PORTRE | Bir meczup kılavuz Necip Fazıl Kısakürek

Yazarımız Cengiz Kılçer konuşulmayan yönleri ile Necip Fazıl Kısakürek portresi çiziyor.

PORTRE | Bir meczup kılavuz Necip Fazıl Kısakürek

Cengiz Kılçer

“Amerikan politikasını korumakla mükellefiz… Amerikan siyasetini tutmak biricik yol… Amerika’dan nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalı. Yoksa bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasında mütalaa ettiği kadından ileri geçemeyiz. Dış siyasetimizde Amerikan siyaseti ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını kendimize tecezzi etmez (birbirinden ayrılmaz) bir siyaset vahidine (tekliğine) göre ayarlamakta büyük ve her işe hâkim bir mânâ gizlidir.”Necip Fazı Kısakürek; Büyük Doğu Dergisi, 20. sayı, 17 Temmuz 1959, Cuma

24 Mart 1951’de gazeteler; polislerin sabaha karşı saat 2.30 da Tarlabaşı Piremehmet sokağında 14 numaralı ev basıldığında; 19 kişilik bir kumarbazlar grubunun arasındaydı.

Yakalandığında 2. Şube Müdürü Nihat Ertürk’e “Ben sarı kart hamiliyim gazeteciyim serbest bırakın”, “Bana yardım edin müşkül durumda kaldım. Ben bu eve sizin malumatınız altında tetkik için gitmiş olayım” diye yalvarsa da bunların hiçbiri mümkün olmaz.

Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığına sevk edilen, ifadesinde kendisini “ahlâk doktoru” olarak tarif ettiği bir konuşma ile savunur.

“Ben gazeteci ve muharririm. Kumar oynayanların ruhi ahvali üzerinden incelemeler yapıyor ve bu mevzuda yeni eser yazmak istiyorum. Bu arzumu arkadaşım Agâh Berim’e söylemiştim. O da bana ‘Ben bu akşam bir yere davetliyim gel seni de götüreyim. Belki aradığını orada bulursun’ bulursun dedi. Bunun üzerine kalkıp buraya geldik. Şunu itiraf edeyim ki aradığımı burada bulamadım. Zira kimse kumar oynamadı. Yalnız küçük bir eğlence için oyun yapılacaktı ve yapıldı. Mesele bundan ibarettir. Ben kumarı ahlaki bir mesele olarak ele almış bulunuyorum. Fakat kendim oynamadım”

19 kişilik bir kumarbazlar grubunun arasında şöhreti tüm İstanbul’a yayılan muhabbet tellalı ünlü (Baba) ZurnikBerç de vardır.

Bakmayın siz ben kumar oynamıyordum, Kumar tam tamına bir hastalıktır kendisinde yeni değildir öncesi vardır. 1924 yılında, öğrenim görmesi için genç Cumhuriyetin Maarif Vekaleti’nin açtığı imtihanı kazanıp Paris’e burslu olarak gönderilir ve bu kentte de burs paralarını kumara yatırmaktan geriye durmaz. Tam bir rezildir, yine bütün parasını kumara yatırıp beş parasız, aç bir halde at yarışlarına gidiyor “Bâbıâli” adlı kitabındaki şöyle anlatıyor:

“Aralarında, silindir şapkalı, dolama ipek kravatlı, göğsü dürbünlü, bizim konsolos cenapları! Parmaklığa koştu. Konsolos tam önünde… Elini uzattı ve konsolosu omuz başından kavradı. Konsolos dehşetle:

– Siz misiniz? Ne yapıyorsunuz? Yabancılardan çekinmiyor musunuz?

-İsterseniz beni polise teslim edin! Sizi asla bırakmam!

– Ne istiyorsunuz?

-Para!

– Çekiniz elinizi yakamdan!

– Çekmem! Para!

– Akşama doğru konsolosluğa gelin de görüşelim:

 Konsoloslukta bir makbuz, imza ve 1000 frank… O da gitti, o da kumar vergisine yatırıldı ve üçüncü geceyi mahut otelde geçirdikten sonra vapur…” s.35-36

Konsolostan aldığı 1000 frankı da kumara yatırmış ve kaybetmiştir.

Örtülü ödenek ve Necip Fazıl

Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Belge gibi birçok isim de örtülü ödenekten para almakla beraber aslan payı Necip Fazıl Kısakürek’in oluyor; kendisi 161 bin beş yüz lira eşi Neslihan Kürek ise 2 bin lira alıyor. Bu rakamlar diğer gazetecilerin aldığından çok daha yüksekti.

Menderes’e yazdığı mektuplardan Necip Fazıl’ın kendisinin nasıl bir kişiliğe ve karaktere sahip olduğu üzerinden bir yargıya varmak olası.

Okuyalım “Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira lütfedilirse… Ayda 6 bin lire tahsis olunursa… Akis, Kim, Form gibi mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kafalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir.” Anlaşılan o ki Necip Fazıl o süreçte DP hükümetine muhalif Akis, Kim ve Forum dergilerine karşı “çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kafalara nüfuz edici” bir ideolojik mücadeleyi vaat ediyor efendilerine tabii bunu “tamamen duygusal” saiklerle yapıyor.

