Yeni rejimin tarih icadı: Kut’ül Amare

“Osmanlı’nın son büyük zaferi” adlandırmasıyla bir Cumhuriyet karşıtlığına dönüşen Kut’ül Amare hadisesi için ise gerçek bir zafer demek ne kadar mümkün, tartışılır.

Yeni rejimin tarih icadı: Kut’ül Amare

Başbakanlığın talimatıyla, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarını iptal ederek Cumhuriyet’in, 1919 Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcından sonraki ilk adımı olan 23 Nisan 1920’ye Kutlu Doğum Haftası’ndan sonra ikinci bir alternatif çıkaran AKP, “Kut’ül Amare Zaferi” yıldönümü adıyla, yeni bir “bayram” icat etti.

Cumhuriyet tarihini silmek üzere AKP tarafından atılan bu adım, 2016’da “görkemli etkinliklere” vesile oldu.  “Kut’ül Amare Zaferi’nin 100. Yılı” için düzenlenen törende konuşan Tayyip Erdoğan da bayramlık ağzını açarak Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olan 1919’a saldırdı.

“Osmanlı’nın son büyük zaferi” adlandırmasıyla bir Cumhuriyet karşıtlığına dönüşen Kut’ül Amare hadisesi için ise gerçek bir zafer demek ne kadar mümkün, tartışılır.

Yıkımda “zafer” aramak

Birinci Dünya Savaşı sırasında Bağdat’ın güneyinde bulunan Dicle üzerindeki stratejik öneme sahip Kut’ül Amare, Bağdat’ı hedefleyen İngilizler tarafından işgal edilir. 29 Nisan 1916 tarihinde Hindistan birliklerinden oluşan Britanya Ordusu özellikle açlıktan dolayı Osmanlı’ya teslim olur.

1917 yılı başlarında yeniden taarruza geçen Britanya birlikleri 22 Şubat 1917’de Kut’ül Amare’yi ele geçirerek, 11 Mart 1917’de Bağdat’a girdi. Halil Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri ise Bağdat’ı boşaltır.

Osmanlı, Bağdat’ı geri alamadığı gibi, Samerra’yı da ele geçiren Britanya Ordusu, Tikrit’e kadar ilerler.

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, Hristiyanların güvenliği, İngiliz savaş esirlerine kötü muamele edilmesi gibi nedenlerle anlaşmanın 7. maddesini gerekçe gösteren İngilizler, 15 Kasım 1918 tarihinde, 1916’da imzalanmış olan Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa’ya bırakılmış olan Musul’a asker çıkarırlar. Osmanlı ise Musul’u boşaltarak Nusaybin’e çekilir.

Bu kısa özete bakıldığında bile herhangi bir zaferden söz etmenin pek de mümkün olmadığını söyleyebiliriz.

Cumhuriyet’i itibarsızlaştırmak

Dağılmakta olan Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki kısa süreli ve sonuç getirmeyen çeşitli askeri “başarılarını” bayramlaştırmak, bu dönemi takip eden Kurtuluş Savaşı ile birlikte başlayan Cumhuriyet sürecini itibarsızlaştırmanın adımlarıdır.

23 Nisan’a alternatif Kutlu Doğum Haftası ile başlayan silsile, fiilen laikliğin toplumun genlerinden kazınmasıyla devam ederek, bugün Kurtuluş Savaşı’nın zaferi olan Cumhuriyet’i kâğıt üzerinde de ortadan kaldırma girişimleriyle sürüyor.

İsmail Kahraman’ın “Laiklik Anayasa’dan çıkacaktır” sözleri ile Davutoğlu’nun niyetlerini “sistemi tümüyle değiştirmek” ve “Yeni anayasayı başkanlık sistemi etrafında dokuyacaklarını” ilan etmesi, Tayyip Erdoğan’ın “Tarihi 1919 yılından sonra başlatan bir anlayışı kabul etmiyorum” saldırısı bu operasyonun geldiği aşamayı gözler önüne seriyor.

Yeni rejimi kurarken ihtiyaç duyulan ise bir tür “gelenek, tarih icadı”… Kut’ül Amare hikâyesi de buraya oturuyor.

Tarihsel ilerlemeye karşı hilafetin, teslimiyetin ve yıkımın “zaferi”

Cumhuriyet’in karşısına “Yeni Türkiye” ile çıkanlara eşlik eden “özgürlükçü laiklik” savunucuları, tarihsel bir ilerleme olan Cumhuriyet’e karşı İslam sancaklarıyla yola çıkanlara koltuk değnekliği yaparken, icat edilen bu gelenek ve tarihin kurucu unsurları olma iddiası taşıyorlar.

