Adalet için sosyalizm!

Kamil Tekerek adalet, eşitlik ve özgürlük için verilen mücadele ile sosyalizm mücadelesi arasındaki ilişkinin önemini ele alan bir yazı yazdı.

Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin kritik bir dönemden geçtiği açık. Hangi dönem kritik ya da önemli değildi ki diye sorulabilir. Ya da söylediklerimize önem katmak için böyle bir tanımlamayı tercih ettiğimiz düşünülebilir.

Bir yerden sonra önemi yok. Her dönemin kendi özgünlüğü var ve sosyalizm arayışı, kavgası bundan azade değil.

Bahsettiğimiz şeyi açmaya çalışalım. Bunu yaparken bir yaklaşımdan kaçacağımızı ve Türkiye solunun bazı utangaç yaklaşımlarından uzak duracağımızı söylemek gerekir. Türkiye’de utangaç solculuk önce CHP’cilik, sonra HDP’cilik, sonra bir kere daha CHP’cilik, arada Meral Akşener’den beslenen umutlar, “acaba Saadet Partisi ne yapacak?” arayışları arasında salınıp duruyor.

Bunlar üzerine çok yazdık ve çizdik. Dolayısıyla aynı şeyi tekrar etmeyeceğiz.

Ancak bunların dışında sağlam bir sosyalizm hattını örmek için de bunları eleştirmemiz gerektiğini bileceğiz. Utangaç solcular dışında bir de, “aman sosyalizm demeyelim”ciler var ki, onların artık düzen cephesinin bir bileşeni olduklarını ifade etmekmek için bir neden bulunmuyor. İşte bu yüzden tam da bugün bazı şeyleri daha yüksek sesle ifade etmenin zamanı gelmiştir.

Adalet Yürüyüşü ile Türkiye’de toplumun önemlice bir bölümünde heyecan yaratılmasının üzerinden iki ay geçti. CHP’nin miting performansını birkaç katına çıkardığı Adalet Mitingi ise bu heyecanın başka bir düzleme taşınması için büyük bir umut ve beklenti yarattı.

Umut ve beklentiler en son yapılan Adalet Kurultayı ile nerelere taşındı çok bilemiyoruz ancak önceki evreden daha ileri olmadığı kesin.

Adalet Yürüyüşü yapıldığı zaman biz komünistler çeşitli şekillerde eleştirilerimizi ilettiğimiz zaman, bizi “faşizme karşı CHP ile ya da CHP çatısı altında” kurulduğu cepheyi zayıflatmakla eleştirenler bugün ortalıkta görünmüyor nedense. Bir kısmı Adalet Kurultayı’nda yerini aldı, bir kısmı ise gerçekten ıslık çalarak hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor.

O yüzden bazı şeyleri daha açık bir şekilde ifade etmemiz gerekiyor.

Adalet Kurultayı beklendiği gibi sağ ile solun, İslamcı ile devrimcinin, faşist ile gerçek yurtseverin kaynaştırılması ruhuyla düzenlenmiştir. Somut örnekler kafanızda canlanıyor olmalı. Bu bahsettiğimiz şey Kurultay’da doğru söylenen şeyler olmadığı anlamına gelmiyor. Ama meselemiz zaten bu değil.

Zaten CHP tam da bunun için vardır. Bundan iki ay öncesinde, Adalet Yürüyüşü’nün sıcaklığı içerisinde, yapılanları “tencerenin buharını almak” gibi kaba bir siyasi değerlendirmenin altına sokmayalım diye düşünüyorduk. Gelinen noktada isterseniz vülger olarak görülsün, açık bir şekilde ifade edelim: CHP’nin “Adalet” başlığı halkın öfkesini ortadan kaldırmaya yani “tencerenin buharını alma”ya yaramaktadır.

Bu değerlendirmelerimizin CHP’yi içeriden ya da dışarıdan dönüştürmek gibi bir niyet taşımadığı açık olmalı.

