"Cumhuriyet’in bekçiliğinden" gericiliğin bekçiliğine...

Mercek bölümümüzde TSK ile gerici odaklar arasındaki ilişki ele alındı.

Ali Ateş

Bundan neredeyse on yıl önce, toplumda ordu denildiğinde bugünkü fotoğrafla taban tabana zıt bir algı bulunurdu. 1923 Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Cumhuriyetçi geleneği temsil ettiği, Cumhuriyet’in bekçiliğini yaptığı üzerine bir yaklaşım mevcuttu.

1923 Cumhuriyeti’ne, laikliğe ve üniter devlete karşı çıkan kesimler, ordunun vesayet rejiminin sahibi olduğunu ve asker vesayetinin ortadan kalkmasının “demokratik dönüşümlerin” önünü açacağını iddia ederdi.

Aynı zamanda, bunun tersi bir tutum da vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvence olduğunu, ordunun laikliğe ve Cumhuriyet’e sahip çıkacağını söyleyip, “ordu yumruğunu masaya vurmalı” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşımla ordudan umut beslenmekteydi. Kemalist ve Atatürkçü olarak kendini tarif eden Cumhuriyetçi diyebileceğimiz politik görüş sahibi yurttaşlarımız, ordunun Cumhuriyet’in bekçisi olduğu yolunda bir algıya sahipti.

Bugün gelinen nokta bu iki görüşün de yanıldığını bir kez daha ortaya koydu. Öncelikle, ülkemizin demokratikleşmesinin yolunun “asker vesayetinin” geriye çekilerek sağlanacağını düşünen ve özünde liberal olan bu görüş, AKP iktidarıyla birlikte çöktü. Askerin vesayetinin yerini AKP iktidarının gerici baskıcı rejimi aldı. Mesele aslında basitti. Ülkemizdeki demokrasinin gelişimi, düzen kurumlarının hakimiyet dereceleri tarafından değil, tersine burjuva sınıfının ihtiyaçları tarafından belirlenmektedir. Dün sermaye sınıfının çıkarları ve 24 Ocak kararlarını hayata geçirmek için işçi sınıfına karşı yapılan 12 Eylül askeri darbesinde olduğu gibi günümüzde yine burjuva sınıfının çıkarları için AKP iktidarı patronlar tarafından desteklenmişti. Her ikisinde de baskı vardı ve her ikisi de sermaye sınıfının çıkarları içindi.

Yine benzer biçimde, ordudan ilericilik beklenmesi ve cumhuriyetin bekçiliğine yönelik tutum da ayakları yerden kesik bir algıdan başka bir şey değildi. Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye’nin NATO üyeliği sonrası, bir NATO ordusu olarak gelişti. TSK içinde NATO’culuğun, Amerikancılığın yaygın bir politik görüş olduğu bugün bir kez daha ortaya çıkmıştı. Bunun için gericiliğin desteklenmesi, kapitalist Türkiye’nin korunması ve emperyalist dünya sistemine bağlılık ordunun temel fonksiyonuydu. Dün 12 Eylül darbesinde görülen, bugün AKP rejimine bağlılıkla bir kez daha ortaya çıktı.

Bugün en çok tartışılan konuların başında 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ordunun Kemalist bir yönelime gireceğine dönük temelsiz bir beklenti. Ordu içinde NATO’cu ve FETÖ’cü kesimlerin bugün tasfiye edilmeye çalışılması, ordunun Cumhuriyetçi değerlere dönmesi anlamına gelmeyecek. En başta örneğin Katar ve Somali’de Türk askerinin konuşlanacağı üsler kurulması gündemi, emperyalist dünya sisteminde AKP iktidarının ve sermaye devletinin “kopmaz” bağlarını bugün bir kez daha göstermektedir.

