KADIN MÜCADELELERİ TARİHİ (3. bölüm): Türkiye'de kadın mücadeleleri

Mercek bölümümüzde yayınlanan Kadın Mücadeleleri Tarihi başlıklı yazı dizisinin üçüncü bölümü.

KADIN MÜCADELELERİ TARİHİ (3. bölüm): Türkiye'de kadın mücadeleleri

Gazete Manifesto olarak bu yıl kutlanan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle, sitemizde çeşitli yazılara yer veriyoruz. Geçtiğimiz günlerde Umut Kuruç imzasıyla yayınlanan “8 Mart Neden Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür?” ve Hande Durna tarafından kaleme alınan “Kadın Sorununda Yöntem Tartışmaları” başlıklı yazılardan sonra üç gün boyunca “Kadın Mücadeleleri Tarihi” başlıklı bir yazı dizisine yer veriyoruz. Yazı dizisi Hanife Şahan tarafından hazırlandı.

“Tarih öncesi toplumlardan 8 Mart’a” başlığıyla önceki gün birinci ve “20. yüzyıldan bugüne” başlığıyla dün ikinci bölümünü yayınladığımız yazı dizisinin üçüncü ve son bölümünü yayınlıyoruz.

KADIN MÜCADELELERİ TARİHİ (3. BÖLÜM)

Hanife Şahan

Türkiye’de kadın mücadeleleri

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk partisi 16 Haziran 1923 yılında Nezihe Muhiddin başkanlığında kurulmak istenmiştir. Adı da Kadınlar Halk Fırkası olacaktır. Ancak Parti, kurulacak olan Cumhuriyet Halk Fırkası’na olan ilgiyi azaltacağı düşüncesiyle yetkililer tarafından onaylanmaz. Bunun üzerine Muhiddin çalışmalarını sonlandırmak yerine daha da güçlü bir girişime önayak olur. 7 Şubat 1924 yılında yine Muhiddin’in başkanlığında Türk Kadınlar Birliği kurulacaktır. Bu birlik, 1925’ten itibaren seçme ve seçilme hakkı için mücadele başlatmış (1934’te bu hak kazanılmıştır), 1935’te Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı Uluslararası Kadın Birliği Kongresi’nin ardından barış taleplerini dile getirdikleri için ve CHP tarafından görevleri tamamlandığı gerekçesiyle kapatılmıştır.

Elbette Cumhuriyet’in kadına yönelik birçok kazanım getirdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Sadece kılık/kıyafet, seçme/seçilme hakları değil, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kadına biçilen “cariye”, “ganimet” gömleği de yırtılıp atılmıştır. Bunun içindir ki Kurtuluş Savaşı’nda, kadınlar hep daha fazla ön plana çıkmıştır.

Cumhuriyet’in kurulması ile kadınlara yönelik tanınan hakların bazıları şu şekilde:

1915:  Kadın işçiler için sosyal haklar açısından ilk düzenleme yapıldı.

1917:  Osmanlı Medeni Kanunu’nun uygulanması için çıkarılan Aile Hukuku Kararnamesi ile evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması, zorla evlendirmenin geçersiz sayılması hususları düzenlendi.

1923:  Kadınların siyasal haklarını savunmak üzere “Kadınlar Halk Fırkası” adıyla bir siyasi parti kurulma kararı alındı.

1926:  Türk Medeni Kanunu’nun kabulü ile tek eşlilik zorunlu hale getirildi. Kadınlar boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip oldular.

1930:  Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenlemeler Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile yapıldı.

1934:  Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.

1935: Kadınlar ilk defa genel seçimlere katıldı ve 17 kadın milletvekili TBMM’ye girdi.

1945:  Analık sigortası (doğum yardımı) 4772 Sayılı Yasa ile düzenlendi.

1965:  Nüfus Planlaması hakkında 557 Sayılı Yasa çıkarıldı.

1983:  Aile Planlaması hakkında 2827 Sayılı Yasa kabul edilerek, 10 haftaya kadar olan gebeliklerde kürtaj hakkı tanındı. Kadın ve erkekte cerrahi aile planlaması yöntemleri serbest bırakıldı.

1985:  Türkiye, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni (CEDAW) imzaladı. 1986’da TBMM tarafından onaylandı. 

