KHK ile açığa alınan İlke Kızmaz yazdı: Müzik yaşamdır

KHK ile ihraç edilen İlke Kızmaz yazdı: Müzik yaşamdır

KHK ile açığa alınan İlke Kızmaz yazdı: Müzik yaşamdır

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya bir haber düştü. İTÜ’de bir grup gerici ‘Müzik Haramdır’ diyen bir bildiri dağıtmışlar, bu bildiriye cevap bir grup İTÜ’lü konservatuar öğrencisinden gelmiş. Öğrenciler cevabı bir deyişle vermişler. Türkiye’nin en eski Türk Müziği konservatuarı olan İTÜ TMDK’nın yönetiminden ise beklendiği üzere konuyla ilgili tek kelime çıkmadı.

Aynı hafta başka bir haber ile İTÜ yönetiminin evrim ile ilgili bir etkinliğin afişine izin vermediğini öğrendik. ‘Müzik haramdır’ bildirisinin dağıtılmasına göz yuman İTÜ Rektörlüğü, evrimle ilgili bir afişi ‘uygun bulmuyordu’. Bu haberler açıkçası yıllardır İTÜ’de çalışan bir akademisyen olarak beni şaşırtmadı. Aksine gericilere yol veren, bilimden yana olanların yolunu kesen bu yönetim tarafından geçtiğimiz ay KHK bahanesiyle açığa alınmış olmaktan bir kez daha onur duydum.

Gericilerin üniversite kampüslerinde böyle abuk sabuk bildiriler dağıtması alışılageldik bir durum. Genellikle bu yobazlara cevap son örnekte olduğu gibi aynı üniversitenin yaratıcı ilerici öğrencilerinden gelir. Meydan hiçbir zaman bilim-sanat düşmanlarına bırakılmaz. Bu vesileyle İTÜ’lü öğrenci müzisyen kardeşlerimizi tebrik ediyorum. Akıllarına, ellerine sağlık.

Fakat bu hafta bu konuyla ilgili daha önemli bir mesele oldu. Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu  “Dinimizde müzik dinlemek yasak değildir ancak ahlaksızlık ve harama sevk eden müzik dinlemek günahtır. Dinimizin temel inanç, amel ve ahlak ilkelerine aykırı olmayan ve haramların işlenmesine sebep olmayan müzik türlerini dinlemekte dinen sakınca yoktur” şeklinde bir fetva verdi.

Elbette laik bir ülkede böyle bir açıklama kabul edilemez. Kaldı ki, laik bir ülkede esasen herhangi bir fetva kabul edilemez. Laiklik, dinin tamamen toplumsal yaşamın dışına çıkarılmasıdır. Din, toplumsal yaşamın kurallarını belirleyemez. Bu kurallar ancak ve sadece çağın gereklerine uygun şekilde toplumsal bir uzlaşmayla inşa edilir. Fakat maalesef AKP Türkiye’si yıllar boyunca fetvalar ile yönetilen bir teokratik yönetime dönüştü. Bu, yaşamsal öneme sahip bir mücadele konusu olarak Türkiye yurttaşlarının önündedir.

Gelelim müzik ve ahlak meselesine… Müziğin etkileri Platon’dan, Aristoteles’ten bu yana felsefenin konusu olmuştur. Antik Yunan’dan bu yana müziğin insanı iyiye ve kötüye sevk eden bir etkisi olduğuna inanılmıştır. Sadece sözel dokusu anlamında değil, melodik ve armonik yapıların da insan duyguları üzerinde böyle etkileri olduğu düşünülmüş ve hala düşünülmektedir. Öyle ki, bazı ses aralıklarına ‘şeytan aralığı’ ismi verilmiştir. Yine, makamsal müziğin tarihinde her makamın farklı duyguları yarattığı üzerine iddialar mevcuttur. Makamların farklı hastalıklara iyi geldiğine inanılmıştır. Hatta kimi makamların aşk, kahramanlık, savaş, hüzün gibi kendinden temaları olduğuna inanılır.

Bugün de müzikle tedavi yöntemleri oldukça yaygındır. Ayrıca bilimsel çalışmalar göstermektedir ki, müzik, insan üzerinde henüz anne rahmindeyken etkili olmaya başlamaktadır. Küçük yaşlarda başlayan müzik eğitiminin çocukların motor, bilişsel ve sosyal özelliklerini geliştirdiği yönünde yüzlerce bilimsel çalışma mevcuttur.

Müziğin insan yaşamı üzerinde derin bir etkisi olduğu bilimsel bir gerçektir. Müzik, sözel bir anlatıma ihtiyaç duymaksızın insan duygularına doğrudan etki eden en güçlü sanattır. Her ideolojik yaklaşım tarih boyunca bu etkili sanatı bir propaganda aracı olarak kullanmıştır. Sovyetler Birliği’nden Nazi Almanya’sına, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Bizans İmparatorluğu’na kadar müziği bu anlamda kullanmayan yoktur. Örneğin, savaşlarda ordunun bir parçası olarak büyük bir bando (veya Osmanlı’da mehter) savaşın seyrini değiştirecek denli bir etkiye sahipti.

