Orhan Gökdemir ne anlatıyor? Atatürkçülük ve sentetik tarih yaratma girişimi...

MERCEK | Orhan Gökdemir ne anlatıyor? Atatürkçülük ve sentetik tarih yaratma girişimi...

Orhan Gökdemir ne anlatıyor? Atatürkçülük ve sentetik tarih yaratma girişimi...

Neşe Deniz Babacan

Geçtiğimiz günlerde Orhan Gökdemir’in soL haber portalında yayımlanan bir yazısı bazı tartışmaları beraberinde getirdi. “Dünün Atatürkçüleri” başlığını taşıyan yazı, 10 Kasım sonrasında (ya da vesilesiyle) yazılmış. Ancak yayımlandığı yayın organında neden yer aldığını anlayamadığımız yazı, gerek bahsettiği meselelere siyasal yaklaşımı, gerekse komünistlere bakışı bağlamında sorunlu yanlar taşıyor.

Öncelikle bir noktanın belirginleştirilmesi önemli. Siyasi tartışma, özellikle sol içerisinde belli bir düzeyi taşıdığı oranda ilerletici olabiliyor. Türkiye’de bunun yapılabildiği zeminlerin oldukça sınırlı olduğu herkesin malumu. Yüksek siyaset ve burjuva düzeninin siyasal paradigmaları özellikle sol kesimler üzerinde ya da kendini komünist olarak tanımlayan özneler içerisinde karşılık bulabiliyor.

Pratik örneğini geçtiğimiz 10 Kasım ve 29 Ekim sürecinde gördük. Özellikle 10 Kasım’da Türkiye’de düzenin tüm unsurları kendilerini “Atatürkçülük” testinden geçirdiler. Bu noktada kadim Atatürkçü unsurların yaklaşımlarını biliyoruz. Ancak bugüne kadar Mustafa Kemal ve 1923 Cumhuriyeti ile açıktan kavgalı unsurların bu yönelim içerisine girmesi ise bir yandan şaşkınlık yaratırken, bir yandan ise AKP’nin ya da Tayyip Erdoğan’ın pragmatizmi olarak yorumlandı.

Tüm bu sürece farklı bir pencereden bakılırsa meselenin o kadar basit olmadığı görülecektir. Türkiye’de devlet ve düzenin neredeyse bütün unsurlarının eş zamanlı olarak “Atatürk’te birleşme” tercihinde bulunmasının emperyalist kapitalist sistemle ve bunun Türkiye’deki karşılıkları ile bir ilgisi olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu noktada ise iki başlığın ön plana çıktığı söylenebilecektir. Birini, emperyalizmin Ortadoğu’daki yönelimleri ile birlikte siyasal İslamcılığın geri çekilmesi olarak not etmek gerekir. İkincisi ise Türkiye’de 1923 Cumhuriyeti’nin yıkılışı ile birlikte kurulmaya çalışılan İkinci Cumhuriyet’in mutabakat arayışına Atatürkçülüğün malzeme edilmesi olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’de solun Mustafa Kemal’e bakışında egemen olan çarpık bakışı bir kenara bırakalım. Bugün ülkemizde komünistler, piyasacılık, gericilik ve emperyalizm işbirlikçiliği sonucunda 1923 Cumhuriyeti’nin yıkıldığını ve kurtuluş yolunun sosyalizmden geçtiğini ifade ediyorlar. Türkiye’de komünistlerin cumhuriyetin kuruluş dinamiklerine ve Ekim Devrimi’ne yaptıkları vurgu ile birlikte, Mustafa Kemal’e atfettikleri önemin tartışılır bir yanı bulunmuyor.