1989:  Üniversitelerde kadın sorunları ve araştırmaları merkezleri açıldı. İstanbul Üniversitesi bünyesinde kadın çalışmaları alanında yüksek lisans programı başladı.

1990: Kadının çalışmasını eşinin iznine bağlayan yasa maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

1990:  Tecavüz mağdurunun hayat kadını olması halinde cezanın indirilmesini öngören kanun hükmü, TBMM tarafından yürürlükten kaldırıldı.

1997:  Kadınlar, eşlerinin soyadı ile birlikte kendi soyadlarını da kullanma hakkını elde ettiler.

1998: Adalet Bakanlığı, bekaret kontrolünün, ancak takibi şikayete bağlı suçlarda, mağdurun rızası alınarak yapılabileceğini düzenleyen bir genelge yayımladı.

Türkiye’de Kadın Mücadelesine Yön Verenler

Suat Derviş

Gazeteci, yazar. TKP Üyesi. Devrimci Kadınlar Birliği kurucusu (1970).

Kadın işçilerin yaşamlarına tanıklık etmek için sokaklarda röportaj yapar. Yaşlanınca ya da sakatlanınca işten atılan, çalışırken çocuğunu bırakacak yer bulamayan kadın işçilerin sesi olur gazete sayfalarında…

Suat Derviş, yaşamı, mücadelesi her zaman örnek olunması gereken değerli bir aydın olarak tarihe geçmiştir.

Zehra Kosova

1910 yılında Kavala’da doğan Zehra Kosova (Durmaz), işçilik yaşamıyla birlikte kendisini sınıf mücadelesine adayan, mücadele tarihimizin önemli kimliklerinden birisidir. Kosova işçilerin hak arama mücadelesinde öne çıkmış, 1933’te Türkiye Komünist Partisi (TKP) ile bağ kurmuştur. Eşiyle birlikte önce Samsun’da ve Bafra’da tütün işçileri arasında TKP’nin örgütlenme çalışmalarını yürüten Zehra Kosova, daha sonra İstanbul’a dönerek Tütüncüler Sendikası’nın kurucularından oldu.

1946 Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi, 1951 TKP ve 1957 Vatan Partisi davalarıyla ilgili tutuklandı, yargılandı ve beraat etti. 1950’li yıllarla birlikte tütüncülüğün giderek kaybolmaya yüz tutması üzerine tekstil-dokuma sektörüne geçti. Sigortalı ve sendikalı çalışma mücadelesinde öne çıktı. Tekstil işçilerinin örgütlenmesinde öncü bir yer tuttu.

Zehra Kosova, 1995’in 8 Mart’ında DİSK’in Kadın Emek Ödülü’ne değer görülen ilk ve tek işçidir. Anıları “Ben İşçiyim” adıyla 1996’da yayımlandı.

Behice Boran

Behice Boran’ın Michigan Üniversitesi’nde sosyoloji doktorasını yaparken Marksizm’le tanışması siyasi ve bilimsel olarak düşünce sistemini tamamen değiştirdi. Doktora eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönen Boran, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin (DTCF) Sosyoloji Bölümü’ne doçent olarak atandı. Yine bu dönemde Yurt ve Dünya ve Adımlar dergilerinin yayın faaliyetine katıldı. 1944 yılında ise Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldu.

Ne var ki, siyasi görüş ve yazıları sebebiyle üniversitede baskılara uğradı, dersi kapatıldı ve son olarak 1948 yılında birkaç sol görüşlü öğretim üyesi ile birlikte üniversiteden uzaklaştırıldı. 1950 yılında kurucusu ve başkanı olduğu Barışseverler Cemiyeti’nin, Menderes hükümetinin Kore’ye asker göndermesine karşı çıkan bildirisini Eminönü Köprüsü’nde dağıtması sebebiyle 15 ay hapis yattı. Hapisten çıktıktan 4 ay sonra ise, 51’ Tevkifatı sebebiyle 5 ay daha cezaevinde kaldı.

1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) üye olan Boran, 1964’te TİP’in Merkez Yürütme Kurulu’na seçildi. 1970-71, 1975-80 arasında TİP Genel Başkanlığı yaptı. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kısa süre ev hapsinde tutulan Boran, daha sonra yurt dışına çıktı. 10 Ekim 1987 yılında Brüksel’de sürgündeyken hayatını kaybetti.

