Cumhuriyet gazetesi davası üzerinden bir değerlendirme: Can Dündar ne demek istiyor?

MERCEK bölümümüz için geçen hafta gündemde olan Cumhuriyet gazetesi davası üzerinden bir değerlendirme yazısı kaleme alındı.

Cumhuriyet gazetesi davası üzerinden bir değerlendirme: Can Dündar ne demek istiyor?

(Bu yazı Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin 29 Temmuz 2017 tarihli 33. sayısında yayımlanmıştır.)

Ali Ateş

Can Dündar ne demek istiyor?

Cumhuriyet gazetesi davası yaklaşık 9 ay sonra görülmeye başlandı. İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde başlayan davada savcılık tarafından iddia edilen suçlamalar hukuk adına büyük bir cinayet işlendiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Dava hukuki boyutundan daha çok siyasi bir nitelik taşıyor, Cumhuriyet gazetesi, FETÖ ile irtibatlandırılmaya çalışılıyor. Bu siyasi tarafı bir yana, savcılık iddianamesinde ortaya çıkan maddi hataların hukuk tarihine geçecek bir boyut taşıdığı ise açık bir şekilde görülüyor

FETÖ tarafından kumpas olduğu açığa çıkan ve döneminde AKP tarafından da hararetle savunulan Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davalar ile bugün Cumhuriyet gazetesi davası arasında benzerlikler bulunuyor. Erdoğan, FETÖ hakim ve savcılarının yanında yer aldığını göstermek için “Ergenekon davasının savcısıyım” diyerek yargının siyasallaşmasının sorumlusu olmuş, bu kumpasın bir siyasi destekçisi rolünü üstlenmişti. Bugün de Cumhuriyet gazetesi davasında hukuksuzluk, siyasi intikama kurban edilmiş durumda. Cumhuriyet yazarları, avukatları ve emektarları AKP’nin siyasi intikamı nedeniyle haksız ve hukuksuz bir biçimde tutuklanmış bulunuyor. Söz konusu Cemaat olunca, Cumhuriyet gazetesinin Cemaatle ilişkilendirilmesi inandırıcı olamıyor. Cemaat üyesi bazı isimlerin Cumhuriyet gazetesi ile iletişime geçmeye çalışması iddianameye yazılınca, insan “Yıllardır AKP ile Cemaat arasındaki ilişkiler nedir peki?” diye soruyor.

Dava garabetten ibaret

Cumhuriyet gazetesinin yayın çizgisinin değiştirildiğine dair yapılan suçlama ise davanın siyasi olduğunu somut olarak gösteriyor. Cumhuriyet gazetesi içinde liberal aydınların bulunması başka bir şey, Cumhuriyet gazetesinin bu bağlamda suçlanması bambaşka bir olgudur. İlki politik olarak eleştirilebilir ve sosyalistler açısından bu konu uzun süredir eleştiri konusudur. Ancak, bunun bir dava konusu olarak suç sayılması büyük bir garabet olarak görülmelidir. Geçmiş yıllarda komünizm propagandasının da suç olduğu hatırlanırsa bugün davanın benzer bir suçlamayla karşı karşıya gelmesi AKP rejiminin niyetinin ne olduğunu göstermektedir.

Görülen davanın bir boyutu budur. Ancak bu dava dolayısıyla başka bir boyut daha bulunmaktadır. O da, Cumhuriyet gazetesi davası üzerinden liberallerin iflah olmaz işbirlikçiliği. Bugün davanın görüldüğü zamanlarda bu konu tali bir konu olmakla birlikte, sosyalist siyaset açısından mazur görülemeyecek bir yan taşıdığı ise bilinmelidir. Örneğin Nuray Mert’in “evrim bir teoridir, bilim değildir” gibi saçmalamasının gericiliğe hizmet eden yanına değinerek geçmek gerekiyor. Bulundukları her ortamı sulandıran liberal virüsün her ortamda kendini var etmesine karşı durmak gerekiyor.

Can Dündar’ın ibretlik sözleri

Bununla birlikte, dava konusunda önemli bir figür olan Can Dündar’ın Almanya üzerinden yaptığı açıklamalar mutlaka masaya yatırılmalı ve bu zihniyetle hesaplaşılması gerekmektedir. Uzatmadan, Can Dündar’ın ne dediğine gelelim. Almanya’da yayın yapan JungeWelt gazetesinden Nick Brauns, Almanya’da yaşayan Can Dündar ile Cumhuriyet gazetesi davası için röportaj yapmış. Bu röportajda Dündar’ın söyledikleri yenilir yutulur cinsten değil:

“Federal Hükümet ve Alman sivil toplumu Türkiye’deki özgürlük mücadelesine destek olmanın yollarını bulmak zorundadır” diyen Dündar Türkiye’nin yalıtılması fikrine sıcak bakmadığını söyleyerek sözlerini şöyle sürdürüyor. “Bu şu anlama geliyor: Yerel yöneticilerle, üniversite ve bilim insanlarıyla, sendikacılar ve muhalefet partileriyle temas kurulmalıdır. Kapının açık tutulması gerekiyor, ülkenin yalıtılması yalnızca Erdoğan’ın işine gelir.”

Dündar, yeni bir yayınevi ve radyo kurma hazırlığı içinde olduklarını açıklayarak devam ediyor.

Bu satırlar ibretliktir. Türkiye’de muhalefet hareketinin, açık bir şekilde Alman hükümeti tarafından desteklenmesi gerektiği söylenmektedir. Yerel yöneticiler, sendikacılar, muhalefet partileri ile temas kurulması istenmektedir. Liberalizmin, “batı güçlerinden” medet uman bu söylemi açık bir mandacılık ve işbirlikçi zihniyetin tezahürü olarak görülmek durumundadır.

Hukuksuzluklar tam da işbirlikçiliği örtmek için

Burada durulmalıdır: Cumhuriyet gazetesine yapılan hukuksuzluk ile Can Dündar’ın söyledikleri arasına büyük bir set çekilmelidir. Can Dündar, Almanya’yı ya da Almanya merkezli Avrupa Birliği’ni kurtarıcı olarak görmektedir. Biz sosyalistler ise, tıpkı ABD gibi başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği’ni Avrupa sermayesinin emperyalist oluşumu olarak görürüz. Ortada açık olarak emperyalist Almanya’dan destek talep edilmekte, emperyalizmin Türkiye’ye politik olarak müdahale etmesi istenmektedir.
Bunun adı adlı adınca işbirlikçiliktir. Liberalizm tam da budur.

Yıllardır Avrupa Birliği’ne hayırhah bakan liberal solculuğun geldiği yer burasıdır. Asıl eleştirilmesi gereken budur ve Türkiye solu bu kesimlerle bağını kökten kesmeli, bu kesimleri karşısına almalıdır.

Emperyalizme karşı mücadele, AKP diktası mazeret haline getirilerek hasıraltı edilecek bir mesele değildir. Denklemler yerli yerine oturtmalıdır. Sermayenin gerici diktatörlüğü olan AKP iktidarının emperyalizmle işbirliği bir somutluk olarak vurgulanmalı ve kapitalist dünyanın sahipleri ile Türkiye’deki sermayenin bütün güçleri amasız-fakatsız karşıya alınmalıdır.

Türkiye, AKP diktasına karşı, “denize düşenin yılana sarılması” misali emperyalizmden medet umarak kurtulamaz. Tersine bugün AKP diktasının arkasındaki ve objektivizmindeki temel gücün emperyalizmden başkası olmadığı açığa çıkartılmalı ve emekçilere propaganda edilmelidir.