Kürt sorununda Amerikan barışı sesleri

Kürt sorundaki gelişmeler doğrultusunda son dönem değerlendirmesi.

Kürt sorununda Amerikan barışı sesleri

Bu yazı 24 Mayıs 2017 tarihli Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin 25. sayısında yayımlanmıştır.

Neşe Deniz Babacan

Referandum sonrasında ortaya çıkan gelişmeler Kürt sorununda yeni bir evrenin açılacağına dair kanaatleri de güçlendirmeye başladı. Ortadoğu’daki önemli gelişmeler ile birlikte Kürt siyasi hareketinin gerek Türkiye içerisindeki, gerekse dışarıdaki unsurları bir Amerikan barışına yeşil ışık yakacaklarının sinyallerini vermeye başladı.

Kürt sorununda son gelişmeleri ele alırken ABD’nin YPG’ye Rakka operasyonu için ağır silahlar vereceğini duyurması ile başlayan tartışmalar ile birlikte, Kuzey Irak’taki Kürt devletleşmesini, son dönem gerek Türkiye’deki düzen cephesinden yapılan açıklamalar ve Kürt siyasi hareketinin Türkiye’deki legal kanadının temsilcisi Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklamaları birlikte değerlendirmek gerekiyor.

Önümüzdeki dönemde bu gelişmelerin bölgedeki tüm öznelerin bağlanacağı bir Amerikan barışına bağlanması mümkün görünmektedir.

Bu durumu bir kenara not etmeliyiz. Üzerine ise şu eklenmeli: Geçmişte Kürtler adına konuşanların emperyalizmin tarafında olmaları veya karşı durmaları bir turnusol kağıdı olarak görülmekteydi. Bugün tüm bu parametreler ortadan kalkmış ve “ulusal kurtuluş ve bağımsızlık” adına emperyalizm ile işbirliğinin sorun edilmediği bir noktaya gelinmiştir.

Bölgedeki ikinci gelişme ise, Suriye Kürtlerinin temsilciliğini üstlenen PYD’nin, bölgedeki güçler ile olan ilişkisidir. Suriye’nin parçalanma sürecinde, Suriye’deki meşru iktidarın cephesinde yer almayan PYD’nin geldiği nokta son haliyle büyük güçler (ABD, İran, Rusya) arasına oynamak olarak tanımlanmış görünmektedir. Ancak şunu gözden çıkarmamak gerekiyor. Kendisi çok ata oynamayı seven emperyalizm, ittifak yaptığı unsurlarınsa sadece kendine bağlı olması gerektiği gibi temel bir doğrudan hareket etmektedir. Dolayısıyla son tahlilde PYD’nin bölgedeki Amerikancı çözüme tam boy entegre olması gerekecektir. Yakın zamanda Kürt siyasi hareketinin Avrupa’daki kanadından yükselen Rusya ve İran karşıtı yaklaşımları biraz da bu çerçeveden değerlendirmek gerekmektedir.

Öyleyse önümüzdeki süreçte herkes tercihlerini gözden geçirmek durumundadır. O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor: Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin kurulduğu ve emperyalistlerden tam boy destek aldığı bir ortamda, alınmış olan Amerikan silahlarının “ulusal kurtuluş ve bağımsızlık” adına emperyalistlere doğrultulması ne kadar mümkün olabilecektir?

Bunun çok mümkün olmadığını not edelim ve geçelim ülkemizdeki gelişmelere…

Bölgedeki Amerikan barışının ülkemizde yansımaları olmayacağını beklemek abestir. Dolayısıyla geçtiğimiz hafta yaşanan bazı gelişmeleri bu pencereden bakarak ele almak durumundayız.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın referandum sonrasında yaptığı iki açıklama tam da bu düzlemin üzerine denk düşüyor. Birincisi referandum sonuçlarına meşruiyet katacak şekilde, ‘Evet’çiler ile ‘Hayır’cıların aslında karşıt cephelerde olmadığına, önümüzdeki dönem Türkiye siyasetinde yeni ittifakların şekillenebileceğine vurgu yaptığı açıklama. İkincisi ise, yine benzeri vurgular ile birlikte “Demokratik Cumhuriyet” ve “Dolmabahçe mutabakatına dönüş” çağrısını yaptığı açıklama.

Bu çağrılar cezaevindeki bir liderin düzen cephesine yaptığı rutin seslenmeler olarak görülmemeli. Hatırlanacağı üzere Dolmabahçe mutabakatı kesintiye uğramadan önceki son noktada “çözüm süreci” adına ele alınan temel boyut, Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü karşısında PKK’nin silah bırakması üzerine kurgulanmıştı.

