"Herkes Tek Başına Ölür": Otto ve Elise Hampel’i hatırlamak

1940 yılında, Berlinli bir ev kadını olan Elise Hampel, Alman ordusunda askerlik yapan oğlunun Fransa’da öldürüldüğünü haberini alır. O ve kocası Otto, Hitler’e karşı bir şeyler yapmaya karar verirler. Elise’nin kardeşinin ölümden sonra çift bir biçimde Nazi rejimine karşı kendi güçleri orantısında direnişe geçerler. Otto, Birinci Dünya Savaşı gazisidir ve savaştan sonra metal iş kolunda... View Article

1940 yılında, Berlinli bir ev kadını olan Elise Hampel, Alman ordusunda askerlik yapan oğlunun Fransa’da öldürüldüğünü haberini alır. O ve kocası Otto, Hitler’e karşı bir şeyler yapmaya karar verirler. Elise’nin kardeşinin ölümden sonra çift bir biçimde Nazi rejimine karşı kendi güçleri orantısında direnişe geçerler.

Otto, Birinci Dünya Savaşı gazisidir ve savaştan sonra metal iş kolunda tesisatçı olarak istihdam edilmiş bir metal işçisidir.

Elise ise evlenmeden önce hizmetçi olarak çalışmıştır.

Dışarıdan bakıldığında, Hampel çifti rejimin mütevazı kulları gibi görünürler.

Hitler hükümetini kınayan hepsi de elle yazılmış 200’den fazla kartpostal yazarak bunları posta kutularına, şehrin çevresinde halka açık yerlere bırakırlar. Kartpostallar, insanları Naziler ile işbirliği yapmamaya, bağışta bulunmaktan kaçınmaya, askerlik hizmetini reddetmeye ve Hitler’i devirmeye çağırmaktadır.

Otto, kartpostallara yazdığı hükümet karşıtı mesajlarda şu ifadelere yer verir:

“Alman halkı uyanıyor!”,

“Hitler’in savaşı işçinin ölümüdür!”,

“Hitler plutokrasisi için neden acı çekelim ve ölelim?”

Gestapo ise bir komünist grubun ya da bir ajanın Berlin genelinde bu kartpostalları bıraktığından şüphelenmektedir. Takibe başlamaları uzun sürmez. Berlin’deki bu iki kişi, Otto ve Elise Hampel Nazilere iki yıl boyunca meydan okurlar; ta ki Nisan 1943’te tutuklanıp infaz edilene kadar…

Ekim 1942’de tespit edilir ve tutuklanırlar. Otto Hampel, polise verdiği ifadesinde Hitler’e ve rejimine karşı yürüttüğü direnişten “mutluluk duyduğunu” söyler. Otto ve Elise Hampel, 22 Ocak 1943’te “Askeri Birliklerin moralini bozulmak” ve “vatan hainliği” gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılarak 8 Nisan 1943’te idam edilirler.

* * *

Almanya’da 1893’de doğan Hans Fallada, 20. yüzyılın ünlü yazarları arasındadır. 1909’da ciddi bir kaza geçiren Fallada, bir yıl sonra, tifo olur. Yaşam boyu uyuşturucu sorunlarıyla boğuşmuş ve acı çekmiştir.

Hans Fallada, 1932 yılında yayınlanan “Küçük Adam Ne Oldu Sana” adlı kitabıyla dünya çapında (Türkiye’de Remzi Kitapevi tarafından basıldı 1942) tanınmış ve edebiyat dünyasında kendine muhkem bir yer edinmiştir.

Fallada’nın romanlarının çoğu Almanca yazılmış, 11 tanesi İngilizce’ye çevrilmiştir. En önemli romanlardan biri ise biri olan “Herkes Tek Başına Ölür” ilk olarak 1947’de yayınlanmıştır.

Fallada 2. Dünya savaşı bittikten kısa süre sonra ölür. Ne yazık ki kitabın yayınlanışını görecek kadar yaşamaz.

Romanın bir yerinde Otto eşine şunları söyler: “Biz daha da çoğalacağız Anna. Bunu biz yapacağız. Diğer insanların kendi kartlarını yazmalarına ilham vereceğiz. Sonunda yüzlerce insan tıpkı bizim gibi, kendi kartlarını yazacak, Führer’i devireceğiz, savaşı bitireceğiz…”

“Herkes Tek Başına Ölür” Nazilere karşı direniş hakkında yazılan en büyük kitap olarak değerlendirilmiş ve “Alone in Berlin” (Berlin’de tek başına) adıyla filme çekilmiştir. Henüz geçtiğimiz yıl gösterime giren filmin yönetmeni ise Vincent Perez’dir. Film, dünya prömiyerini 66. Berlin Film Festivali’nde yapmıştı.

Filmde ünlü oyuncu Emma Thompson filmdeki adıyla Anna Quangel’e, Brendan Gleeson da Otto Quangel’e başarılı, gerçekçi bir biçimde hayat veriyor. Gestapo dedektifi rolünde ise Daniel Brühl yer alıyor.

Unutmadan hatırlatalım, “Herkes Tek Başına Ölür” romanı ilk kez 1976 yılında aynı adla filme uyarlanırken yönetmenliğini Alfred Vohrer yapmaktadır. Anna rolünü Hildegard Knef, Otto Quangel’i de Carl Raddatz canlandırmaktadır.

Dünya klasiklerinin silinip gitmiş yapıtlarından biri sayılan “Herkes Tek Başına Ölür”, ilk yayınlanışının ardından yetmiş yıl sonra yeni baştan okurlarla buluştu ve dünyada hak ettiği yeri alarak bestseller oldu.

Faşizmin baskısı altında korkudan felç geçiren Berlin’in eski püskü bir apartman bloğunda yaşayan sıradan bir işçi ailesinin zaman içinde kendilerince ve kendilerinin bulup geliştirdiği bir antifaşist direniş hikâyesi ilk kez dünya çapında ilgi görüyor.

İçinden geçtiğimiz karanlık dönemde rejim değişikliği ile birlikte Türkiye halkına dayatılan “başkanlık” karşısında bir ilham kaynağı olarak “Alone in Berlin” adıyla sinemaya kazandırılan “Herkes Tek Başına Ölür” romanı ibretle okunması ve izlenmesi gereken bir yapıttır. Elbette binlerce Elise ve Otto’nun varlığını bilerek ve hatırlayarak… Zaten insanlık tarihini de o binler yazmaz mı?