RÖPORTAJ | 17 Aralık öncesinde İKD Genel Başkanı Umut Kuruç ile görüştük: Ekmek, gül ve hürriyet günleri için...

17 Aralık öncesinde İKD Genel Başkanı Umut Kuruç ile görüştük

RÖPORTAJ | 17 Aralık öncesinde İKD Genel Başkanı Umut Kuruç ile görüştük: Ekmek, gül ve hürriyet günleri için...

İlerici Kadınlar Derneği(İKD) kurulalı henüz 2 yılını doldurmadı fakat bu süre zarfında bazı bölgelerde şube açılışı ve şube kuruluşu ilanlarını duyururken düzenlediği birçok basın açıklaması, etkinlik ve eylemler ile de gündeme gelmeye devam etti.

İKD birkaç gün önce yaptığı basın açıklamasında ise 17 Aralık’ta gericiliğe karşı kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi büyütmek amacıyla düzenlenecek olan dayanışma etkinliği ile kadınlar ile buluşmaya hazırlandığını duyurmuştu.

Gazete Manifesto olarak İKD’lilerin dayanışma etkinliği öncesi İKD Genel Başkanı Umut Kuruç ile yaptığımız röportajımızı yayınlıyoruz.

İKD’nin mücadele ettiği başlıklara baktığımızda en çok gericilik başlığı ön plana çıkıyor. Peki bugün Türkiye’de gericilik hangi kanallardan besleniyor ve kadınların yaşamına yansımaları neler oluyor?

Türkiye’de gericilik, aslında sermaye düzeninin hüküm sürdüğü ve emekçileri teslim almak üzere en önemli ideolojik aygıt olarak bütün ülkelerde esas olarak iktidardan besleniyor.

Başta AKP hükümeti olmak üzere, düzenin bütün kurumları gericiliğin topluma nüfuz etmesinde önemli rol oynamaktadır diyebiliriz.

Sömürünün emekçiler tarafından tam boy kabullenilmesinde en önemli ideolojik araç gericilik. Bunun da topluma yedirilmesi için kadınların teslim alınması gerekiyor. Bu yüzden iktidar en başta kadınlar üzerinden örgütlemeye girişmiştir gericiliği. Böylece toplumun en küçük ekonomik yapıtaşı olarak gördüğü aileyle başlayarak, toplumun bütününü kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeye, toplumsal dokuyu dönüştürmeye girişmiştir. Kadın bedeni üzerinden bu kadar çok propaganda yapılmasının, gericilerin kadın bedenine bu kadar saldırmasının altında yatan temel neden burada aranmalıdır.

Son 15 yıldır Türkiye’de aydınlanma fikri ile ortaya çıkan insanlık tarihinin önemli kazanımlarının iktidar tarafından yok edildiği, Orta Çağ karanlığına dönüşün hâkim bir eğilim haline geldiği açıktır.

Bunu hem eğitim sisteminde, müfredattaki değişikliklerle, hem imam hatipleşme oranlarındaki büyük artışla, hem müftülere, imamlara nikâh yetkisi, doğum bildiriminin sözlü beyanla nüfus müdürlüklerine yapılması gibi yasal değişikliklerle, boşanmanın önüne engel olarak çıkarılacak olan “aile arabuluculuğu” kurumu girişimi ile adım adım örüyorlar.

Ancak, buraya gelene kadar gericiliğin bizzat sermayenin önünü açmak üzere belirlenen temel politika olduğunu görmek gerekiyor. 12 Eylül 1980’le başlayan sürecin peyder pey bugün karşı karşı karşıya olduğumuz tablonun alt yapısını oluşturmuştur.

Gericilik, özellikle emekçi kitleleri teslim almak üzere sömürünün vazgeçilmez eşlikçisidir. Sermaye egemenliğinin önünde herhangi bir engel istemeyenler, bu sürecin örgütleyicisidirler.

12 Eylül darbesiyle başlayan dönüşüm sürecinin son düzlüğünde, Erdoğan’ın söyleminde ayan beyan ifade bulan “dindar ve kindar nesiller yetiştirilmesi” hedefi toplumsal dönüşümün ideolojik aşamasını gözler önüne seriyor.