Ancak Orhan Gökdemir’in yazısında ise bu vurgu ve önemin başka bir noktaya çekildiğinde, sentetik bir tarih algısı üzerinden nasıl çarpıtılabileceğine ve komünistlerin düzenin güncel bir yönelimine nasıl yedeklenebileceğini görebiliyoruz. Uzunca olacak ama alıntı yapacağız. AKP Türkiyesi’ni eleştirdiği yazısında Gökdemir şöyle bir bölüme yer veriyor:

“Beni en çok duygulandıran mesaj ise bir TKP’liden geldi 10 Kasım’da. Şöyleydi paylaşımı; “80 öncesi TKP üyesi bir abim mesaj atmış. ‘Suphi’nin katili Mustafa Kemal’i anıp duran TKP olmaz, bu ismi kullanmayın siz Kemalist oldunuz yazıklar olsun’ demiş. Bu sözü söyleyen abinin CHP delegesi olması ülkemizin geldiği manyaklığı özetliyor.” Hakikaten böyle bir manyaklık var ülkemizde. Yaygın hem de. Sorsan o da Atatürkçüdür!

Şeyh Sait’i ananlar Mustafa Kemal’in anılmasına karşı mesela. Hayır, Şeyh Sait’i bastırdığı için değil Mustafa Suphi’yi öldürdüğü için! Robespierre’i Danton’u öldürdüğü için, Stalin’i de Troçki’yi öldürdüğü için sevmiyorlar zaten. Böylece devrimler tarihinden daima devrimlerden nefret edecek malzeme devşirmeyi başarıyorlar.

Büyük devrimci Robespierre, büyük devrimci Danton’u nahak yere öldürdü evet; sonra kendisi de nahak yere öldürüldü. Yas tutuyoruz arkalarından. Ama Danton’u Danton yapan uğradığı haksızlık değil, Lui ve karısı Marie Antoinette’i gözünü kırpmadan idama göndermesi. Fransız Devrimi diyoruz buna. Troçki nahak yere öldürüldü evet ama onu da Kızılordu’nun kurucusu olarak hatırlıyoruz. Çarın celladıdır, yakışıklıdır. Cephemizin en önünde bulunmuş bileği bükülmez bir devrimcidir. Ekim Devrimi diyoruz. Vuruştular, öldüler, öldürdüler; Devrim içindir.”

“‘Cumhuriyet mi yoksa Mustafa Suphi mi’ diye bir soru mu olur? Cumhuriyet tabii ki. Demem o ki, bir devrimcinin haksız ölümünü gerekçe gösterip devrimden nefret eden karşı devrimcinin önde gidenidir. Tarih böyledir. Mustafa Kemal’in yarım bıraktığını Mustafa Suphi’nin mirasçıları tamamlar. Yıkılanın yerine sosyalist bir cumhuriyet kurarız. Mustafa Suphi Karadeniz açıklarından kalkıp gelir, bize katılır o gün. Hep birlikte Mustafa Kemal şerefine içeriz!”

Türkiye’de sosyalizm mücadelesi verenler açısından en hassas meselelerden biri olan TKP’nin kuruluşu ve önderliğinin tasfiyesine bu kabalıkla yaklaşmaya karşı bir çift lafımız olması ise normal kabul edilmeli.

Kendisini Marksist bir aydın olarak gören Gökdemir günümüzün moda akımı olan “Atatürkçüleşme” sürecine dayanak noktası olarak Mustafa Suphi’yi kullanmasına eleştirimizin, cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanlığına sıkıştırılamayacağı bilinir, bilinmeli. Öncelikle bu kayıtla başlamak gerek.

Türkiye’de yapılan en önemli çarpıtmalardan bir tanesi farklı tarihsel olguların aynı zeminde çakıştırılarak size göre en önemli olgunun ön plana çıkartılmasıdır. Tarihsel materyalizm ile uzaktan yakından alakası olmayan bu yöntemin idealizme yakın olduğu ve Marksizm’den bayağı uzak bir zeminde kendini var ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Gökdemir de Danton, Troçki ve Mustafa Suphi benzetmesi ile tam da bunu yapmakta, devrimci dinamikler ve bunların çevresinde olan gelişmeleri tarihten soyutlayarak birbiri ile çakıştırmaktadır. Çakıştırmanın yarattığı sentetizm dışında Marksist tarih anlayışından bihaber olmadığını tahmin edebileceğimiz Gökdemir bir de çarpıtmaya imza atmaktadır.