Behice Boran’ın sosyalist düşünceye ve pratiğe katkılarını bugün özellikle yeniden hatırlatmak zorundayız. Marksist bir akademisyen ve Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin sayılı önderlerinden olan Boran, sahip olduğu ve inandığı fikri pratiğe geçirmek için hayatı boyunca örgütlü mücadele verdi ve Türkiye’de bir partinin ilk kadın genel başkanı oldu. Sadece bir düşünce insanı değil, örgütlü bir şekilde mücadele eden sosyalist bir liderdi.

Bakiye Beria Onger

Bakiye Beria Onger, 1975 yılında kurulan İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) 1980 darbesiyle kapatılana kadar genel başkanlığını yaptı. 15 Ekim 1979 tarihinde yapılan ara seçimlerde İstanbul bağımsız senatör adayı olarak seçimlere girmiş ve 22 bin oy almıştır. Bu seçimlerde, Beria Onger’e, işçi sınıfı ve o dönem yasadışı olan Türkiye Komünist Partisi de destek vermiştir.

Nazlı Ilıcak, bu seçimde Tercüman’daki köşe yazısında, her oy sandığının başında Bakiye Beria Onger için bir sandık görevlisi olduğuna dikkat çekmiş, komünizm “tehlike”sinden dem vurmuştur. “TKP’siz demokrasi, TKP’siz seçim olmaz” diyen Onger, neden aday olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Bu seçimlere bağımsız aday olarak katılıyorum. Bağımsızım. Ama tarafsız değilim. Yolum işçi sınıfının devrimci yoludur. İşçi sınıfının örgütlü gücünün gösterdiği yoldur. Türkiye’de ve Dünya’da sosyalizmin zaferi için savaşsız sömürüsüz sınıfsız bir dünya kurulması için savaşım veriyorum. Seçim çalışmalarını bu savaşımın bir parçası olarak görüyorum.”

1921 yılında Çanakkale’de doğan ve avukat olan Bakiye Beria Onger, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yurtdışına gitti. 14 Şubat 2015 yılında hayata gözlerini yumdu.

İlerici Kadınlar Derneği (İKD)

1975 yılında kurulan İKD, kısa bir sürede 15 bine yakın üyesi ile 33 şubede örgütlenmişti. Yayın organı olan “Kadınların Sesi” dergisi 30 bin baskıya ulaşmıştı. Kreş, işsizlik, pahalılık, 20 yılda emeklilik, gündelikçi kadınların sigortalanması etkinlikleri, Şubat 1976’da 5000 kişinin katıldığı “Evlat Acısına Son” mitingi, Ocak 1980’de “Süt Kampanyası”na ilişkin 40 bin imza toplanması…

Otuz kadın tarafından oluşturulan, 3 Haziran 1975 tarihinde resmi olarak kuruluşu onaylanan İKD’nin ilk merkez binası İstanbul’un Çeliktepe semtinde tek odalı bir gecekondunun giriş katında açılır.

İKD’nin tohumları, TKP kökenli Marksist kadınların bir araya gelmesi ile atıldı. 3 Haziran 1975’te TKP’nin kadın örgütü olarak kuruldu. İlk ve tek başkanlığını Beria Onger yaptı. Kitlesel bir kadın örgütü yaratmak, kadınların kurtuluşunun sosyalizm ile geleceğini vurgulamak doğrultusunda Türkiye’de ciddi çıkışlar gerçekleştirdi.

İKD, 1978 yılına kadar yaygınlığını hep korudu. Birçok ilke imza attı. Hiç bir zaman da ilkelerinden vazgeçmedi. Faşist saldırıların yoğunlaştığı 1978 yılından itibaren İKD yeraltına çekildi. Nitekim dernek, 28 Nisan 1979’da kapatıldı.

80 Sonrası Kadın Hareketi

Bu dönemde kadın hareketinde iz bırakan İkinci Dalga Feminist Hareket’e var olan nesnellik üzerinden bakmak gerekmektedir.