Bunun diğer ayağı ise Medeni Kanuna yapılan müdahalelerle Cumhuriyet’in zeminini oluşturan en önemli ideolojik başlıklardan laikliğin toplumsal yaşamdan silinmesidir. Karşı karşıya olduğumuz tablo gericiliğin ideolojik egemenliğinde yetiştirilecek nesillerin varlığını güvence altına alırken, bu formasyonun yeniden üretimini sağlayacak toplumsal zemin hedefidir.

Bunun için teslim alınması gereken kadınlar ve gelecek nesillerdir. Kadının değersizleştirildiği, bütün haklarının ortadan kaldırıldığı, aile içerisinde kuşatıldığı dinci gerici kurallar ile sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda çocuk doğuracağı, gerektiğinde yedek ve ucuz işgücü açığını kapatacağı, çocuk istismarının ve evliliğinin meşru olduğu bir toplumsal yaşam hedeflenmektedir.

Bu sürecin biz kadınların yaşamındaki yansımaları ise 15 yıllık AKP iktidarında yüzde binlerle ifade edilen kadın yönelik şiddettir. Her gün karşı karşıya kaldığımız ve artık “normalleştirilen” kadın katliamlarıdır. İkinci sınıf insan dayatmasıdır. Güvencesiz ve esnek istihdamdır. Üretim ilişkilerinde açık kapatan yedek iş gücü haline gelmektir. Çocuk yaşta evlilik, taciz ve tecavüzdür. Eğitim hakkımızın ve gelecek tasarrufumuzun elimizden alınmasıdır.

Peki Türkiye’de kadınlar başka ne tür sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır?

Aslında, ilk sorunun cevabının içerisinde bu sorunun da cevabı. Gerici saldırıyı üretim ilişkilerinden ayrı bir başlık olarak ele almak mümkün değil. Bu ideolojik dönüşümden ne hedeflendiği ortadayken yeteri kadar karanlık bir sonuç olan şiddete veya medeni kanundaki değişiklikle elimizden alınan haklara ve giyim özgürlüğüne hapsedilemez karşı karşıya kaldığımız karanlığın boyutu.

Durum bunun çok ötesinde bir vahamet taşımaktadır. Toplumun değerlerinde Ortaçağ karanlığını çağrıştıracak derecede geri bir dönüşümle karşı karşıyayız.

Kadın ve erkeğin eşit olmadığı vaaz ediliyor.

Tekrar etmek gerekirse, müftülere nikâh kıyma yetkisi ile çok eşliliğin, çocuk yaşta evliliklerin önü açılıyor.
Boşanma davalarında zorunlu arabuluculuk uygulaması getiriliyor, kadınların aile içi şiddete katlanmaları ve canları pahasına evlilik içine hapsedilmesi hedefleniyor.

Pembe otobüs, pembe taksi, kız öğrenciler için ayrı kafeler, okullarda kız ve erkek öğrenciler için ayrı kantinler gibi uygulamalar hayata geçiyor.

Kadınlar kıyafetleri, oturma şekilleri duruşları bahane edilerek saldırıya uğruyor, saldırganlar mahkemelerde serbest bırakılıyor.

Dindar ve kindar nesiller hedefiyle eğitim müfredatı tamamen gericileştiriliyor.

Kadın cinayetlerinde ve kadına yönelik şiddet davalarında mahkemeler tahrik ve iyi hal indirimlerini sürdürüyor.

Çocuk istismarı ülkemizin en önemli sorunlarından biri haline gelmişken, cinsel istismar suçlarında rıza yaşını 12’ye düşüren yasal düzenlemeler yapılıyor.

12 milyon kadının ‘ev kadını’ olarak tanımlanırken kadınların enformel sektörlerde istihdamı artıyor.

Esnek çalışma temel çalışma biçimi haline getiriliyor. Yarı zamanlı çalışma emekçi kadınlar için eksik ücret ve emekliliğin imkânsız hale gelmesiyken, kadınların geleceği özel istihdam büroları adındaki köle işletmelerine teslim ediliyor.

Üretim sürecinde ve toplumsal ilişkilerde kadının eşitliğini sağlayacak en önemli başlıklardan olan ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işler ise çoktan kamu hizmeti olmaktan çıkmıştır. Kadının öncelikli görevinin ailesi ve çocukları olduğunu vaaz eden gerici dayatmanın arkasında yatan önemli başlıklardan biri de budur.