Müzik, insanın günlük yaşamında da olmazsa olmazlardan biridir. Bu anlamda, en çok üretilen ve tüketilen sanat dalıdır. Şöyle kişisel tarihimizi bir kurcaladığımızda neredeyse yaşadığımız her anıyı bir müzikle kodladığımızı görürüz. İlk aşkımızı, ilk öpüşmemizi, ilk yenilgimizi, ilk zaferimizi, acılarımızı, kayıplarımızı genellikle bir müzik parçası ile hatırlarız. Etkilendiğimiz filmler aklımıza müzikleri ile birlikte gelir. Müzikle coşar, müzikle kederleniriz. Bu, insanlık tarihi boyunca hep böyle olmuştur.

Müzik, dini inanışların içinde de önemli bir yere sahiptir. Hatta bugün bildiğimiz batı müzik teorisinin gelişimi kiliseye uzanır. Önemli müzik teorileri din adamlarınca geliştirilmiştir. Yine yaşadığımız coğrafyada dini musiki çok önemli bir geleneğe sahiptir. Makam müziğinin tarihine baktığımızda dinin ve mistisizmin çok büyük bir yer kapladığını görürüz.

Ayrıca Anadolu tarihi İslam öncesi ve dışında da çok köklü bir müzik geleneğine sahiptir. Özellikle sözlü aktarma geleneğinin tarih yaklaşımımızın temelini oluşturduğu bu coğrafyada müziğin bir tarih aktarma aracı olarak da ne kadar kritik bir yere sahip olduğunu biliyoruz.

Bu konuyla ilgili daha onlarca örnek verilebilir, yüzlerce bilimsel çalışma sunulabilir. Burası bunları yazmak için yeterli bir alan değil. İlgilenenler benim de üzerine doktora yaptığım müzikoloji alanına dair okumalar yapabilirler. Müziğin aynı zamanda bir bilim dalı olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum.

Peki, hal böyleyse, Diyanet İşleri ‘ahlaksız müzik’ten neyi kastediyor? Neyi engellemeye çalışıyor? Lafı dolandırmadan söyleyelim. Bu siyasal İslamcıların deli gibi korktukları şey aşktır, sekstir. 7/24 tek konuştukları mesele budur. Öyle ki organ naklini konuştukları bir programda akıllarına ilk gelen şey cinsel organ naklidir. Baktıkları her yerde cinsellik görürler. Sapkınlardır.

Bu konuda da kastettikleri cinsel içerikli müstehcen müziklerdir. Halbuki (geleneksel yapıya bir meşruiyet atfettiğimden değil ama) Anadolu müzik geleneği müstehcen içerikli eserlerle doludur. Anadolu’nun her yerinden ‘edepsiz’ sözlü halk türküleri fışkırır. Ve Anadolu İslamı da bu türkülerle öyle sanıldığı gibi kavgalı falan değildir. Binlerce yıllık bir gelenekten bahsediyorum. Bugün TRT’de sansürleye sansürleye bitiremedikleri bir halk müziği geleneğinden bahsediyorum. Bu gelenekte aşk da vardır, seks de vardır, alkol de vardır, kısacası İslam dininin haram kıldığı herşey bu gelenekte mevcuttur.  Türk Sanat Müziği olarak bilinen makam müziği veya saray müziğinde de aşk ve şehvet içerikli yüzlerce eser bulabilirsiniz. Diyanet’in kavgası bununladır.

Din içi tartışma beni ilgilendirmez. Mezheplerin farklı anlayışları ile ilgilenmiyorum. Fakat şunu söylemek gerekir. Bu anlayış Vahabi İslam anlayışıdır. Kökü burada değildir. Anadolu bu tarz yaklaşımları kusmuştur ve yine kusacaktır. AKP eliyle Türkiye’ye yapılmaya çalışılan şey dinselleştirmedir. Ve bu dinselleştirme de Anadolu’nun tarihsel dini geleneklerinden farklı olarak; Vahabileştirmedir.

Son tahlilde, ister Vahabi olsun ister Hanefi ister Şafi, her türden dinselleştirmeye karşı durmak bütün ilericilerin başat görevidir. Çocuk tecavüzlerini, hırsızlığı, yolsuzluğu, cinayeti haram görmeyenlerin müziği haram ilan etmelerine seyirci kalamayız.

Bugün Anadolu’nun her yerinde müzik öğretmenlerinin yaşadığı çileleri duyuyoruz. Bütün işi yıl boyunca kutlu doğum haftasına ilahi hazırlama mecburiyeti olan, haram diye enstrüman kullanmalarına izin verilmeyen müzik öğretmenlerini aklımızdan çıkarmayalım. Bu fetvaları, bu vakaları münferit olaylar olarak görmeyelim.

Laiklik için mücadele yaşamsaldır. Müziği, sanatı savunmak yaşamsaldır. Ve dahası, sanat yaşamın ta kendisidir. Bugün bunları savunmazsak yarın geriye savunacak hiçbirşeyimiz kalmayacaktır.