Özellikle son birkaç yıldır ülkemizde, solun önemlice bir kısmını da içine alacak bir biçimde AKP karşıtı stratejiler ve taktikler havada uçuşuyor. Bunların neredeyse hepsi düzen içi yönelimlerden ya da işi kendisi dışında dış güçler başta olmak üzere farklı odaklara havale ediyor.

Oysa ki, Türkiye’deki sömürü düzeninin nasıl yıkılacağına, emekçilerin bağımsız mücadelesini nasıl büyütüleceğine, özellikle 12 Eylül’le birlikte büyük bir baskı altına alınan ve hala zincirlerinden tam anlamıyla kopartılamayan sosyalizm için örgütlenmeye neden odaklanmıyoruz?

Nedeni çok açık. Türkiye solunda ağır basan aşamacılık, liberal etkilere olan açıklık ve önce demokratik kazanımların elde edilmesinin zorunlu olduğu inancı dönem dönem kendini yeniden üretip duruyor.

Bir gün Kürt halkının ne kadar önemli olduğu söyleniyor. O gün, HDP destekçiliği günü ilan ediliyor. Kürt emekçilerinin tarihsel mücadelesi ve Türkiye’deki egemen sınıf iktidarına karşı ne gibi bir potansiyel taşıdıkları yok sayılıyor.

Biraz zaman geçiyor, bu sefer CHP’den dem vurulmaya başlanıyor. CHP’nin, AKP iktidarı dönemindeki bilumum açılımı unutuluyor, seçimlerde CHP’ye oy verilirse memleketin nasıl kurtulacağına dair nutuklar atılıyor.

CHP’yi içerden dönüştürmeye çalışırken, Meral Akşener’in yeni kuracağı partiye bel bağlamaya devam ediliyor. Bir yanda referandum akşamı Akşener’in sosyal medya paylaşımlarını paylaşan “devrimciler”, diğer yanda Akşener ne işe yarar diye tartışan solcular var ülkemizde.

Sonra Adalet Yürüyüşü’ne methiyeler düzülüp, fazla eleştiri gelince bu sefer CHP eleştirilmeye başlanıyor.

“Hareket berekettir” dyerek toplumsal hareketleri değersizleştiren, yüz binlerce kişinin dinamize olduğu zaman ve mekanları tarihsel bağlamından kopartarak eylemlerde ya da düzen siyasetçilerinin yanında fotoğraf çektiren sosyal medya solcuları bu toprakların ihtiyaç duyduğu geniş ve emekçi temelli bir toplumsal örgütlenmeyi yaratmaktan çok uzaklar.

Türkiye’deki sınıf iktidarı ve sermaye diktatörlüğünün geldiği nokta, siyasal iktidar ile ilişkileri ve kapitalist-emperyalist sistem içindeki yerini tartışalım, yapmamız gerekenleri bir kere daha yazalım.

Bir tarafta patronuyla, bürokratıyla, yandaş gazetecisiyle, magazin oyuncaklarıyla, düzen siyasetçisiyle topyekün çürüyen ve tepetaklak aşağıya giden bir düzen var. Bunu tamir etmeye çalışanların adalete ulaşma şansı yok.

Diğer tarafta aydınlık bir gelecek ve eşitlik için mücadele edebilecek, Türkiye’nin AKP gericiliğine teslim olmadığını ve aslında kefeni yırttığını gösterecek insanlar, kadınlar, gençler ve emekçiler var.

İşte tam da bu yüzden, tek başına soyut bir adalet çağrısı yapmayı bırakalım; bu kavramın dincilerin, liberallerin ve sosyal demokratların elinde iğdiş edilmesine pabuç bırakmayalım.

O yüzden adalet için de, eşitlik için de, özgürlük için de sosyalizm diyelim.

Bu bir başlangıç noktası olarak görülmelidir. Ancak sol siyasetin büyük teorisyenleri ve bilumum önemli insanları bu tavrı gerçekçi bulmayacaklar… Bizlere 2019’un aslında ne kadar önemli olduğunu vb… şeyleri anlatacaklar.

Şimdilik bunları boş verelim. İşimize bakalım…