Bizler ise olayların insanlık için tarihsel birer kazanım olup olmadığına baktığımızdan dolayı, 1919’la başlayan Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in, Türkiye topraklarında tarihsel kazanım olduğunu biliriz. Laiklik, tam da bu nedenle özgürlükçülük sıfatıyla pekiştirilecek bir kazanım değil, bizzat özgürlüğün güvencesidir.

Dolayısıyla, tarihsel ilerleme karşısına, onu itibarsızlaştırarak hilafetin, teslimiyetin ve yıkımın “zaferini” koymakla “Laik Anayasa olmaz” açıklaması aynı operasyonun parçalarıdır.

Kut’ül Amare hadisesini de başka icatlar takip edecektir kuşkusuz.

Kut’ül Amare “bayramı” ve “istikrarlı ve güvenli Körfez” ilişkisi

Bir yandan bölgede Sünni cephenin bileşeni olarak ülkemizi İslami cihadın parçası haline getirirken, bir yandan da Kut’ül Amare “bayramı” kutlayanlar, bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor. Kut’ül Amare’nin, Riyad’la birlikte savaş ilan etmek için çırpındıkları Şii’lerin yaşadığı bölge olduğunu hatırlatalım.

Ortadoğu’daki askeri girişimlerini arttırmak üzere adımlar atan AKP iktidarı, en son Katar’da iki ülkenin ortak askeri üs anlaşmasına imzayı atıyor. Buna göre Türkiye, ilk “çok amaçlı üssü”nü bu ülkede kurmuş oluyor. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri’nin yanı sıra Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın bordo bereli komandoları da bu askeri üste görev yaparken, asker sayısının 2 bini aşacağı belirtiliyor.

Ahmet Davutoğlu’nun “Şimdi size Katar’ın istikrar ve güvenliğinin Türkiye’nin istikrar ve güvenliği olduğunu söyleyebilirim, biz istikrarlı ve güvenli Körfez istiyoruz, Türkiye ve Katar aynı kadere sahibiz, aynı tehditlerle karşı karşıyayız” sözleri AKP’nin bölgede neyi hedeflediğini açıklar nitelikte.

AKP’nin basın kuruluşu olarak çalışan Yeni Şafak’ın Genel yayın Yönetmeni İbrahim Karagül de dünkü köşe yazısında Katar’daki üs ile Kut’ül Amare bayramının bağlantısını açıklayıveriyor.

“Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, yüz yıl sonra ilk kez bu zaferi anıyorsa, o tarihi bizi yaşatanlara saygı ifadeleri kullanıyorsa, onlarla övünüyorsa, onlarla bağ kuruyorsa, halka tamamlanmış, tarih kendi akışını bulmuştur. (…) Bizler tarihin her aşamasında en zor zamanlarda bile ayakta kalmayı, sadece kendimizi değil, çevremizi de ayağa kaldırmayı bilen bir gelenekten geliyoruz.” sözleriyle hem Kut’ül Amare bayramının anlamına, hem de Davutoğlu’nun “istikrarlı ve güvenli Körfez” isteğinin tercümesine girizgâh yapıyor Karagül.

Rövanş isteyenlere cevap: tarihsel ilerlemeyi sonuca ulaştırmak

İçeride Cumhuriyet’i itibarsızlaştırmanın aracı olarak icat edilen “yeni tarihle” birlikte zafer olarak adlandırılan mağlubiyetlerin bu kez rövanşını almaya çalışan AKP, ülkeyi hızla bir bölge savaşına doğru sürüklüyor.

Karagül de zaten bunu açıkça söylüyor. “Katar’daki üs yetmez. Türkiye, bir an önce S. Arabistan’da, Lübnan’da, Yemen’de ve Suriye’nin her bölgesinde askeri olarak var olma yoluna gitmelidir. Bölgesel savaş hazırlığı varsa, bölgesel savunma hazırlığı da hızlandırılmalıdır.” sözleriyle yeni Kut’ül Amarelerin uzak olmadığına işaret ediyor.

Kut’ül Amare hadisesinin vuku bulduğu dönemin Sosyalist Devrimle kapandığını, ondan beslenen damarın Anadolu topraklarında Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’le ortaya çıktığını hatırlatmak gerekiyor.

Bize gereken ise bu kez tarihsel ilerlemeyi nihayete erdirmek.