Eşitsizlik ve sanal zenginlik

Irmak Ildır yazdı: Eşitsizlik ve sanal zenginlik

“Köşeyi dönme” deyimi 80’li yılların Türkiye’sinin ana bakış açısıydı.

80’lerde yaşanan “piyasalaşma” dalgası Türkiye’nin de dâhil olduğu tüm ülkeleri etkisine almış ve köşeyi dönme fikriyatı yaygınlaşmıştı. 

Kolay yoldan para kazanma arzusu bugün de devam ediyor. Kapitalizmin hâkim olduğu tüm toplumlarda bu düşünce biçimi zaten en yaygın düşünce biçimini oluşturuyor. Öte yandan, özellikle son 30 yılda yükselen her yeni akım insanlara “siz de kolaylıkla zenginleşebilirsiniz” mesajını veriyor. Yükselen her dalganın bıraktığı “hazin hikâyelerin” sayısı “başarılardan” fazla olsa da insanlar başarı hikâyelerinin peşinden koşmayı seviyor. 

Son zamanlarda benzer bir hissiyat yeni bir akımın çevresinde oluşturuldu. Kripto paralar olarak adlandırılan bu yeni akım pek çok insanı “zengin olma” dürtüsüyle kendine çekiyor. Biz bu akımın en yaygın halini “Bitcoin” olarak biliyoruz. 

Kripto-para, günümüzdeki banknotların sanal ve şifreli bir versiyonu olarak oluşturuldular. Kripto-paranın banknotlardan farkı; kripto-parayı “yaratan” Merkez Bankası türünde yetkilendirilmiş bir otoritenin varlığının olmaması. Ayrıca bu para aracılığıyla yapılan işlemlerin hiçbir kuruma dayanmıyor. Bu nedenle parayı kullananlara belirli bir anonimlik sağlıyor. 

Bitcoin, tıpkı günümüzün parasal sistemindeki gibi “itibari” olarak değer kazanıyor. Bugünkü parasal sistemde ülkelerin Merkez Bankaları sahip oldukları ekonomik güç doğrultusunda belirli bir para arzına sahip oluyor. Bu para arzı ise genel olarak kabul edilmiş Dolar’a göre şekillendiriliyor. 

Dolar arzı, ABD Merkez Bankası’nın “gücü” ile değerlendiriliyor. 1973 öncesinde ise durum biraz daha farklıydı. Bretton Woods anlaşması olarak bilinen sistemde Dolar gene merkezi bir para bir para birimiydi, ancak dolarda ABD’nin Merkez Bankası’nda bulunan altın kadar değer kazanıyordu. 1973 krizi ile bu durum bozuldu ve bugünkü parasal düzen kuruldu.

Bitcoin’in kabul edilirliğinin yaygınlaşması ve kendi piyasasını yaratması sonucunda bu aracın değeri artıyor. Bitcoin’in değerinin artışı ne zamana kadar sürecek tam olarak kestirilemese de, Bitcoin arzının tıpkı altın madenleri gibi kısıtlı bir büyüklüğe sahip olduğu biliniyor.

Doğal bir biçimde böyle bir mekanizmaya sahip bir değişim aracının bu denli değer kazanması da pek çok kişiyi “neler oluyor?” sorusunu sormaya itti. Aslında durum diğer finansal araçlardaki gibi işliyor. Bitcoin’e daha fazla kişi ve kurum sahip olmaya çalışıp işlem yaptıkça, değeri de değişiyor. Çok fazla alım-satım işlemi yapıldığı için Bitcoin değeri sürekli dalgalanma gösteriyor.

Bu işlemler sonucunda Aralık ayı başında 1 Bitcoin’in değeri 10 bin doları aştı. Bu değer beklentilerin çok üzerinde. Bitcoin’ın hızlı tırmanışı noktasında sermayenin farklı yönelimleri bulunuyor. Örneğin genel olarak Merkez Bankalarını temsil eden kurumlar Bitcoin’in spekülatif yanına işaret ederken, bilişim tabanlı sektörlerde yer alan tekeller bu yeni para türünün “ciddi bir sıçrama yaratabileceğine” işaret ediyor. [1]

Sermaye arasındaki tartışmaya rağmen kripto-paraların eninde sonunda finansal kurumların bir parçası haline geleceğini öngörmek çok zor değil. Emperyalist sistem kâr elde edebileceği bütün alanlarda süreçleri şekillendirmeye çalışır. Tüm finansal araçların belirli tekellerin elinde toplanması ve toplumun geneli aleyhine çalışması emperyalist sistemin genel kuralı.

