Yanılanlar bir adım geriye

Hayat pek çok yol ayrımını ve tercihleri önümüze getirir. Yapılan tercihlerin yanlışları olağan karşılanmalı ve hatalar kabullenilmelidir. Ancak pek çok kişi için bu durumu itiraf etmek çok zordur. Siyasette ise imkânsızdır ve yanılgılar yenilerini doğuruyor.

Hayat pek çok yol ayrımını ve tercihleri önümüze getirir. Yapılan tercihlerin yanlışları olağan karşılanmalı ve hatalar kabullenilmelidir. Ancak pek çok kişi için bu durumu itiraf etmek çok zordur. Siyasette ise imkânsızdır ve yanılgılar yenilerini doğuruyor.

Dolayısıyla zincirleme bir reaksiyon benzeri hatalar zincirinden uzanan yol siyasette olanakları da ortadan kaldırıyor. Söz konusu siyasetin sınıfla ilişkisi olunca burada yapılan en küçük bir hata yeni yanılgılar zincirini doğuruyor.

Bu noktada doğru bilinen yanılgıları biraz açığa çıkartmak gerekiyor. Zira siyasetin sınıfla ilişkisinin bina edildiği zeminde bir alan temizliğine ihtiyaç duyuluyorsa “iyi bilinen yanlışların” doğrularla yer değiştirmesinin vakti de gelmiş demektir.

Bugüne değin sınıf hareketinin etkisizliğini, içine girilen kısır döngüyü ve bu alanda sınıf siyasetinin belirleyici olmaktan uzak görünümünü açıklamaya çalışanların en büyük yanılgısını “sınıfın değişen yapısı” oluşturuyor. Bu doğrultudan yola çıkanlar için varılan yegâne sonuç “model değişikliği” önerisi oluyor.

İster bu modelde “aşkın siyasi yapılar” tarif edilmiş olsun, isterse modelin merkezine “yeni toplumsal hareketler” koyuluyor olsun sonuç aynı yere çıkıyor: Etkisizlik. Bu noktada sorgulanması gerekenin ise “kalkış noktası” olduğu çok açık. Bugün etkili bir sınıf siyasetinin, güçlü bir doğrultusu olmadan önerilecek tüm “yeni modeller” Amerika’yı yeniden keşfetmenin bir başka hali oluyor.

Elbette “model değişikliklerine” ve bunların oturduğu zemine bir itiraz yok. Gerçekten de piyasanın belirleyiciliğinin bu denli arttığı, taşeronlaşmanın ve esnek iş ilişkilerinin kanıksandığı bir dönemde zemindeki değişiklikleri işaret etmek yanlış değil. Öte yandan buradaki hata apaçık “strateji” hatasıdır.

Gözünüzü diktiğiniz bir alan, ısrarcılık ve süreklilik yoksa bütün üstün modellemeler kâğıt üzerinde kalacaktır. İlerletici olacak olan mücadele alanın belirlenmesi ve zayıf halkalara yoğunlaşmaktır. Böylesi bir anlayışı önüne koyanların bugün Renault’da olup bitene anlam vermesi çok kolaydır ve müdahale edebilmesi için “ısrar” yeterlidir. Öte yandan bu durumu anlayamayanların plazaların görünmez camları arasında eriyip gitmesi olasıdır.

Hâlbuki plaza ile fabrika, kamusal mekânlarla şantiyeler arasındaki mesafe sanıldığından kısa. Bu mesafenin ölçülmesini sağlayacak olan gerçek bir maddi zemin.Bu maddi zemini Türkiye’de oluşturan şey; iktidarın bugüne değin sürdürmüş olduğu “emek düşmanı” politikalarda gizlidir ve bugün bu politikalar daha net bir biçimde gözlenmektedir.

***

Mücadele gündemi mi istiyorsunuz?

