Tayyip oligarşisine doğru (mu)?

Böylesi süreçlere ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Hatta nereden nereye gelindiğini, gidişatınsa ne yöne doğru olduğunu iyi tespit etmek elzemdir.

Son günlerde yaşananlar az buz şeyler değil bu açık. Ancak meseleyi çözümlemek ve buradan devrimci görevler çıkartmak açısından söylenmesi gereken bazı şeyler olduğuna dile getirmek gerekiyor.

Özellikle Davutoğlu’nun akıbetinin belli olmasından sonra Tayyip Erdoğan’ın çevresinin artık boşalmaya başladığından ve bu boşluğun tarihsel olarak sola alan açacağından dem vuran bazı tezler tekrar üretilmeye başlandı. Buna benzer tezler son üç yılda Tayyip Erdoğan’ın bütün hamleleri sonrasındaki birden fazla kere söylendi. Her gelişmeden sonra da sol adına ilk bunların söylenmesi gerçekten olan biteni analiz etmek ve mücadele hattını doğru bir şekilde belirlemekten uzaklaştırmaktadır.

Böylesi süreçlere ihtiyatlı yaklaşmak gerekir. Hatta nereden nereye gelindiğini, gidişatınsa ne yöne doğru olduğunu iyi tespit etmek elzemdir.

Bugüne gelinirken AKP’nin bölünme senaryosu üzerine yatırım yapanlar biraz daha beklemek durumundalar gibi görünüyor.

AKP’nin bölünmesi beklenirken MHP bölündü. Düzenin en baskıcı yönelimlerini AKP temsil ederken, bu görevi dokunulmazlık konusundaki tutumu ile CHP üstlendi.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye’deki kapitalist sistemin ve emperyalist işbirlikçiliğin en önemli sigortalarından birisi olduğunu aklımızdan çıkarmazsak olayları yorumlamak ve gelecek mücadelemizi kurgulamak için daha rahat edebiliriz. MHP bugüne kadar birçok kere bölünmüştür. Hatırlayanlar vardır vakt-i zamanında MHP’den ayrılan “büyük ülkücüler”, Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi ile siyasete atılmıştır. MHP geçmiş seçimlerde baraj altında kalmıştır. Başbuğa biatın esas olduğu bir partide başbuğun oğlu gidip AKP’ye üye olmuştur.

Dolayısıyla MHP’nin bölünmesi bugün AKP’ye yaramakta ve sermaye iktidarının devamlılığına kan taşımaktadır.

CHP’yi ise isterseniz fazla anlatmayalım. Dokunulmazlık konusunda AKP’ye büyük bir can simidi atan CHP’nin gelecekte laikliği gerçekten savunma şansı olamadığını biliyoruz. Nereden mi? Herkes hatırlayacaktır. Çarşafa takılan CHP rozetini ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nu hatırlarsınız. Kılıçdaroğlu CHP’si ikinci cumhuriyetin CHP’sidir ve bu bir ABD projesidir demiştik. Aynen o yolda devam ettiğinden şüpheniz olmasın.

Dolayısıyla AKP’nin ya da Tayyip Erdoğan’ın çevresinin ne kadar boşaldığını iyi tahlil etmek gerekmektedir.

Eğer ki bir adım sonrasında ülkemizde Tayyip Erdoğan oligarşisi kurulduğuna dair bir yaklaşıma sahip olmayacaksak, düzenin bütün unsurlarını hesaba katan bir değerlendirme içerisinde olmak zorundayız.

Yaşanan süreci Türkiye’de sermaye iktidarının merkezileşme eğilimlerinin güçlenmesi olarak okumaya çalışmak da seçenekler arasında olmalıdır. Bunu bir tarafa yazmadığınızda kafanız karışır.

Tayyip Erdoğan bütün bu merkezileşme hamlelerini yapabilecek güç ve AKP örgütü üzerindeki hegemonyasını koruyan bir özne olarak Türkiye sermaye sınıfı açısından bulunmaz bir nimettir dersek fazla abartmış olmayız. Ya da tersinden şu soruyu soralım isterseniz: Ülkemizdeki sermaye diktatörlüğünün dönemsel olarak daha çok açılıp saçılmaya mı, yoksa daha fazla merkezileşmeye mi ihtiyacı var?

Şu ana kadar yaptığımız tartışmalar ve üzerine sormuş olduğumuz sorular doğal olarak belirli bir tarihselliği ve gelecek kurgusunu içermek zorunda. Bununla beraber bir mücadele hattını da içermesi gerekiyor.

Birkaç tane siyasi başlığın önümüzdeki dönem Türkiye siyasetinde yer tutacağını uzun süredir söyüyoruz. Türkiye’de emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesi için solun bu başlıkları veri alması ve yatırımını arttırması gerektiğini dile getiriyoruz.

Bunlardan bir tanesi yeni anayasa ve başkanlık tartışmaları, diğeri ise laiklik meselesidir. O yüzden bu mücadelelerin hakkını vermek, Türkiye solunun en önemli görevi olarak görülmelidir.

Bu mücadeleler ise biçimsel olmayacak, Saray’ın ve sermaye iktidarının Türkiye’de ne anlama geldiğini ortaya koyarak, kendisini “Tayyip oligarşisi”ne muhalefet etmekle sınırlandıran bir hatta olmayacaktır.

Genel bir muhalefet çizgisinin inşasına değil, emekçilerin bağımsız siyasi hattını kurmaya odaklanacaktır. Düzen içi unsurlardan medet uman bir yaklaşımı elinin tersiyle itecektir.

Çünkü rejimdeki sıkışma devam etmekte ve Tayyip Erdoğan bu sıkışmayı görmektedir. Düzen muhalefeti her geçen gün bu sıkışmanın parçası haline gelmektedir. Bu tablonun geleceğinde ise AKP’nin güçlendiği değil güç kaybettiği bir dönem bulunmaktadır. Türkiye işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin geleceği de bu dönemde kurulacaktır.

Başkanlık anayasasına hayır diyenlerse bu gelecek için ilk adımı atmıştır.