Umutsuz kalanlara, şapkadan tavşan çıkaranlara

Ara sıra umutsuzluğa düşmek, hayattan beklentilerin azalması doğaldır. Sosyal bir varlık olan insanın, toplumu kuşatan, parçalayan yaşam biçimi karşısında umutsuzluğa düşmesi pek çok kişide görülmektedir. Kimi dönemler toplumlarda benzer bir ruh hali içine girerler. Siyasetin dolambaçlı ve karmaşık görünümü, değişkenlerin fazlalaştığı dönemlerde siyasallaşmayı azaltan, inançsızlık ve umutsuzluk yayan etkiler artar. İçinde bulunduğumuz günlerde patlayan her... View Article

Ara sıra umutsuzluğa düşmek, hayattan beklentilerin azalması doğaldır. Sosyal bir varlık olan insanın, toplumu kuşatan, parçalayan yaşam biçimi karşısında umutsuzluğa düşmesi pek çok kişide görülmektedir.

Kimi dönemler toplumlarda benzer bir ruh hali içine girerler. Siyasetin dolambaçlı ve karmaşık görünümü, değişkenlerin fazlalaştığı dönemlerde siyasallaşmayı azaltan, inançsızlık ve umutsuzluk yayan etkiler artar. İçinde bulunduğumuz günlerde patlayan her bomba, siyasetteki her sıkışma pek çok kişi için benzer sonuçlar doğurmaktadır. Ancak bu durumun ebedi olması, geniş kesimlerin siyaseten “tarafsız” kalabilmesi mümkün değildir ve olmayacağa benzemektedir.

Türkiye’nin son görünümü pek çok kişi de bu duyguları uyandırsa da, bir yandan akıp giden hayat, diğer yandan düzenin zayıf noktaları pek çok olanağı da ortaya saçıyor. Önemli olan bu olanakların nasıl bir değerlendirmeye tabii tutualacağı, olanaklar ile zaafların bileşkesinin nasıl yakalanacağıdır.

Örneğin çıkartılmak istenen ve Meclis’in önüne sunulmasına az kalan “kiralık işçilik” yasası önümüzdeki dönem açısından sermayenin hem zayıf karnıdır, hem de emekçiler açısından belirli zaafları içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla bir kavramı ele alırken, zıddıyla birlikte düşünmek ve siyasette tavrı buradan şekillendirmek “umudu” görebilmeyi sağlayacaktır.

Evet, konumuz bir kez daha önümüzdeki dönem emekçiler açısından “bekleyenler” Bu konu ne salt bir ekonominin alanı, ne de siyasetin alalede bir parçasıdır. Sermaye düzeni açısından değerlendirmenin köşe taşını oluşturmaktadır.

Tıpkı gericiliğe ya da “diktatörlük girişimlerine” karşı mücadele gibi….

Bu yazıda siyasetin köşe taşları arasında bağıntıyı sermek ve bu bağıntıların nasıl bir şekil alacağı üzerine yoğunlaşmıyoruz. Derdimiz daha çok bugünün ruh hali üzerinedir ve bu ruh halinin kuşatıcı etkilerine dairdir. Bu kuşatıcı etkiler doğal olarak “karanlıkta koşanların” yolunu da şekillendiriyor. Bazıları karamsarlık batağına saplanırken, bazısı da şapkadan tavşan çıkartıyor.

“Ezberleri bozmanın dayanılmaz hafifliğine” varan bu kesimlerin ortaklaştığı bir tez var. Bu teze göre bugün sendikal alan tıkanıklığı aşamamaktadır ve bu noktada devreye “yeni modeller” girmelidir. Bu modellerin zemini ise kah “çağdaş sendikacılık” olmaktadır, kah “toplumsal hareket sendikacılığı”

Yerseniz…

Tabii bu ezberlere karnınız tok olunca, asıl niyetin şekilsiz siyasi öngörülerin hayata geçebileceği alanlar yaratmak olduğu görülecektir. Meslek odalarında, sendikalarda, meslek birliklerinde ve derneklerinde meclis muhalefetinin sözünden çıkamayanların tarihe sarılması ve tarihteki zaafları göstermesi mevcut durumda içine düştükleri sıkışmayı aşma çabalarıdır. Ne DİSK’te, ne TMMOB’da, ne TTB’de, ne de sınıfın diğer örgütsüz kesimlerinde bu yaklaşımlarınız hiçbir geçerliliği yoktur. Olmadığı da örneklerle sabittir.

***

Eğer yukarıda sözünü ettğimiz emekçilerin bugünkü zaaflarını değerlendirecek ve olanakları tespit ederek bir tavra dönüştüreceksek ezber bozan ezberlere yaslanmayacağız. Yaslanılacak zemin siyasetin ön açıcılığıdır.

Sınıf mücadelesi alanında sermayenin ve onun iktidarı olan AKP’nin adımlarını hesap ettiğimizde ortaklaşılacak nokta; düzenin siyaset alanında yaşadığı sıkışmaların ekonomi alanında da kendini gösterdiğidir. Bu sıkışmalar düzenin alaşağı gittiği bir süreçten daha çok, kırılma ve virajları içeriyor. Dolayısıyla siyasette bugün karşılaştığımız “kiralık işçilik”, “özel istihdam büroları”, “güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması” vs… gibi yeni adımlara karşı alınacak tavrı hayata geçirmenin tek yolu bulunuyor: “sınıf siyaseti”.

Öyleyse bu kısmı biraz açmak gerekiyor.

Sınf siyaseti dediğimiz ikirciksiz bir düzen karşıtlığı ve yeni bir düzen isteğidir. Bu doğrultuda atılacak bütün adımlar sermaye sınıfı, onun partileri ve kurumlarından bağımsız olması biricik kuraldır. Ancak bunun somutlanması ise sanıldığından daha zordur.

Bu somutlama işlemi ise sendikal alanı sınıf hareketine eşitleyen anlayışla mümkün değil. Dolayısıyla bugünkü zaafları ortaya koyarken, sendikal alandaki tıkanıklığı tespit etmek yetersiz olacaktır. Evet, mevcut anlayışlarla yol alınması, mesafe kat edilmesi mümkün değil. Öte yandan yapılacak şey ise bir model tartışması değil, bütünsel bir siyasetin ortaya konulmasıdır.

Dolayısıyla siyasetin somutlanması ise zayıf noktalara bakılarak olacak. Verili durumda düzenin yaşadığı sıkışma alanlarından biri kârlılık düzeyi” eskisine göre düşme eğilimi içinde olan lokomotif sektörlerdir. Bunların başında ise büyük sanayi havzalarının çevresi geliyor.

Buradan çıkartılacak sonuç tek başına sanayi havzalarına yaslanan bir siyasi çalışmanın yapılması olamaz. Daha çok buradaki kırılmaların daha sert olacağı öngörüsü yapılarak, gözlerin buraya dikilmesi gerekiyor.

Ondan sonrası ise gözler umudu görecektir.“Umut nerede?” sorusunun cevabı belli…

Umut Harranlılar’da!*

Umudu ciddiyetle büyüteceğiz!

Umudu büyütürken de ufak bir tavsiye verelim; umudunu yitirenlere, şapkadan tavşan çıkartanlara hergün bir doz “sınıf” yeter…

*Harranlılar deyimi geçtiğimiz yıl Renault’da başlayan büyük metal direnişinde işçilerin Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı unutulmaz film Kibar Feyzo’nun ünlü bir sahnesinden alınmıştı. Direnişi bugüne taşıyan Renault işçisi, bu umudu yeşertmeye devam ediyor.