Metal işçisi tekellere geri adım attırdı, ya biz?

Irmak Ildır yazdı: Metal işçisi tekellere geri adım attırdı, ya biz?

“Mankurtlaştırma” tarihsel olarak eski çağlarda kalmış çirkin bir yöntem. Özellikle Orta Asya efsanelerinde geçen ve “bilinci olmayan köle” manasına gelen mankurt, işkence yoluyla bilinci yok edilmiş topluluklar için kullanılırdı. Yöntem çirkin olduğu için burada detayları vermiyorum ancak daha sonraları bu kavram siyasal yazında sıkça kullanılır oldu.

Önceleri sağcı yazında bu kavram toplumumuzun Batılılaşma ile köklerinden koptuğunu ve Batı’nın kölesi olduğunu iddia etmek için kullanılıyordu. Daha sonraları bu kavram bir kenara bırakılarak terk edildi. Şimdilerde ise ara sıra muhalif basında kullanılan ve “toplumun duyarsızlığını”, “bilinçli köleliliğini” ifade eder oldu.

Öte yandan, bu tespit her zaman herkesi kapsamıyor. Bu kapsamama halinin örneklerinden bir tanesiyle geçtiğimiz hafta gözlemlendi. Gerçi ülke siyasetinin hızla akmasından gerek geçtiğimiz hafta basında çok yankı bulmadı. Bu gözlemlenen olay metal işçilerinin greviydi. Birleşik Metal İşçileri Sendikası öncülüğünde 20 Ocak tarihinde başlatılan grev son yıllarda pek çok örneğini gördüğümüz şekilde “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklandı.

Bu yasağa rağmen işçiler greve devam etti ve grev kazanımla sonuçlandı. Birleşik Metal sendikasıyla Elektro-Mekanik İşverenleri Sendikası arasında yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinde, sendikanın talep ettiği ücret artışı ve sosyal haklar büyük oranda kabul edildi. Elbette anlaşma hükümleri grev öncesinde sendikanın talep ettiklerinden geri; ancak işçiler iki yıllık süre açısından ciddi bir ücret artışı sağladılar.

Böylece grev yasağına rağmen işçiler bu süreci “yenilmeden” tamamlamış oldu. Daha önce bu köşede grev öncesinde bu konuya pek çok kez değinildiği için yeniden grev sürecinin detaylarını burada ele almayacağız. Ancak grev sürecinin açığa çıkarttığı iki gerçek var.
Bu gerçeklerin başında yazmamız gereken şey, sermayenin işçilerin birliği ve kararlı duruşu karşısında yapabileceği şeylerin sınırlı olduğudur. Dolayısıyla ortaya çıkan her hareket, sermaye karşısında kazanım sağlamak istiyorsa sermayenin zayıf noktasına oynamak zorunda. Metal işçilerinin grev yoluyla kazanım elde edebilmesinin arkasında yatan nedenlerden biri de budur. Bu nedenden ötürü işçi sınıfı hareketinin merkezinde hala “geleneksel sanayi işçileri” önem arz etmektedir.

İşçi sınıfı mücadelesinin yükselmesi gereken zemini, aynı zamanda lokomotif bir güç olarak düşünülmesi gereken, geleneksel sanayi işçilerine basmadan mümkün değil. Bunu başarmak için hem bu kesimin “örgütsel deneyimlerini” tahkim etmek, hem de mücadelelerini hızla siyasallaştırmak gerekli.

Diğer önemli sonuçlardan bir tanesi, AKP’nin “milli güvenlik” olgusunun “uluslararası tekeller” için geçerli olduğudur. Bir başka deyişle onların anladıkları “millilik” ve “güvenlik” sermaye sınırlıdır. Oysa greve çıkılan firmaların sermayelerinin kökenlerine bakacak olursak:

GE Grid Solutions, ABD-Fransız ortak firması; Schneider Electric ve Enerji, Fransız firması; ABB Türkiye, İsveç-İsviçre ortak firmasıdır.

Bu dört firma da çok uluslu şirketler olarak göze çarpmakta ve dünya çapında 2015 yılı verisiyle 100 milyar dolardan daha fazla gelire sahiptir. Elbette net kârları bunun daha aşağısında ama gene milyarlarca dolarlık büyüklüğe sahip tekellerdir.

“Yerli ve milli” yönetim anlayışı peşinden koştuğunu iddia edenlerin çokuluslu şirketlerin çıkarlarını milli güvenlik olarak ilan etmesi; sermaye düzenin gerçeklerini bir kere daha hatırlatmış oldu. İşçilerin yerli-yabancı sermaye gruplarına karşı her ciddi mücadele çıkışı AKP tarafından yasaklanmakta, karşısına “milli güvenliği tehlikeye düşürücü olasılıklar” sıralanmaktadır.

İşte bu sonuçlar işçiler açısından öğretici olmalı. Greve çıkan metal işçilerinin bugün işyerlerinde karşı karşıya kaldıkları durumla akıllarına şu sorunun gelmesi son derece olası:  “Bir gecede grev kararını milli güvenlik gerekçesiyle erteleyenlerin bizim çıkarlarımızı savunabilmesi mümkün mü?”

Bu soruya samimiyetle cevap verecek metal işçisi bugün öğrendiklerini yarın da kullanacaktır.

* * *

Metal işçilerinin öğrendiği bu gerçeklik ve yaşayarak gösterdikleri sadece bu soruyla sınırlı değil. Aynı zamanda böylesi bir dönemde metal işçilerinin elde ettiği kazanımın bizler açısından da öğretici olduğunu bir kez daha görmek gerekiyor. Başta en kısıtlayıcı, zorlu koşullarda dahi fiili ve meşru mücadelenin önemini net bir biçimde görülmüş oldu.  Bu durum daha önce Bursa’daki metal direnişinde, Şişecam işçilerinin mücadelesinde de görülmüştü. Fiili ve meşru mücadelenin aşamayacağı engel yoktur.

Diğer yandan bugün ülkede her şeyin bağlandığı yer olan “rejim değişikliği”, kiminle ve nasıl bir yolla yapılmaya çalışıldığı düşünüldüğünde bu değişikliğe nasıl karşı çıkılacağı da ortaya çıkıyor. İnsanların siyasal tercihleri bir yanda dururken, siyasetin sadece “seçmen davranışlarıyla” açıklanmaya çalışması, rejim değişikliğine hayır diyenler açısından kısıtlar doğuruyor. O nedenle “seçmen davranışı analizi” yerine getirilmeye çalışılan yönetim biçimine kimlerin destek verdiği bir kez daha hatırlatılmalı.

Bunun için çok uzaklara ya da uzun boylu analizlere gerek yok. Birkaç gün önce medya şaklabanlarının sosyal medya aracılığıyla başlattığı “Güçlü Türkiye için Evet” içerikli “algı mühendisliği” çalışmasına bakın. Videoyu çekenler milyonlarca dolarlık gelirleriyle bir eli yağda bir eli balda yaşayan bu ülkenin “mutlu azınlığıdır”.

O nedenle bugünkü saflaşma bu anlayışa karşı olmalıdır. Metal işçilerinin elde ettiği kazanım bu saflaşmanın içinde yer bulmalıdır.

Biz değişikliğe sığmayacaksak, tavrımızı bir yandan da bu noktadan güçlendirmeliyiz.

İşte o zaman mankurtların değil, hürlüğün türküsünü söyleyenlerin kazanması mümkün olacak.