"Kadın mücadelesi, toplumsal kurtuluş mücadelesidir"

İKD MYK üyesi Umut Kuruç ile yapılan röportaj.

İlerici Kadınlar Derneği (İKD) MYK üyesi Umut Kuruç ile yapılan röportaj Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin geçtiğimiz haftaki sayısında yayınlandı. Türkiye Konferansı’nı toplayan, bir yıllık çalışmalarını değerlendiren ve merkezi kurullarını yenileyen iKD, önümüzdeki dönem mücadele programını da güncelledi.

Umut Kuruç ile yapılan röportajı Gazete Manifesto olarak yayınlıyoruz.

Geçtiğimiz ay Türkiye Konferansı toplayan İlerici Kadınlar Derneği (İKD) MYK Üyesi Umut Kuruç konferans sonrası sorularımızı yanıtladı.

İKD’nin, kurulduğundan beri bir çok işin altına imza attığını görüyoruz. Bu geçtiğimiz bir yıllık süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçtiğimiz bir buçuk yıllık sürece baktığımızda üstlendiğimiz tarihsel sorumluluklarımızın bilinciyle, güncel görevlerimizi kararlı ve istikrarlı bir çalışmayla yürütmeye çalıştık.
Bu yaşadığımız süreç geleceğe umut­la bakmamızı sağlayan bir birikim sunuyor.

Ocak 2016’da yeniden kuruluşla birlikte ”Laiklik için kadınlar mü­cadeleye” çağrısını bir kampanyaya dönüştürdük. Türkiye’nin birçok noktasında ev ev, mahalle mahalle dolaşarak gericiliğe karşı laiklik için kadınlara ulaştık.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın skandal fetvalarına karşı ”Diyanet Kapatılsın” başlığı ile yaptığımız açık­lama ve bu konudaki kararlılığımız geniş kesimlerin desteğini aldı. Gerici yurtlar, vakıf evleri ve okullardaki çocuklara yönelik cinsel istismar haberlerinin belki de en sar­sıcı olanlarından biri olan Ensar Vakfı davasının takipçisi olduk. Laikliğe Çağrı Birlikteliği bileşen­lerinden Eğitim-İş, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı gibi kurumlarla birlikte Ensar Vakfı’nın dağıtılma­sı, yöneticilerin görevden alınması ve dava süresince kayyım atanması, KAİMDER’in feshi ve faaliyetten alıkonulması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulunduk.

Kamu varlıklarının bu tip gerici va­kıflara devredilmesine karşı eylemler, çocuklarımızı gericilikten ve istismardan korumanın yollarına ilişkin etkinlikler düzenledik.
TBMM Başkanı sıfatına sahip İsmail Kahraman’ın ”Yeni Anayasa’da laiklik olmamalı” cümlesiyle birlikte TBMM kapısına dayandık.

1923 Cumhuriyeti’ni tasfiye ederek sömürünün derinleştirileceği, gerici­liğin egemen olduğu ve emperyalizme tam boy teslimiyet anlamına gelen ve AKP eliyle kurulan rejimin Anayasa dayatmasına karşı örgütlü bir çalışma yürüttük.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde ”Başkanlık Diktatörlüktür! Kadınlar Hayır Diyor” sloganıyla sokaklardaydık.

AKP’nin savaş suçlarıyla da müca­dele ettik. Bizzat iktidarın besleyip, eğittiği cihatçı çetelerin geçtiğimiz yıl Gaziantep’te Ezidi kadınları inter­net üzerinden sattığı ortaya çıkınca kamuoyunu da bilgilendirerek hukuki süreci başlattık.

Güvencesiz çalışmayı ve sömürüyü arttıracak olan esnek istihdam yasası­nın geri çekilmesi için imza kampan­yası başlattık.

Bir yandan da başta Beria Onger Kadın Akademisi olmak üzere eğitim çalışmalarımızı yürütürken, kitap, broşür gibi eğitim ve bilgilendirici materyallerimizi üretmeye de başla­dık. Bunlar arasında 2015 yılı Kadın Almanağı ve 2016 yılı Kadın Alma­nağını, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı haftasında ”Türkiye’de Çocuk Olmak” başlığı ile hazırladığı­mız raporu, esnek istihdam bülteni, Beria Onger Kadın Akademisi eğitim seminerlerinin sunumlarının derlen­mesiyle hazırlanan ”İlericilik Müca­delesi’nde Kadınlar” başlıklı kitap ve yayın hayatına geçtiğimiz ay başlayan aylık “Kadınların Sesi” bültenini sayabilirim.

Geçtiğimiz yıl mücadeleyle dolu geçti. Ancak önümüzdeki dönem bizi çok daha büyük sorumluluk ve çok daha fazla görev bekliyor.

