AKP'nin müzik eğitiminde Osmanlı modeli

Önder Çelik, AKP'nin yeni müfredatı ile değişen müzik derslerinin durumunu yazdı.

AKP'nin müzik eğitiminde Osmanlı modeli

Önder Çelik

15 yıllık AKP iktidarında gerek gericiliğin gerekse milliyetçiliğin yükseltildiği farklı dönemler yaşandı. Geçen bu süreçte atılan siyasi adımların yanı sıra sürekli olarak devam eden “halkı belirli bir kalıpta tutma gayreti” sürekli olarak beraberinde devam etti. Gelinen son noktada eğitim üzerinde yapılan yeni düzenlemeler memleket geleceğinin daha karanlık bir hale sokulmak istendiğinin açık bir göstergesidir. Sınav soruları, dershaneler, din dersleri, imam hatipler ve son olarak TEOG’a kadar uzanan süreçte araya sıkıştırılan bir meseleden bahsedeceğim size. Lise eğitim seviyesinde verilecek olan müzik dersleri.

Müzik dersleri tartışması aslında yeni değil. Geçtiğimiz dönemde müzik ders saatlerinin haftada 1’e düşürülmesi ile başlayan ve çoğu öğretmenin ve müzisyenin tepkisini çeken bu uygulama pratikte ete kemiğe büründü. AKP çevresine yakın okul müdürlerinin bireysel çabaları neticesinde var olan bir saatlik müzik dersi alanı “seçmeli ders” adı altında din dersleri ile kapatılıyor. Öğrencilerin eğitim hayatlarında müzik dersleri ile öğrenme süreçlerini devam ettirmeleri bilimin bir konusudur aslında. Müziğin motor beceri ve hafıza gibi konularda kişiye olumlu etkileri olduğu yapılan bilimsel araştırmalar ile ortaya konmuştur. Çift yönlü ve paralel düşünme,  beden senkronu gibi aslında kişiye bireysel hayatında büyük beceriler katacak bu mühim eğitim hayatımızdan çıkartılmaya çalışılıyor. Müzik dersi için hazırlanan yeni müfredatta batı müziği tamamen çıkartılacak. Yerine ise ilahiler ve salavatlar getirilecek. Yeni müfredata konu olan birkaç başlık ise Osmanlı müziği, Türk marşları, Mevlevi öğretisinin müzik anlayışı, kahramanlık türküleri ve dini eserler ağırlıklı olarak öğretilecek.

Bu girişten sonra asıl konuya döneyim. Bizim coğrafyamızda müzik kayıt altına alınan bir süreçte gelişim göstermediği için (yazılı kaynak) ancak bireysel olarak yapılan bölgesel araştırmalar sonucu ortaya çıkan halk ezgilerinin “anonim eserler” olarak bilinmesiyle ünlüdür. Hemen her eserin nota yazılımında eserin başında sadece notaya alan kişinin ismi yazar. Halkın acısından ve sevincinden yola çıkılarak üretilen birçok eser yeterli eğitim seviyesi olmayışından ötürü döneminde yazılı hale getirilememiştir. Döneminde yazılı hale getirilemeyen eserlerde mutlaka birtakım eksikliklere maruz kalmıştır. Bahsettiğim bu konu daha çok Türk Halk Müziği ile alakalı bir tanımlamadır. Bunun yanında tarikatlar içinde yapılan müzikler ve Osmanlı ile beraber devam eden süreçte ve sonrasında süre gelen Türk Sanat Müziği’ni de ayrı bir kulvar olarak önümüze koyarsak, bu tarafın eser sahiplerinin daha belirgin olduğu görülür. Bunun altında yatan neden ise sarayın kendine bir müzik türü seçmesi ile ilgilidir.