Ancak bundan öte, bugün ordunun başında bulunan Genelkurmay Başkanı’nın attığı adımlar, TSK’nin bugün geldiği yeri göstermesi açısından manidar ve somut deliller sunuyor. Gerici, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Akit yazarını hastanede ziyaret edilmesi, MİT başkanı ile birlikte gerici yazar Pakdil’in evine konuk olunması, Genelkurmay Başkanı’nın gençlik çağlarında gerici Necip Fazıl toplantılarına katılması ve Abdullah Gül ile gerici yazar Fehmi Koru ile İngiltere’de fotoğraflarının çıkması münferit sayılmamalıdır. Genelkurmay başkanı Türk Silahlı Kuvvetleri’ni temsil eden bir şahsiyet olarak değerlendirilmeli. Bu manada, bu ziyaret ve adımların aslında siyasi bir temsiliyet ile ordunun gericilikle derdi olmadığını net olarak göstermektedir.

Daha ilerisi ise bizzat emperyalist planlar doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin oynadığı rol. Katar ve Somali’de askeri üs kadar, şeriatçı Suudi Arabistan’la birlikte kurulan “İslam Ordusu”nda TSK’nın yerini alması açık bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Bununla birlikte, Suriye’de cihatçı terör örgütlerinin bizzat TSK tarafından eğitilmesi ve yönlendirilmesi ve hatta ÖSO adındaki cihatçılarla birlikte ortak operasyon yapılması ordu yönetiminin bugünkü fotoğrafını yeterince gösteriyor.

“Cumhuriyet’in bekçiliğinden” bugün gericiliğin bekçiliğine geçen bir tablo var karşımızda. Bunun altında ise sermaye sınıfının çıkarları ile bu çıkarların uluslararası boyutu olan emperyalist dünya sisteminin bir parçası olmak yatıyor. Aslında Cumhuriyetin bekçiliği adı altında kapitalist Türkiye’nin ve NATO’nun ihtiyaçlarına yanıt veren bir gerçeklik dünden bugüne hep var oldu.

Ülkemizde laiklik ve yeni bir cumhuriyetin sahibi olacaksa o da emekçi halktan başkası olmayacak.

* * *

BAZI HATIRLATMALAR:

Gerici Akit Gazetesi yazarına ziyaret

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, 17 Aralık 2016 tarihinde AKP yandaşı gerici Akit Gazetesi yazarı Mehtap Yılmaz’ı ziyaret etmişti. Laiklik ve Cumhuriyet düşmanlığı ile bilinen gerici provokatif Akit Gazetesi yazarını ziyaret çok tartışılan bir başlık oldu.

Necip Fazıl fotoğrafı tesadüf değil

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın, lise yıllarında, İslamcılığın ideolog olarak sunduğu Necip Fazıl Kısakürek’le çekilmiş resimleri tek tek ortaya çıkıyor. Bu fotoğrafla birlikte İngiltere’de Abdullah Gül, gerici yazar Fehmi Koru ve bugün Cumhurbaşkanlığı danışmanlığını yapan şahısla birlikte Hulusi Akar’ın fotoğrafları bugünlere nasıl geldiğimizi yeterince gösteriyor.

Gerici Pakdil’e ziyaret

Yine Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, yanında MİT Başkanı Hakan Fidan ile birlikte gerici yazar Nuri Pakdil’i Ocak ayında evinde ziyaret etmesi çok tartışılmıştı. Bu ziyaretin anlamı bugün bile belirsizliğini koruyor.

Suriye’de cihatçıların hamiliğini üstlenmek

ABD emperyalizminin Suriye’yi parçalaması ve Ortodoğu’ya yerleşmesi için cihatçı çeteleri nasıl kullandıkları ve besledikleri biliniyor. Bu emperyalist planın parçası olarak AKP iktidarı, Suriye savaşının parçası olmuş, cihatçıların Türkiye üzerinden geçişine izin vermişti. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu politika doğrultusunda cihatçıların eğitilmesi konusunda görev almış hatta cihatçı çetelerin hamiliğini üstlenmiş bulunuyor. Astana görüşmelerinde Türkiye’nin garantör ülke olması, bu bağın somut kanıtı olarak okunmalı.

Ordu içinde FETÖ’nün büyümesi sistemlidir

TSK içinde FETÖ’nün yerleşmesi, büyümesi ve komuta kademelerine kadar gelmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısını tartışma konusu haline getirdi. Gericiliğin bu kadar örgütlenmesi, FETÖ’nün sinsi planları kadar bugün ordunun buna nasıl yol verdiğini de göstermektedir.

(17.05.2017 tarihli Sosyalist Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır.)