Tarihsel olarak yanlış tarafta kalmak...

Tarihsel olarak yanlış tarafta olanlardan birini geriletmek ve hadi daha cesur olup da götürmek adına aynı yanlış tarafta olanlardan medet ummaktan çıkacak sonuç “tarihsel olarak yanlış tarafta kalmak” olur.

Bugün 10 Mart 1919’un yıl dönümü.

Damat Mehmet Ferit’in ilk sadrazamlığının başladığı gün. Damatlığı Abdülmecit’in kızıyla evliliğinden. Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin kurucusu.

Hikaye Jön Türkler ile başlar. 1902’nin Şubat ayında yapılan Jön Türk Kongresi’nin gündemi “Abdülhamit nasıl devrilecektir?” sorusudur. Yabancı devletler dahil edilecek, destek istenecek midir, yoksa istenmeyecek midir?

Bu tarihi soru o günden bu yana biçim değiştirse de tekrarlanacaktır. Türkiye’yi ileri götürenler ile her türden gericiliğin başat sorusu, karşıtlığı hep bu “ilk soru”dan türeyecektir.

Hikayeye tarihin ilginç bir cilvesini not etmek üzere burada bir ara verelim. Bu “ilk soru”da olduğu gibi doğru cevabı verenlerin azınlıkta kaldığı sıklıkla görülmüştür. Bolşevikler de, her ne kadar isimleri çoğunluk olsa da, azınlıkta kalmışlardır. Günün sonunda doğru cevap galip gelmektedir.

Hikayemize dönelim. Prens Sabahattin ilk yanlış cevabı veren grubun başındadır. İngilizlerle hareket etmek isteyen Sabahattin’in adem-i merkeziyetçi görüşlerine karşılık Ahmed Rıza’nın başını çektiği merkeziyetçiler bağımsızlığı savunur. Azınlıktadırlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti kurmuşlardır.

Sabahattin’in hikayesi Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ve Ahrar Fıkrası ile devam eder.

Ahrar programı Damat Mehmet Ferit’in başkanlığına seçildiği Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile devam etti. Yine İngiliz dostluğu, yine adem-i merkeziyetçilik savunuluyordu.

Damat Mehmet Ferit ikinci kez sadrazam olduğunda Sevr Anlaşması’nı onaylatmak için Saltanat Şurası’nda oylama başlar başlamaz Vahdettin’i ayağa kaldıracak kadar ucuz numaralara başvuran bir işbirlikçi olarak tarihe geçecekti.

Benzer bir soru Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde de gündeme gelecekti. Amerikan mandası tartışılacak ve sonunda gündemden düşecekti.

Sivas Kongresi’nde Tıbbiye delegesi genç bir subay olarak Hikmet Boran, hitaben yaptığı konuşmada manda fikrine şiddetle karşı çıkarak, “Paşam! Murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsun, şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı muhal manda fikrini siz dahi kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz…” diyecekti.

Devamında İkinci Grup geliyor bu hikayenin.

Onu, Sabahattin’in programını daha açık olarak alan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da adem-i merkeziyetçiliği, liberalizmi savunarak takip eder. Daha önemlisi programa “Parti dini düşünce ve inançlara saygılıdır” maddesi eklenerek 1924’te gerici çıkış aranır.

Daha sonraki Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimi biraz daha utangaçtı.

Sonunda 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kuruldu. Türkiye Kore’ye asker gönderecekti, NATO üyesi olacaktı, Marshall Planı’na dahil edilecekti.

27 Mayıs’tan sonra bayrağı Adalet Partisi ve Süleyman Demirel devraldı. Daha sonra 12 Eylül Cuntası eliyle Turgut Özal’a ve Anavatan Partisi’ne devretti. En nihayetinde ise 3 Kasım 2002’de bu kötü hikayenin son aktörü AKP ve Recep Tayyip Erdoğan oldu.

Merkez siyaset açısından Amerikancılık, piyasacılık ve gericilik gittikçe baskın hale gelse de adem-i merkeziyetçilik düşüncesinin zamanla gerilediği söylenebilir. Bunda kuşkusuz 1984 sonrasında Kürt hareketiyle süregelen savaş etkilidir. Nitekim savaşın etkisinin azaltılmasıyla AKP “çözüm süreci” derken bir yandan da yerelleşme adımlarını atmıştır.

Türkiye’nin hikayesi bir açıdan böyle anlatılabilir.

Sabahattin ile başlayan bu hikayede tarihsel olarak bir “yanlış taraf” vardır.

O “yanlış taraf” ile yan yana gelmemek esas olmalıdır. Yan yana gelmemenin yolu ise ülkeye NATO müdahalesi çağrılarını, laikliği “inanç özgürlüğü” diye sulandırmayı, TÜSİAD ile pozlar vermeyi karşıya almayı gerektirir.

Tarihsel olarak yanlış tarafta olanlardan birini geriletmek ve hadi daha cesur olup da götürmek adına aynı yanlış tarafta olanlardan medet ummaktan çıkacak sonuç “tarihsel olarak yanlış tarafta kalmak” olur.

O yüzden tarihsel olarak karşıt olduğumuz tarafı belli etmeden yol yürüyemeyiz. Karşıtlığımızı en çok ne istediğimizi anlatarak ifade etsek de bizler bu hikayede karşıt taraflardayız. Dün “yetmez ama evet” diyenler ile de, bugün Erdoğan’a cephe açmış gözükenler ile de, Erdoğan ile de, Amerikancılar ile de, piyasacılar ile de, gericiler ile de…

Biz adlı adınca devrimciyiz, komünistiz, başka bir şey değil…