Bir de Suriye’deki emperyalist saldırganlığın en nemli sorumlularından biri olan AKP iktidarının, çocuklarımızın, eşlerimizin, kardeşlerimizin kanını pazarlık malzemesi haline getirerek, ülkemizi savaşın parçası haline getirmesi var. Suriye başta olmak üzere komşu ülkelerin halklarına yıkım ve ölümü dayatan iktidarın, ülkemizde yaşam mücadelesi veren başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere milyonlarca insanın mağduriyetinden de sorumlu olduğunu unutmayalım.

İKD’nin önümüzdeki dönem mücadele başlıkları ne olacak?

Az önce anlatmaya çalıştığım gibi, gericiliğe karşı mücadele emeğin kurtuluşu mücadelesinden bağımsız değildir. Bugün yaşananlara bakıldığında, emperyalizme bağımlılığın da ülkemizi karşı karşıya bıraktığı durum, bunun sorumlularının da kimler olduğu açıktır. Ve bütün bunların birbirinden bağımsız mücadele başlıkları olmadığı ortadadır.

Emekçilerden fedakârlık bekleyenler gericiliği bizler dayatanların ta kendisidir. Yüzlerce milyon doları ceplerine indiren bu hırsızlar, bizlerden tevekkül beklemektedir. İşte gericiliğin muradı tam da budur.

Bu nedenle, İKD önümüzdeki dönem gericiliğe karşı tavizsiz bir laiklik mücadelesini yürütürken sermaye egemenliğine, onun emekçi kadınlara dayattığı sömürüye karşı da kararlı bir kavga yürütmeyi hedefliyor.

Bunun yanı sıra, bölgemizde emperyalist odakların savaş tezgâhlarına karşı kadınların örgütlü gücü haline gelmek, ülkemizdeki iktidar kurumlarının emperyalizmle işbirlikçiliğinde evlatlarımızın, kardeşlerimizin, eşlerimizin kanını pazarladığı savaş ortaklığına karşı mücadeleyi örgütlemek önemli bir görev olarak karşımızda duruyor.

Bütün bu başlıklar söz konusu olduğunda, tarihteki toplumsal mücadeleler bize en önemli öznelerden ve ilerici birikimin ana unsurlarından birinin de kadınlar olduğunu gösteriyor. İlerici Kadınlar Derneği nitel ve nicel örgütlülüğünü büyütmenin, kadınların bu tarihsel görevi yerine getirecekleri zemini var etmenin yaşamsal bir görev olduğunun bilinciyle hareket ediyor.

Son olarak İKD, 17 Aralık’ta gericiliğe karşı laiklik demek için bir dayanışma etkinliği düzenleyecek. Bu konuda kadınlara neler söylemek istersiniz?

Gericiliğe karşı laiklik mücadelesi bizler açısından ekmek ve gül mücadelesidir.

AKP’nin ne yapmak istediği açıktır. Toplumda inatla var olan direnç noktalarını dağıtarak dinci gerici bir toplumsal yaşamı ideolojik planda kurmak, böylece gerek sermayenin, gerekse emperyalizmin saldırılarını tevekkülle karşılayacak bir toplum ve ülke yaratmaktır.

Buna karşı kadınların yürüteceği mücadele de bütünlüklü olmalıdır. Ekmeğimiz için mücadele ederken, onu bizlerden çalanların dayattığı, bizlere karanlıktan başka hiçbir şey vaat etmeyen gericiliğe karşı da tereddütsüz bir laiklik mücadelesi şarttır.

Laikliğin, önüne arkasına sıfatlar getirerek değil, ikirciksiz bir biçimde, eşit ve özgür bir toplumsal yaşamın zemini ve vazgeçilmezi olduğunu bilerek mücadele etmemiz gerekiyor.

Özgürlüğü elde edebilmek için gericiliği yok etmek zorunluluktur. Tarih bizlere gericiliğin özgürlüğü olamayacağını tekrar tekrar gösteriyor. Bunu görmek istemeyenlerle kaybedecek zamanımız kalmamıştır.

O nedenle, bütün kadınları ekmek, gül ve hürriyet için, gericiliğe karşı güçlü bir laiklik mücadelesini örgütlemek için 17 Aralık’ta bizlerle birlikte olmaya, sesimize ses, gücümüze güç katmaya çağırıyoruz.