Robespierre Danton’u ezdi, Troçki öldürüldü, Mustafa Suphi de cumhuriyet kurulurken arada gitti işte…

Merkeze koymak istenilen şey nedir? Gökdemir’de bunun yanıtı yoktur…

“Her devrimde arada kaynayanlar olur” demek istiyorsa, Danton’un da, Troçki’nin de, Suphi’nin de o kadar küçük figürler olmayacağını biliyor olmalı…

“Her devrim kendi evlatlarını yer” demek istiyorsa, Mustafa Suphi’nin Ekim Devrimi’nin evladı olduğunu da biliyor olmalı…

Üç devrime yapılan vurgu üzerinden kendisinin bugünkü pozisyonunu meşrulaştırmaya çalışan Gökdemir, Fransız Devrimi’ne, Ekim Devrimi’ne ve Türkiye’deki 1923 Devrimi’ne nasıl yaklaşılması gerektiğini biliyor olmalı.

Üzerine bir de bahsettiği üç figürü eşitleme çabası ise tarih çarpıtıcılığının bir türü olarak ortaya çıkıyor. Üç devrim üzerinden üç figürün oynadıkların yerler ve tarih sahnesinde oturdukları zeminler farklıdır. Dolayısıyla ne Danton ile Mustafa Suphi arasında bir benzeştirme yapılabilir, ne de Troçki’nin Ekim Devrimi’ndeki rolüne atıf yapılarak Mustafa Suphi ile bir benzeştirmeye gidilebilir. Gökdemir’in bu üç kişiye dair duygusal olarak ne hissettiği ise siyasetin konusu ne yazık ki değildir.

Yazısının devamında 1923’ün kuruluş dinamikleri ve burada Suphiler’in durduğu yeri karşı karşıya getirmeye çalışanlara karşı olduğunu söyleyen Gökdemir, eleştirdiği şeyi kendisi yapıyor. “Cumhuriyeti’i mi yoksa Suphiler’i mi tercih ederdiniz?” diye bir soruyu sorarak yerini belli ediyor. Marksist tarih anlayışına göre Mustafa Suphi ile Cumhuriyeti’i ya da Mustafa Kemal ile Mustafa Suphi’yi karşı karşıya getiremezsiniz. Ancak sınıfları, özneleri, bunların temsil ettikleri değerleri ve devimci durumlardaki iktidar kavgalarında herkesin oturduğu yeri tespit edebilirsiniz.

Ekim Devrimi’nin gölgesinde emperyalist işgal ve saldırganlığa karşı harekete geçen güçlerin arasındaki olguları değerlendirirken meseleyi tarih dışına çıkartırsanız olmaz. Görüldüğü kadarıyla Gökdemir bunu bilinçli yapmakta, güncel pozisyonunu güçlendirmek için tarih içerisindeki olguları seçerek kullanmaktadır.

Oysa ki, tarihsel olguları kendilerinden daha büyük ve ileri olguların üstünde göstererek eşitleyemezsiniz. O yüzden Ekim Devrimi ile Türkiye’deki burjuva devrimini eşitlermek ne yazık ki mümkün değil. Her ikisinin de çeşitli dinamiklerinin çakışması, tarihte oturdukları yer ve geldikleri noktalarda benzeşmeler olması ise biraz önce söylediklerimizi yanlışlamayacaktır. Tersinden insanlık tarihindeki tüm olguları doğru bir şekilde değerlendirebilmemizin yolu budur.

Buradan hareketle, Gökdemir kelime oyunu olarak göremeyebileceğimiz bir şey daha yapıyor. Devrim sepeti içerisine bütün devrimleri doldurarak, buradan karşı devrimci güçleri tasnif ederek, siyasette ara sıra başvurulan bir yöntemi kullanıyor.