“Cuma izni” ile “kıdem tazminatını kaldıran anlayış” bir bütündür. İstihdam politikalarında kadınları ücretleri aşağıya çeken unsur olarak gören anlayışla, onları eve kapatacak “teşvik politikalarını” besleyen yasalar aynıdır. Bir yanda gericilik, diğer yanda sömürü vardır ve sömürü politikalarının baskın karakteri gericiliği beslemektedir. Tersi ise gerçekleri baş aşağı çevirmek anlamına geliyor.

Bu durumu sınırlı bir biçimde kavrayanlar için ise “ayaklar” ile “başın” yer değiştirmiş olması ise tarihin kötü bir trajedisi. Bu kötü oyunun ilk perdesi bitmeden sahneden kaldırmak için ise “diyalektiğin” tarihsel gelişimindeki temeli hatırlamak gerekiyor: değerlendirmeleri ters çevirmek ve ayakları üzerine zemine koymak.

Zemin için ise ortadaki ilişkiyi tam olarak ifade etmek gerekiyor. Bugüne değin işçi sınıfının siyasallaşmasının önündeki temel engel sömürü politikalarının siyaset alanında baskın çıkması, sınıfsal alanda işçi sınıfının “1-0” geriye düşmesinden kaynaklanıyor.

Bu zemin gericilik üretir, bu zeminin korunması için ise gerici ideolojinin unsurlarına başvurmak gerekir. İşyerlerinde kurulmuş olan “otorite” ile siyaset alanında sermaye sınıfının belirleyiciliği arasındaki benzerlik çok açıktır ve bugünden itibaren bu noktada bir gerileme yaşanacaksa somut zeminin zorlanması gerekmektedir.

Bu zorlamanın alanlarından birini emekçi kadınlar yaratıyor. Bugüne değin bu alanı belirleyen “kimlikçiliğin” karşısına yeni bir kutbun ete kemiğe bürünmesi ve kırmızı çatkılıların bu alanda giderek daha fazla söz sahibi olmaları somut zemini güçlendirmektedir. AKP’nin en güçsüz olduğu alanlardan biri de buradadır. Ancak bu kısımda yanılanlar için “beş harfli yanılgılar”* ardı ardına geliyor. TÜSİAD’ın vurgularıyla “eşitlikçilik” maddi eşitsizlik anlamına gelmektedir.

Bir diğer zorlama ise sınıfın geleneksel bölmelerinden gelmektedir. Bu geleneksel bölmelere hizmet sektörünün kriz yaşayan turizm ve finans sektörlerinde de işaretler yoğunlaşmakta. Bu alanı giderek siyasallaştıracak olan sınıf siyasetinde “zoka” yutmayanların çabalarıdır ve bu çabalar için şimdiden kolları sıvamak gerekir.

Yaklaşan kasırganın etkilerini hisseden sermaye sınıfının ve onun temsilcilerinin yandaş sendikaların kongresinden “Buraları, Bursa’yı kast ediyor, karıştırmak isteyenler var, siz oyuna gelmeyin” şeklindeki ifadelerine ise gerçekleri hatırlatarak cevap vermek gerekiyor:

Yıllar boyu işçilerin sırtından geçinen, onları baskı rejimine bağlayan, gerici düşünceleri besleyen çetelerin yarattığı huzursuzluktur burayı kaynama noktasına getiren.

Unutmayın, 5 Mayıs günü işçiye sopa çekenler kaynama noktasını aşağıya çekmişti. O gün silahı kınından çıkartanlar için tarihin cevabı çok sert olmuştur ve olacaktır.

Bunu bilmenin gücüyle; yanılanlar bir adım geriye!

* Bu yanılgılardan birkaç tanesini okuyucularımız kısa bir araştırma ile bulabilirler ama sanırım en kötü iki tanesine şuradan okuyabilirler, elbette hiçbir “erillik” içermeden…

1-)http://siyasihaber2.org/biz-erkekler-neden-8-marta-gitmemeliyiz

2-) http://www.5harfliler.com/hangi-8-martsiniz-kadinlar-gunu-mu-emekci-kadinlar-gunu-mu/