Saray net bir şekilde ikinci bahsettiğim akımı tercih ederek bu eserlere ve bestecilere sahip çıkmıştır. Bu vesileyle saray müziği ve halk müziği başlıklarını farklı biçimlerde ele almak gerekir. Sarayın bu müziğe sahip çıkmasının altında 3. Selim, kendi döneminde şehzade Mahmut, yani sonradan padişah olarak anılacak ikinci Mahmut ile birlikte yaptığı çalışmalar neticesinde başladı diyebiliriz. Bu iki isim Osmanlı döneminde müzikle en alakalı kişilerdir. Emirleri doğrultusunda müzisyenler bir araya gelerek fasıllar düzenlenirdi. Osmanlı’da müzik böyle bir minvalde şekillenmeye devam ederken hemen her ihtiyacın doğuşu gibi müzikte askeri bir ihtiyaç ve güçten ötürü seyrini devam ettirmiştir. İleriki yıllarda (1828) 2. Mahmut’un İtalya’dan özel istekle getirttiği Donezetti Paşa (Giuseppe Donizetti) yönetiminde Mûsikâ-i Hümâyûn (ilk Türk Bandosu) kuruldu. Donezetti, döneminin en usta bando şefi ve namı diyardan diyara yayılan biridir. İtalya ve Fransa’da çeşitli bandolar kurup yönetmiş ve son olarak Napolyon’un bandosundan ayrılmıştır.

Konu nerden nereye geldi denilmemesi açısından AKP’nin saray sevdasını ve halen devam eden “Yeni Osmanlıcılık” tutkusunu anlatarak devam edeyim. Bu meselenin yani müzik ders müfredatının içinin boşaltılması konusunda canımı en çok yakan durum milliyetçi yani Türkçü duyguların vurgulu bir biçimde anlatılacağı içeriklerin gericilik ile harmanlanarak pompalanacağı bir düzleme gelinmiş olmasıdır. Çünkü aslında anlatıldığı gibi öyle dillere destan bir Türk müzik tarihine sahip değiliz. 19.yy’da meydana gelen bu durumlar yaşanırken kendi asrının 5 asır öncesinde birçok süreci  başlatıp 19.yy’a kadar çoktan neticelendiren “batı” ve “batı müziği” artık müfredatta yer almayacak. Bunun yerine 2. Mahmut’un İtalya’dan devşirdiği ve daha sonradan paşa unvanını verdiği Giuseppe Donizetti’nin Mecidiye ve Aziziye Marşları bin bir doldurma hikayeler ile süslenerek anlatılacak. Bunu tahmin etmek çokta zor değil, nasıl bu denli kendinden emin konuşuyorsun diye soracak olunursa, Müzik öğretmenliği lisansında okutulan müzik tarihi dersleri bu aklın ürünüyle doludur. En fazla iki yıl dayanabildim. Konu aslında Türk Sanat Müziği ve Halk Müziği’ni ayrıştırma konusu değildir. Yaşadığımız coğrafyanın özgün niteliklerinden birisi de tabii ki komalı bir müzik dizimizin oluşu ve bu dizilerin çoğunun Türk Sanat Müziği’nde icra edildiğidir.

Sizi telkin etmek için söylemiyorum fakat Türk Müzik Tarihi denilen konu Giuseppe Donizetti ile başlar ve bir paragraf sürer sonra Cumhuriyet dönemine geçilir. Neden mi? Cevabı çok basit ortaya çıkan üç askeri marşı dışında elde avuçta tutulacak başka hiç bir şey yoktur. Kurulan  Mûsikâ-i Hümâyûn ise günümüzde CSO ( Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) olarak icrasını sürdürmektedir. Sonuç olarak anlatılacak olan Osmanlı müziği bir paragraflıktır ve içinin nasıl doldurulacağı ise muallak konusudur. Şöyle bir gerçekte var, batı müziğini ve Cumhuriyet dönemi müziğini  okullarında anlatmayacak ve öğretmeyecek bir iktidardan bahsediyorsak eğer bunu anlatmak gene biz komünistlerin görevi olacaktır. Bu vesileyle Mûsikâ-i Hümâyûn’ün Cumhuriyet ile birlikte şekillenmesini ve Mustafa Kemal’in bu konuya olan katkılarını da sonraki yazıya bırakıyorum.