Daha önce de ifade ettik, 1917 Ekim Devrimi ile 1923’te ülkemizde cumhuriyetin kuruluşu ile sonuçlanan devrimci sürecin çakıştıkları noktalar önemlidir. Ancak devrimlerin karakterleri üzerinden yapılan tasniflerin günümüze taşınarak buradan soyutlamalara gidilmesi ise sonuçta her türlü çarpıtmanın kapısını aralayabileceğiniz bir yolu açmaktadır. Orhan Gökdemir bugünkü pozisyonunu aklamak için tam da bu yöntemi kullanmaktadır. “Stalin öldürtmesine rağmen biz Troçki’yi pek bir severiz” ve “Cumhuriyet kurulurken Mustafa Suphi’nin öldürülmesini de geri plana atabiliriz” gibi her ikisi de biçim ve içerik olarak sorunlu yaklaşımı bugün “Atatürk’ü sahiplenmenin” yolu olarak devreye sokmak ne Marksist bir aydının işi olabilir, ne de bir komüniste yakışabilir.

Gökdemir ağzındaki baklayı ise ilgili pasajın sonunda çıkartıyor ve Türkiye’deki Milli Demokratik Devrim (MDD) çizgisinin ana önermesi olan yarım kalan devrimin tamamlanması görevini komünistlere veriyor. Sonrasında ise bir önceki önermesinde yer alanın tersinde cumhuriyetin yıkıldığını ve yerine sosyalist bir cumhuriyetin kurulması gerektiğini savunuyor. Dolayısıyla ortada bir mantıksızlık olduğu açıktır.

Bizim Mustafa Kemal’e bakışımız bellidir. Ancak Türkiye’de sosyalizm mücadelesini demokrasi mücadelesine hapsetmeye çalışan liberal ideoloji ve bunun politik uzantıları ile derdimiz bulunuyor.

Orhan Gökdemir öncelikle devrim kavramını ve tarihi çarpıtmayı bırakmalı. Türkiye’de burjuva devrimi ileri bir hamle olarak gidebileceği noktaya gitmiş ve mantıki sonucuna ulaşmıştır. Bunun farkında olduğunu yazısındaki diğer kısımlardan anlıyoruz. Ancak siyasi yaklaşımlarınızda bir tutarlılık olması gerekir. Gökdemir’de bu tutarlılık yoktur.

Düzenin bütün unsurları Atatürk’e sarılarak düzen içi mutabakatın yolunu açarken, komünistlerin Atatürk resimleri paylaşarak kendi ideolojilerini topluma anlatmalarının mümkün olmadığı açıktır. Biçimsel yaklaşımlar kalıcı değildir ve bu yaklaşımların toplum tarafından takiyye olarak görülmesi muhtemeldir.

Ek olarak yapılan tartışmanın Mustafa Suphi ve TKP’nin kurucu önderliği ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Türkiye solunda yer alan bazı yanlış ve çarpık algılar bunların sahiplerini karşı-devrimci yapmayacağı gibi, meselenin Mustafa Kemal ile Mustafa Suphi arasına hapsedilmesi büyük bir yanılsama ve/veya yanılsatmadan ibarettir. Gökdemir bunu yapmakta ve 10 Kasım vesilesiyle gardroptan çıkarttığı “Atatürkçülüğü”nün argümantasyonunu okurlarına anlatmaktadır.

Bugün öncelikli olarak Türkiye’de devrim ve karşı-devrim cephesinin ne şekilde oluştuğunun net olarak ortaya konulması gerekmektedir. Mustafa Kemal’in Türkiye tarihindeki yadsınamaz rolü ile Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Türkiye devrim ve sosyalizm tarihindeki yerini birbirine karıştırırsanız olmaz. O yüzden Mustafa Kemal ile Mustafa Suphi’yi aynı sepete koyamazsınız. Taş yerinde ağırdır…

Mustafa Kemal’in portresini taşımak ya da sosyal medyadan fotoğrafını paylaşmanın çok kolaylaştığı günümüz Türkiyesi’nde Suphiler’in mirasının ağırlığını kaldırmak ise her babayiğidin harcı değildir.

Hele hele Mustafa Suphi’yi Troçki’ye benzetmek kimsenin haddi değildir. Suphi olsa olsa, Stalin’in safında bulunur.