğin Hruşçov’un Stalin’e (ve diğer bazı parti yöneticilerine) kişisel bir kin beslediği, Hruşçov’un aslında Buharinci örgütün bir üyesi olduğu ve kendini uygun koşulları buluncaya kadar sakladığı gibi iddialar da vardır, fakat bunların maddi olarak ispatlanmaları mümkün değildir (en azından şimdiye kadar bu yönde somut belgeler bulunmamıştır). Önemli bir diğer iddiaysa Hruşçov’un bu konuşmayla parti içerisindeki konumunu sağlama almayı ve muhalifleri bastırmayı hedeflediğidir. Hruşçov’un parti içindeki pozisyonu ve 20.Kongre sonrası gelişmeler gözönüne alındığında bu iddia daha mantıklı görülmektedir. Hruşçov’un pozisyonunu güçlendirmek için Sovyetler Birliği tarihindeki en güçlü figüre saldırması akla yatkın bir hamledir.

Ama bu hamlenin sonuçları Hruşçov’un boyunu fazlasıyla aşmıştır. Gizli konuşmanın ABD öncülüğünde başlayan Soğuk Savaş’la zamansal örtüşmesi, Stalin döneminde yapılan yanlışlardan kurtulma adına içeride yapılan ekonomik ve politik hamleler hem uluslararası alanda hem de Sovyetler Birliği ülkelerinde sosyalizmin zarar gördüğü bir sürecin zeminini oluşturmuştur. Hruşçov’un Stalin’e yaptığı saldırının yarattığı asıl tahribat, iktidarın alınmasından faşizmin yenilmesine kadarki tüm olağanüstü dönemlerde tüm Sovyet halklarına güven verebilen, onları siyasal olarak yönlendirebilen bir önderliğe saldırılmasında aranmalıdır. Hruşçov, bilinçli veya değil, sosyalizmin çözülüşüne doğru giden yolun temelini atmış, Sovyet insanının aklını kuşatacak ideolojik saldırı için burjuvazinin eline muazzam bir koz vermiştir.

Gizli konuşmayla hızlanan Stalin karşıtı kampanya bazı başarılar elde etmiştir.  Ama, dikkat çekicidir ki, özellikle eski sosyalist ülkelerde Stalin halen halkın en sevdiği liderler arasında olmasını değiştirememiştir. Neden mi?

“Bugün hiç bir ses, Stalin dönemi konusundan son söz olarak kabul edilemez. Stalin, ancak tarih tarafından yargılanabilecek kimselerdendir; yaptığı işlerin asıl niteliği, gözden uzaklaştığı ölçüde aydınlık hale gelmektedir. Biz en azından şunu biliyoruz: 1928 yılında o, tek bir ülkede, düşman bir dünya ile çevrilmiş geri bir köylü ülkesinde sosyalizmi kurmaya başlamıştır. O işe başladığında Rusya, köylüydü, cahildi; bitirdiğinde ise, dünyanın ikinci büyük sanayi gücüydü. Ülkeyi iki kez kurdu: Hitler istilasından önce ve bir de savaşın yıkıntıları üzerine. Bu sonsuza dek onun hanesinde kayıtlı kalacak; bu işin mühendisliğini o yaptı.” (*)

 

(*) Anna L.Strong, Stalin Dönemi

Yazı için ayrıca Grover Furr’un Hruşçov’un Yalanları kitabından ve Hruşçov’un 20.Kongre Gizli Raporu’ndan yararlanılmıştır.