CHP’li Necip Fazıl

 Necip Fazıl’ın 1940 yılında CHP’yemebusluk başvurusu söz konusu olur. Ancak iki başvuru da İnönü tarafından veto edilmiştir.Necip Fazıl’ı milletvekilliğine aday gösteren iki kişi zamanın başvekili Refik Saydam ve CHP Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal’dır. Necip Fazıl Benim Gözümde Menderes” adlı kitabından bu başvuru olayını şöyle anlatıyor: “Ben, İnönü devrinin Halk Partisi mebusu; olacak şey miydi bu? Fakat hiçbir şey olmadı… Sonradan haber aldım ki, İnönü kendisine takdim edilen namzet listesinden ismimi kırmızı bir kalemle çizmiş… İnönü, 1936 yılının “Ağaç” mecmuasıyla, 1939’dan sonra iki gazetedeki “Çerçeve”lerimin yavaş yavaş belirtmeye başladığı İslamî çehremi tanıyor ve gayet tabii olarak beni kendine bağlayamıyordu. Böylece bir gaflet anında boş bulunup Halk Partisi mebusu olmak gibi bir felaketten Allah beni korumuştu. Aynı tehlikeyi, 1947 seçimlerinde, CHPGenel Sekreteri Memduh Şevket Esendal tarafından namzet gösterilerek yaşadım. Yine ismim çizildi”

Düşünmek gerekiyor Necip Fazıl’ın mebusluk başvurusu eğer İnönü tarafından veto edilmeyip bir biçimde CHP milletvekili olsaydı acaba nasıl bir Necip Fazıl ile portresi çizerdi?

Necip Fazıl ve Ahmet Emin Yalman suikastı

Başyazarlığını Ahmet Emin Yalman’ın yaptığı Vatan gazetesi 1946 yılındaki kuruluşundan başlayarak Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına karşı DP lehine bir yayın politikası izlemektedir.

Vatan aynı zamanda DP iktidarını irtica ve gericiliğe karşı uyarıda bulunan yazı dizileri sebebiyle Yeni Sabah gazetesi ve Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu dergisiyle karşı karşıya gelir.

Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu dergisinde bir süredir Yalman’ı hedef alan tehditkâr yazılar yayımlamaktadır. Bu yazılardan Abdurrahman Şeref Laçtarafından kaleme alınan bir paragraf vermek yeterli “(…) söyleyelim: İslam’ın ve Türk’ün manevi katili olmaktan artık sesinin boğulması gereken münafık. Bu sensin. Bizden kork ve korkundan geber. Evet senin tabir ve ikrarınla, biz senin boynuna kement atan cellat olacağız (Büyük Doğu, 20 Haziran 1952).

22 Kasım 1952 tarihinde, Vatan başyazarı Ahmet Emin Yalman’a yönelik suikast girişimi olur. Ahmet Emin, dönemin başbakanı Adnan Menderes ile birlikte bulunduğu Malatya gezisi sırasında, gazetesine yazı göndermek için gittiği postanenden çıkarken lise öğrencisi Hüseyin Üzmez’in silahlı saldırısına uğramış ve yaralı olarak kurtulmuştur.

Hüseyin Üzmez hatırladınız mı?

2003 yılında, Bursa’nın Mudanya ilçesinde, kendisinden 50 yaş küçük 22 yaşındaki Ayşe Yılmaz ile “evlenmiş” Yılmaz’ın ailesi evliliğe karşı çıkmış; ancak ev ve araba alınması sonrasında “Peygamber efendimiz de Ayşe ile evlendiğinde 9 yaşındaydı” diyerek, anlaştıklarını ifade etmişlerdi…

Olaydan sonra yakalana Hüseyin Üzmez’in suikast düzenlemesine gerekçe olarak gösterdiği olaylar, Ahmet Emin Yalman’ın Amerikan mandacılığı, Nazım Hikmet’in serbest bırakılması için katıldığı imza kampanyası ve güzellik yarışması düzenlemek gibi nedenlerden dolayı eylemi gerçekleştirmişti.

Yalman, tedavisinin ardından suikastçısı Hüseyin Üzmez ile yüzleşmesi sırasındaÜzmez’eneden düşüncelerini açıklayıp, gelip kendisiyle daha önce görüşmediğini sorması üzerine, “Bizimkiler benim sizinle konuşmama razı olmazlardı. Bunu yapmağa kalkışsaydım beni öldürürlerdi” cevabını vermesi Türkiye tarihindeki siyasi cinayetler hakkında da sanırız yeterli bir fikir verir. Hüseyin Üzmez, suikasttan sonra 20 yıl hapse mahkûm edildi. 10 yıl süren hapis cezasının 1,5 yıllık bölümünü Necip Fazıl Kısakürek birlikte geçirdi.

Uzatmadan

Ne Necip Fazıl Kısakürek’in ahlaksızlığı, kumarbaz, üçkağıtçılığı, karaktersizliği üzerine, ne de AKP’nin piyasacılığı, gericiliği, katilliği, hırsızlığı, işbirlikçiliği, halk düşmanlığını yazmaya kuş kanadı kalem, derya deniz mürekkep olsa yazarak bitmez.

Ama içten içe çürüyor ve çöküyorlar

 Geçen hafta Yeni Yüzyıl gazetesinden Esra Elönü’ye konuşan Abdurrahman Dilipak, İslamcı camia ile ilgili “Dindarmış gibi görünen adamların zaafları yüzünden Müslümanlara zarar veriliyor’ diyorsunuz doğru mu?” sorusuna Dilipak şu yanıtı vermişti:”Evet. Bizde yılların açlığı vardı. Para, kadın, makam bir anda başını döndürdü birilerinin. Bir de bizimkiler acemi bu işlerde, yerken üstlerine başlarına döküyorlar. Daha yeni öğreniyorlar. Din ve çevre, baskısı, korkusu, vicdani rahatsızlık utanma duygusu da var hâlâ birilerinde, o zaman panikliyorlar. Yerken de ezik bir yanları var. Allah ve ahiret korkusu küllenmiş bir kor gibi yüreklerimizin bir yerinde duruyor.”