Gerek Türkiye sermaye devleti, gerekse AKP iktidarı açısından bu durum masa başında tartışılan ve ciddi bir şekilde ele alınan bir durumdu.

Demirtaş 2019 yılını hedef gösterdiği açıklamasında demokrasi çağrısı ile birlikte yeni ittifakların şekillenebileceğini ifade etmiştir. Bunların varacağı nokta tam da sermaye sınıfının istekli olacağı, Kürt siyasi hareketinin sisteme daha fazla entegre olacağı bir “Demokratik Cumhuriyet” açılından başka bir şey olamayacaktır.

TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’ten “çözüm” çağrısı:

“Ülke olarak şiddetin son bulması ve Kürt sorununun silahsız çözümü için defalarca girişimlerde bulunuldu. Her bir girişim, bölgedeki yurttaşlarımızın ve aslında tüm halkımızın çözüme ne denli istekli olduğunu gösterdi. Önümüzdeki dönemde, silahlı mücadelenin bir daha geri dönülmemek üzere muhakkak terk edilmesini ve bunun koşullarının sağlanmasını arzu ediyoruz. Bunun için siyaset kanalının önünün açılması ve siyasetin, diyalogun çözümün mimarı olmasını sağlayacak koşulların oluşturulması gerektiğine inanıyoruz.” (14 Mayıs 2017)

Şimdi gelinen noktada ise Demirtaş’ın yaptığı çağrıların nereye denk düştüğünü yukarıda ele aldıklarımız ile birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Kabaca sıralamak gerekirse:

ABD’nin Kürt sorunu ve Kürt siyasi hareketi üzerindeki hegemonyası artmıştır.

Türkiye’de sermaye devleti ve AKP iktidarı bunu görmektedir, ona göre pozisyon alacaktır. AKP iktidarının elindeki koz hendek savaşları üzerinden bölgedeki hakimiyetini arttırmış olmasıdır. AKP bunu siyasi kazanıma dönüştürmek isteyecektir. Burada unutulmaması gereken nokta Türkiye’de sermaye sınıfının da, devletin de, AKP iktidarının da emperyalist hegemonyanın dışına düşemeyeceği gerçeğidir.

Kürt siyasi hareketi, Irak’taki Kürt devletleşmesi ile birlikte Türkiye’deki pozisyonunu gözden geçirmek ve bunu olası bir Amerikan barışı şemsiyesi altına yerleştirmek durumunda kalmıştır. Demokratik Cumhuriyet ve yeni ittifak çağrılarının anlamı buradan okunmalıdır.

Önümüzdeki aylar ve hatta birkaç yıl boyunca bu gündem yeniden ve farklı bir içerikle Türkiye’de emekçi sınıfların gündemine girecek gibi görünmektedir.

İşte bu yüzden Selahattin Demirtaş ve TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’in “çözüm süreci” açıklamalarının aynı zamana denk gelmesini bir de bu çerçeveden ele almakta sonsuz fayda vardır.

 

Selahattin Demirtaş’tan “Demokratik Cumhuriyet ve Dolmabahçe mutabakatına” dönüş çağrısı:

“Ancak toplumun EVETÇİLER ve HAYIRCILAR olarak iki ayrı kamp şeklinde değerlendirilmesini yanlış ve tehlikeli görüyorum. Hele hele EVET diyen seçmen kitlesinin demokrasi karşıtı ya da demokrasi düşmanı olarak ifade edilmesi siyasi körlükten ve halkı aşağılamaktan başka bir şey değildir. Bu nedenle demokrasi bloğunu sadece HAYIRCILAR olarak ifade etmek, toplumun geri kalan yarısını haksızca itham etmektir. Herkes bilmeli ki, demokrasi ortak paydasında önümüzdeki dönem yeni ittifak olasılıkları şekillenebilir. 2019’a kadar birçok siyasi parametrede değişiklikler olacaktır.” (5 Mayıs 2017)

“Binbir emekle gerçekleştirdiğimiz, ama bir türlü nihayete erdiremediğimiz, en son Dolmabahçe Sarayı’na gömülen barış umutlarımızı yeniden ve daha güçlü bir şekilde haykırma zamanıdır. Cumhuriyet’in demokratik değerlerine sahip çıkmak, eksiklerini gidererek, yanlışlarını düzelterek, Cumhuriyeti demokratikleştirerek mümkün olur. Ortak vatanda birlikte, eşit ve kardeşçe yaşamak için, demokrasisi güçlü bir Cumhuriyet’in onurlu eşit yurttaşları olarak korkmadan, birbirimize dostlukla sarılabilmek için hepinizi cesarete davet ediyorum.” (20 Mayıs 2017)”