1980 sonrası siyasal ortamının liberal özgürlükler vaadi ile bireyi sözde özgürleştiren ama aynı zamanda bireyi tüm baskılara boyun eğmeye zorlayan çelişkiler örüntüsü olduğu reddedilemez. Kapitalizmin kendisini tekrar revize etmek için geliştirdiği “Yeni Dünya Düzeni” projesi ile küreselleşmenin kapısı açılmış, Türkiye’de iktisadi ve siyasi sürecin değişmesi gündeme gelmiş, ilk adım ise sendikaların etkisizleştirilmesi ve örgütsüzlüğün yaygınlaştırılması girişimleriyle atılmıştır.

Liberal söylem, 80’lerin başında ilk önce, yönetimin egemen kılmaya çalıştığı ideolojiyi oluşturmuştur. Sendikalar, dernekler, üniversiteler, yargı organları, siyasi partiler ve hem sivil toplum kuruluşları hem de demokratik kitle örgütleri yeniden tanımlanıp düzenlenmiştir.  Bu durum, gelir dağılımının bozulması, iç ve dış borç yükünün artması, işsizliğin dizginlenememesi, ucuz emek gücünün sömürülmesine ve boş vaatlerin karşılık bulmasına yol açmıştır. Diğer taraftan kimliklerin yeniden inşası sürecine de geçilmiş ve kadın hareketini de ideolojik olarak etkilemiştir. Kadın hareketinde buna cevaben kimlik öne çıkarılmış, kapitalist sistemin sürekliliği için destek duyduğu gereksinim yerine getirilmiştir. Bu anlamıyla İkinci Dalga Feminist Hareket, yeni düzen kurma girişimi içinde yaşam alanı bulabilmiş, toplumsal cinsiyetin ve kadın kimliğinin öne çıkarılmasına yönelik gelişmiştir.

İşçi Kadınlar…

1961 yılı birçok işçi direnişinin yaşandığı bir döneme kapı araladı.

Yüz binlerin katıldığı Saraçhane Mitingi, Kavel Kablo direnişi, Bereç, Zonguldak, Paşabahçe, Derby… Bu eylemlere, 15-16 Haziran’da İstanbul-İzmit hattında bulunan 168 fabrikadan 150 bin işçi katıldı. İlk gün DİSK’e bağlı işçiler, ikinci gün ise Türk-İş’e bağlı işçilerin katılımı ile direniş daha da büyüdü. Bu büyük direnişin ön saflarında kadın işçiler de yerini aldı.

Saraçhane Mitingi’nde de, Paşabahçe direnişinde de, Derby işgalinde de, Kavel Kablo direnişin de ve en nihayetinde 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nde de kadınlar yine en ön saflardaydı.

Eylemler boyunca sadece direnişçi kadınlar değil, direnişçi işçilerin eşleri ve aileleri de her türlü desteği vermiştir. Bunun en önemli örneği ise 1963 yılında gerçekleşen Kavel Kablo işçilerinin greviydi. Direnişçilerin eşleri, 2 Mart’ta işverenin kablo yüklü kamyonları fabrika dışına çıkarmasını, barikat kurarak engellemeye çalıştılar. Ancak polis kadınlara saldırdı ve birçoğunu yaralayarak dağıttı.

Bugün ise Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar tarihte olduğu gibi sermayeye, gericiliğe, emperyalizme karşı mücadele etmeye devam ediyor. THY’de, TEKEL’de, Şişecam’da, Haziran Direnişi’nde, Yırca’da, Diyarbakır’da, Cerattepe’de…

Bugün…

2002 yılında iktidara gelen AKP, Türkiye’de izlenen özelleştirme politikalarının sonucu olarak çok sayıda devlet kuruluşunun özel sektöre çeşitli satış yöntemleriyle geçmesini sağlayan politikalar uyguladı. Elbette bu süreçte en çok zararı kadınlar gördü. Bu durumun en çarpıcı sonuçlarından birisi, resmi rakamlara göre 12 milyon ev kadını olmasıdır. Bununla beraber gericilik, kadını eve kapatarak, kuluçka makinesi haline getirerek, toplumsal yaşamdan silinmesine yönelik elinden gelen her şeyi yaptı, yapıyor.

Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra kadınlara yönelik elde edilen tüm haklar AKP iktidarı boyunca elimizden alındı/alınıyor. Kadınların kazanımı tarihte de görüldüğü üzere sınıfsal bir mücadele ile elde edilecektir. Elbette örgütlü mücadele ile!