SERBEST KÜRSÜ l Bir Ramazan Yazısı: Oruç niye tutulur?

"Bu yazının yazılmasındaki amaç “Nerede o eski Ramazanlar” şeklinde bir tür nostalji yapmak değil."

SERBEST KÜRSÜ l Bir Ramazan Yazısı: Oruç niye tutulur?
Sema Barkıs
Bu yazının yazılmasındaki amaç “Nerede o eski Ramazanlar” şeklinde bir tür nostalji yapmak değil. Elbette oruç tutmanın “faziletlerini” anlatmak da değil. Zaten bunları yapmak için televizyon kanallarına çıkan şaklabanlar var; hem de milyon dolarlık şaklabanlar. Bundan ziyade, Ramazan ayı süresince hepimizin karşılaştığı bir takım ikiyüzlülüklere değinmek istedim, o kadar.

 

Okullarda, iş yerlerinde, fabrikalarda, şantiyelerde hepimiz en az bir kere denk gelmişizdir şu soruya: “Sen niye oruç tutmuyorsun?”. Sorulan bu sorunun düşündürttüklerini şimdilik es geçelim; ancak es geçerken şu soruyu biraz değiştirip bir de biz soralım: “Sen niye oruç tutuyorsun?”

Yukarıdaki soruya dair kişinin öne sürdüğü dini gerekçeleri kapsam dışında bırakıyorum, zira burası bizi ilgilendirmez; fakat özellikle dikkatimi çeken şu noktanın kritik olduğunu düşünüyorum. Yukarıdaki soruya verilen cevaplar arasında genellikle, “Fakirin halinden anlamak” yer alıyor. Yani iddiaya göre kişi, fakirleri anlamak için oruç tuttuğunu iddia ediyor. Empati kurmanın ne zararı olabilir diyenler çıkabilir kuşkusuz. Ancak benim öne çıkartmak istediğim mesele bundan biraz daha öte bir şey.

Oruç tutan birey, fakirin halinden anlamak gerektiğini belirtiyor. Peki bu ne kadar doğru? Oruç tutan birisi gerçekten fakirin halinden anlayabilir mi?

Uzatmaya hiç gerek yok, kestirme bir cevap verelim: Yılın 11 ayı bir eli yağda, bir eli bağda olan bir insan, kurmaca bir şekilde kendisini aç bırakarak fakirin halinden anlayamaz. Çünkü mesele sadece aç kalmak değil. Aç kalmanın kişide yarattığı aşağılanmışlık, değersizlik hissini ne yapacağız peki? Evine ekmek götüremeyen, çocuğunun önüne bir tas çorba koyamayan, ya da televizyonlarda “Ramazan Reklamları”nda görüp de canı çok çekmesine rağmen yumurtasının içine kırmak için sucuğu bulamayan bir annenin-babanın yoksulluğu nasıl anlaşılır örneğin? Bununla nasıl empati kurulabilir? Sürekli olarak iş arayıp da iş bulamamak nasıl anlaşılır? Örneğin şantiyelerde hayatını riske atarak geceli gündüzlü çalışmasına rağmen kazandığı asgari ücretin ailesinin karnını doyurmayacağını bilmek nasıl anlaşılır? Tüm bunlar, hayatının hiçbir döneminde bunları yaşamayanlar tarafından anlaşılabilir mi?

Yahut iftar masasına yüzlerce lira ödeme yaparak lüks otellerde, restorantlarda çeşit çeşit yemekle birlikte orucunu açan kişi, yoksulun halinden nasıl anlar?

Anlayamaz. Lüks otellerde, restorantlarda yüzlerce lira ödeme yaparak iftar sofralarına oturanlar, reklam yapmak için kurdukları iftar çadırlarında Suriyeli çocukları ittirerek oradan uzaklaştırmak isteyenler yoksulların halinden anlamadığı gibi, bir kez olsun ülkemizde, dünyada neden yoksulluğun var olduğunu düşünmezler bile! Ya da çoktan düşünmüşlerdir ve kapitalizmin sade gerçekliğini keşfetmişlerdir. Belki de sadece bu yüzden vicdanlarını rahatlatmak için oruç tutmaya devam ederler.

“Yoksullara yardım ettiğimizde güzel diyorlar. Ama yoksulluk nereden kaynaklanıyor diye sorduğumuzda, bizlere komünist diyorlar.”

Yukarıdaki alıntı, Che’ye ait olduğu rivayet edilir.

Komünistler, toplumumuzda ve içinde yaşadığımız dünyadaki yoksulluğu sorgulayan kimselerdir. Patron sınıfının işçi sınıfına empoze etmeye çalıştığı şekilde yoksulluğun kişisel sebeplerden, yetersizliklerden vs. kaynaklanmadığını; aksine, bu düzen içinde ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, yoksulluğun ortadan kaldırılamayacağını bilirler.

Komünistler temel olarak yoksulluğu toplumsal, siyasal ve ekonomik katmanları olan bir sorun olarak ele alırlar. Bir insan tembel olduğu için, diğerlerinden daha az zeki olduğu için vs. değil, burjuvazinin yani patron sınıfının, sınıfsal gerekçelerle işçi sınıfını aç bıraktığını bilir. İşçi sınıfının kendi alın teriyle ürettiği değerlerin üzerine konan, hiçbir şey üretmeyen asalak patron sınıfı, daha fazla para kazanmak için işçisini yoksullaştırdığını bilir. İşçi sınıfı ile patron sınıfı arasında uzlaşmaz çelişkilerin başında ekonomik çelişkilerin geldiğini bilir. Patron sınıfının cebine giren paranın artması için, işçilerin daha az kazanması gerektiğini bilir.

Oruç tutmanın, toplum içindeki dayanışmayı arttırdığını iddia edenlere ise kestirmeden cevap verebiliriz: yoksulluğu yaratan koşullar değişmedikçe, yani kapitalizm yıkılmadığı müddetçe yoksulluk yeniden üremeye devam edecektir. Çünkü kapitalizmin kendisi yoksulluğu tekrar tekrar üretir. İşçi sınıfı bu düzende çalışsa da çalışmasa da yoksullaşmaya devam eder. Oruç tutmakla yapılan şey, yılda sadece bir ay boyunca bu yoksulluğa bir perde örtülmesi ve üzerinde bir tiyatro oynanmasıdır. Ne eksik, ne de fazla.

Ez cümle: açsanız ya da “fakirin halinden anlamak” istiyorsanız oruç tutmayın. Aşınızı elinizden alan patron sınıfını, burjuvaziyi, zenginleri yiyin. Yoksulluk kader değildir!