Bugün Türkiye’deki kadın ha­reketine bakıldığında bir sessizlik hakim. İKD bu anlamda ciddi bir işe soyunmuş durumda ama bu sessizliğin sizce nedeni nedir?

Öncelikle şunu söylemek gerekir. Kadın mücadelesi olarak kodladığımız ve İKD’nin öncülük iddiasıyla örgüt­lendiği alan bir toplumsal mücadele alanı. Yani aslında kadın mücadelesi bir toplumsal kurtuluş mücadelesi.

Çoğu kadın örgütünün bu müca­delesi sıkıştırdığı toplumsal cinsiyet eşitsizliği de aslında birebir bu top­lumsal kurtuluş mücadelesinin zafere ulaşmasıyla ortadan kalkacak. Dolayısıyla, şunu açık olarak görmek gerekir, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine neden olan zemin bütünlüklü bir saldırılar toplamıdır. Burada mülkiyet ilişkileri vardır, burada üretim ilişkileri vardır, burada çalışan sınıfların hak gaspla­rı, emperyalist saldırganlık, gerici kuşatma ve piyasacılık vardır. Dola­yısıyla kadın mücadelesi bu saldırılar toplamını görerek ve onları var eden zemini ortadan kaldırma hedefiyle bir kadın mücadelesi örgütlemek zorun­luluktur.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonuç olduğunu gözden kaçırarak salt kadın bedenine, kadının biyolojik bir varlık olmasına indirgenen «müca­dele» gerçekliğin dışına düşer. Bugün Türkiye’de kadın hareketlerine bakıl­dığında gözlemlenen sessizlik bununla açıklanabilir.

Kadın başlığında gündelik hayatımızda sürekli karşılaştığımız saldırılara gösterdiğimiz tepkiyi anlamlı ve sistematik bir mücadeleye evriltmezsek ve sadece erkek düşmanlığından ya da mevcut iktidarın erilliğinden ibaret bir perspektifle, dışavurumcu bir tarzda mücadele edecek olursak suya yazı yazmış oluruz. Bugün Türkiye’de­ki kadın hareketi cenahında olan ne yazık ki budur.

Laiklik mücadelesine burun kıvıran, savaşı emperyalizmden bağımsız bir olgu ve sadece kadına yönelik boyu­tuyla ele alan, kadınları emekçilerin mücadelesinden ayrıştıran hareketler sadece kendinden menkul öbekler olarak kalırlar. İşte sessizliğin nedeni budur.

Kadınların sınıfsal konumlarından bağımsız olarak «ortak sorunlarına» işaret etmek, bunun daha da ötesi­ne geçerek tüm kadınlara karşı tüm erkekleri karşıya almak, kadın-erkek arasındaki güncel sorunları merkeze koymak toplumsal cinsiyet eşitsiz­liğini doğuran var eden koşulları ortadan kaldırıp yerine eşit ve özgür bir toplumsal düzen kurma hedefin­den yoksundur. Böyle bir yaklaşım mevcut toplumsal yapı ve siyasi düzen içerisinde bu sorunun çözümünü arar ama bulacağını söylemek mümkün değildir.

Son yılların moda söylemi olan “Hepimiz kadınız, aynı saftayız” yaklaşımının ise doğru olmadığı, yani hepimizin kadın olmaktan ötürü aynı safta olmadığımızı ise yaşamın kendisi bize göstermektedir.

Bizim ise öncelikli hedefimiz ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğine neden olan zemini ortadan kaldırmaktır. Biraz daha açık ifade edersek, İKD’nin ana hattı, üretim ilişkilerini ve bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal ilişkilerle birlikte kadının ikinci sınıf insan olmasına yol açan bütün nedenlerin ortadan kaldırılması için mücadele etmektir, bu mücadele­yi örgütlemektir.

İKD, geçtiğimiz ay sonunda Türkiye Konferansı gerçekleştir­di. Bunun hakkında kısa bir bilgi alabilir miyiz?

Türkiye’deki gerici, piyasacı kuşat­ma ile birlikte bölgede süren emper­yalist saldırıya AKP ikti­darının ortaklığı 16 Nisan sonrasında görevlerimizin aciliyetini bir kez daha ortaya çıkardı. Görevler acildi ve buna ilişkin atılması gereken adımlar vardı. Tarihsel mirasımız ve kuruluş amacı­mız doğrultusunda geçtiğimiz dönem, sömürüye ve karanlığa karşı yürüttü­ğümüz mücadeleyi hızla büyütmemiz ve ileri taşımamız gerekiyordu.

İKD Türkiye Konferansı’nı 28 Mayıs günü bu görevleri yerine getirmek üzere önümüzdeki dönem hedef­lerimizi tartışmak ve militan bir çalışmayı planlamak üzere topladık. Konferansta aldığımız kararlar az önce bahsettiğim bütünlüklü saldırı karşısında İKD’nin görevlerini bir kez daha güncelledi.