Yeter, söz işçinin!

Irmak Ildır, haftasonu yapılacak olan Sınıf Tavrı kurultayını yazdı.

“Yeter, söz milletin!” diye başlamıştı…

Türkiye’nin siyasi hayatına damgasını vuran, bir dönemin başlangıcını ifade eden bu slogan ayırt edici bir özellik taşıyordu. Demokrat Parti iktidarının başlangıcı olan 1950 Genel Seçimlerinin özetine dönüşen bu slogan aynı zamanda Türkiye sağının da sözle eylemi arasında ne denli büyük farka sahip olduğunu gösteriyordu.

“Yeter, söz milletin” diyen Demokrat Parti (DP) iktidarı, 10 yıllık iktidarı boyunca seçimler yoluyla elde ettiği meşruiyeti sermaye düzeninin yeniden yapılandırılması ve emperyalizmle tam bağımlılık için kullandı. 10 yıllık boyunca atılan tüm adımlar ise halka ve işçi sınıfına düşman bir karaktere sahipti.

Bu sloganla başlayan DP “Yeter, söz patronların ve ABD’nin” sloganıyla yola devam etti. Gittiği yol ise, sonu oldu.

Karşı-devrimci dalganın kapsamının büyüklüğü, yönü, uluslar arası siyasal atmosfer  vs… düşünüldüğünde bugünkü AKP iktidarının DP’ye göre çok daha büyük bir dönüşümü temsil ettiği açık. Öte yandan, İkinci Cumhuriyet’te sömürünün boyutu çok daha gelişkin ve karmaşık ilişkileri içermekte, sermaye sınıfı çok daha açık bir saldırıyı işçi sınıfına yöneltmiş durumda. Bu açıdan ele alındığında ardı ardına gelen gelişmeler işçi sınıfı açısından tam bir “sosyal yıkım” anlamına gelmektedir.

Bu sosyal yıkımı getiren adımların hangi birini sayalım ki?

Değişen iş yasası, ufukta bekleyen kıdem değişikliği, 657 sayılı Kanun’da öngörülen iş güvencesinin ortadan kaldırılması… Bir de bunlara yetmezmiş gibi havuç diye verilen asgari ücret artışının bir yıl içinde vergilik dilimler yoluyla geri alınışı eklendi. Üstelik bütün bu adımlar son 6 aya sığarken, AKP iktidarının emeğe dönük pervazsız adımlarının saldırıdan daha çok “topyekün savaş” ilanına benziyor.Bütün bu olanlara karşılık ise işçi sınıfı cephesinde “sessizlik” büyük oranda devam ediyor.

Elbette bu sessizliğin kaynağı sadece nesnel siyasal atmosferle bağlantılı değil. Aynı zamanda sendikal alanın adım adım AKP’lileştirilmesi, meslek birliklerinin enselerinde Demokles’in kılııcı misali sallanan yasa sopası vs.. düşünüldüğü zaman çok boyutlu saldırıya karşı sınıf mücadelesinin tüm zenginliğini kullanmak gerekiyor. Bunu başarmak için ise örgütlü bir mücadelenin büyütülmesi ile mümkün olabilir.

***

İşte bu durumu mümkün kılabilecek bir gelişme geçtiğimiz haftaiçinde gerçekleşti. Farklı sektör, kesim, çalışma biçiminden işçileri yan yana getirecek ve işçi sınıfının farklı kesimlerini mevcut sendikal anlayışın darlaştırıcı, kısıtlayıcı biçiminden kurtaracak bir çağrı yapıldı. “İnsanca bir yaşam” çağrısıyla yapılan Sınıf Tavrı kurultayı bu amaçla anlamlı büyüklükteki bir toplamı yan yana getirmeyi, sınıf mücadelesinin öncüsü konumundaki unsurları bir mücadele programı ekseninde birleştirmeyi hedefliyor.

Sınıf Tavrı’nın çağrısı, esasen uzunca bir süredir ifade ettiğimiz üzere, sınıf mücadelesi alanındaki dağınıklığı ortadan kaldıracak, mücadeleci unsurların yalıtılmış halini kıracak bir mücadele platformunun oluşması için yapılıyor. Bu açıdan önemsenmeli, güç verilmeli ve güç biriktirilmelidir.

Sınıf Tavrı kurultayının böyle bir zamana gelmiş olması da oldukça manidar. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Türkiye siyasetinde büyük eksikliği hissedilen işçi sınıfının ağırlığını arttırmak büyük bir ihtiyaç haline dönüşmüş durumda. Sermaye sınıfının ve onun temsilcilerinin bütün bir hayatımızı boğduğu bir atmosferde nefes alacak bir alan açacak Sınıf Tavrı.

Bu açıdan bakıldığında bu haftasonu gerçekleştirecek kurultayın en önemli başlığı da “Yeter, söz işçinin” başlığında özetleniyor. Önümüzdeki dönem açısından değiştirici ve kural koyucu bir sınıf hareketinin oluşması için işçi sınıfının öncü ve mücadeleci kesimlerinin sözlerini hiç korkmadan ve çekinmeden yükselttikleri bir aracın olması gerekli. İşte bu Sınıf Tavrı ile sağlanacak.

“Sınıf Tavrı ne yapacak?” sorusu bu yazıyla birlikte akıllara gelebilir. Buna dair bir kaç somut örnekle ve bilgiyle cevap vermek mümkün. Türk-İş’in içinde başlayan ve mücadeleci sendikaları tek tek AKP sultası altına sokan Hava-İş ve Petrol-İş süreçleri sendikal alanın tasfiyesi anlamına geliyor. İşte en son Petrol-İş’te gerçekleşen yönetim değişikliğinin ardından başa gelen yönetimin Trakya havzasında bulunan önemli fabrikalardaki işyeri temsilcilerini sendikadan atma girişimlerine karşı koymaktır Sınıf Tavrı’nın yapacağı.

Gene aynı şekilde Türk-İş içinde bir dönem sınıf sendikacılığının önemli bir mevzisi olan Kristal-İş’e tarihsel misyonunu yeniden kazandırmaktır bu mücadale platformunun yapacağı.

DİSK içinde radikal ve sosyal demokrasi tarafından kişiliksizleşmeye karşı şekillenen sınıf sendikacılığı çıkışını güçlendirmek için kolları sıvayacak Sınıf Tavrı.

Metal işçisinin Bursa’da yaktığı ateşi diğer havzalara sıçratacak Sınıf Tavrı ve şantiyelerdeki sınıf kardeşlerinin hak arama eylemleriyle buluşturacak.

Bu buluşmanın ilk adımını 26 Haziran Pazar günü gerçekleştirecek Sınıf Tavrı ve mücadele programıyla merkezini oluşturacak. Sınıf mücadelesinin dalgalarla kaplı okyanusunda güvenli bir limanı değil, yola koyulan bir donanmanın amiral gemisini inşa etmek için bu çıkışa kulak ve yürek kabartmak gerekiyor.

Hadi bakalım, “Yeter! Söz işçinin.” demek için kolları sıvayalım…