Kapitalizmin genel tıkanıklığını finansal araçlar yoluyla aşmaya çalışması artık genel bir mantık haline dönüşmüş durumda. “Sanal zenginlik” yaratma çabası sadece Bitcoin ve türevlerinin bir parçası değil. Bu durumun en güzel örneğini “borçlanarak büyüme” çabası oluşturuyor. Sayısal olarak incelendiğinde 2017 yılında dünya çapında şirketlerin 6.8 trilyon dolarlık bir borçlanma gerçekleşti. [2] 2017 yılındaki büyüklüğün 2000 yılından bu yana en büyük sayıya ulaşmış olması kapitalist tekellerin ne denli büyük bir risk bağımlısı olduğunu da gösteriyor.

***

Böylesi büyük çılgınlık dönemlerinin sonucunun da ne denli ağır olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?

Sanırım var; çünkü böyle dönemlerde eşitsizliğin de artışına tanıklık ediyoruz.  Her ne kadar ölçme zorlukları da olsa, Dünya çapında eşitsizliğin “bilinenden daha fazla” olduğunu sermaye basını dahi itiraf etmek zorunda kalıyor. [3]

Bu itirafı ara sıra ülkemizde de duyuyoruz. Son açıklanan ekonomik görünüm verileri “büyüme” olgusuna karşı büyümenin asıl ekmeğini sermayenin yediğini gösterdi. Büyümeye rağmen emeğin aldığı payın küçülmesi eşitsizlik olgusunun en önemli görünümünü gözler önüne seriyor.[4] Ancak bu noktayı tek başına ele almak yetersiz.

Eşitsizlik, sadece servetten alınan paya odaklanarak değil, aynı zamanda üretilen zenginliğin nasıl üretildiğine de odaklanmalı. Uzun çalışma sonrası, güvencesiz çalışmanın yaygın olduğu bir çalışma ortamında üretilen zenginlikler emekçilerin yalnızca maddi anlamda değil, bütün bir hayatını da olumsuz yönden etkiliyor. [5]

Eşitsizliklere bir de bu gözden bakınca “sanal zenginliğin” bu denli yaygın bir biçimde kabul edilmesinin arkasındaki sis perdesi kalkıyor. Düzenin devamlılığı için “bireysel kurtuluş” yollarının özendirilmesi, toplumların geneline örnek olarak gösterilmesi gerekiyor. Lakin yukarıda ifade etmeye çalıştığımız tablo, toplumların genel olarak özlediği konumdan hayli uzak olduğunu gösteriyor.

Bu gerçekliğin dar bir çevre tarafından değil, oldukça geniş bir kesim tarafından kavrandığını da bir kenara not etmek lazım. Asıl sorun yukarıda ifade edilen çelişkinin “az kişi” tarafından kavranması değil, bu gerçekliği bilenlerin yalnızca pek azının “ne yapacağını” net bir biçimde bilmesinden kaynaklanıyor.

Yapılacak şey; sanal zenginlik parkuruna karşı refahın kaynağının “üretime” dayanmasından geçiyor. Böyle bir toplumun emekçilerin söz sahibi olmasıyla gerçekleşeceği açık.

Her şeyin başlangıç noktası ve merkezini buraya koyduğumuz zaman, asıl sorunun da yanıtını vermiş olacağız.

Notlar

[1] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42149289

[2] https://www.dunya.com/finans/haberler/sirketlerin-68-trilyon-lik-rekor-borclanma-cilginligi-haberi-395318

[3] Bu çalışmanın ayrıntıları genel iktisadi yaklaşımlar üzerine yoğunlaşıyor. Bu nedenle ölçümler olarak anlamlı ama çözüm olarak “politik-kör” bir noktaya sıkışmış durumda. Detay bilgi için: https://www.theguardian.com/global-development-professionals-network/2016/apr/08/global-inequality-may-be-much-worse-than-we-think

[4] http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/763862/Buyuyen_ekonomi__kuculen_siyaset.html

[5] Bunun en çarpıcı örneği ülkemizde yaşanıyor. Uzun mesai konusunda Türkiye gerçekten tepeleri zorluyor. Detay için:

http://gazetemanifesto.com/2017/12/21/oecd-ulkeleri-arasinda-en-uzun-calisma-saatleri-turkiyede/