Liberaller ve Gülenci muhafazakarlardan "yalan rüzgarı"

Liberallerin bu kez de Gülen cemaati ile birlikte yeniden siyaset sahnesine dönüş ayini şeklinde geçen “Demokrasinin Türkiye Sorunu” başlıklı 34. Abant Platformu iki gün süren oturumların ardından sonuç bildirgesini yayınladı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen toplantıda Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı “olağanüstü dönem”in masaya yatırıldığı iddiasıyla demokrasi, insan hakları ihlalleri, basın özgürlüğü, Kürt sorunu, yeni... View Article

Liberaller ve Gülenci muhafazakarlardan

Liberallerin bu kez de Gülen cemaati ile birlikte yeniden siyaset sahnesine dönüş ayini şeklinde geçen “Demokrasinin Türkiye Sorunu” başlıklı 34. Abant Platformu iki gün süren oturumların ardından sonuç bildirgesini yayınladı.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen toplantıda Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı “olağanüstü dönem”in masaya yatırıldığı iddiasıyla demokrasi, insan hakları ihlalleri, basın özgürlüğü, Kürt sorunu, yeni anayasa ve başkanlık konularının ele alındı. Gülen cemaati ve her türden liberallerden oluşan yaklaşık 120 kişinin katıldığı toplantının ardından liberallerin ve muhafazakarların Türkiye için yol haritası anlamına gelen bildirge hazırlandı. Özet ve değerlendirme metninde, “Özgür ve çok sesli ortamında katılımcılar görüşlerini tam bir ifade hürriyeti içinde dile getirdi, Türkiye’nin en hayati konularında birbirinden çok farklı yaklaşımlar karşılıklı saygı çerçevesinde konuşuldu.” ifadesi kullanıldı.

Liberaller sahneye dönebilecek mi?

Bildiride tek adamlık vurgusu ve yeni anayasanın bugünkü koşullarda yapılmasının meşru olmayacağı değerlendirmesi öne çıkarken “kutsal” mülkiyet hakkının özellikle vurgulanması da dikkat çekiyor. Liberallerce her şeyi açıklamak için kullanılan sihirli “vesayet” kavramı da bildiride, “Herkesin kendine demokrat olduğu bir toplumsal yapıda vesayetçi anlayışların önü açılmakta, hareket alanları genişlemektedir.” denilerek cümle içerisinde geçiriliyor.

Liberallerin ve muhafazakarların Gülen cemaatine yönelik operasyonların ötesinde herhangi bir ciddi çerçeve sunulamadığı görülüyor. AKP’nin bugünlere gelmesinde en kritik virajlardan biri olan 2010 Anayasa referandumunda “yetmez ama evet” ve “ölülere bile oy kullandırma” kampanyaları düzenleyen Abant katılımcıları, üzerlerindeki kiri temizlemeye dahi zahmet etmeden AKP’nin karşısına dikilmiş gibi yapıyorlar.

Bu bildiri çerçevesinde liberallerin ve muhafazakarların AKP’nin “fabrika ayarlarına” dönmesinden bir süre için umudu kestiği ama AKP’nin vaatlerinden ziyade Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılarına alacakları anlaşılıyor.

Liberaller ve Gülenci muhafazakarlardan “yalan rüzgarı”

11 maddelik sonuç bildirgesi metninde şunlar yazıldı;

-Demokrasimiz, tarihinin en derin krizlerinden birini yaşamaktadır. Bu kriz insanî, ahlakî ve vicdanî değerleri süratle tüketmekte, hukuksuzluğun ve tek adam yönetiminin yerleşmesinin zeminini hazırlamaktadır.

-Yeni bir anayasa ihtiyacına inanmakla beraber, bu şartlar altında yeni bir anayasa yapma girişimi sadece tek adam otoritesini meşrulaştırmaya hizmet edecektir. Yeni anayasa girişimi ‘Türk tipi başkanlık’ adıyla bir diktatörlük inşası için araçsallaştırılmaktadır.

-Türkiye’de yeni anayasanın yapılabileceği demokratik, uygar tartışma zemini kalmamıştır. Mevcut anayasa kurallarının alenen çiğnendiği, temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, gazetecilerin yaptıkları haberlerden, hâkimlerin verdikleri kararlardan dolayı tutuklu olarak cezaevinde bulunduğu şartlar altında demokratik bir anayasa yapılamaz. Mevcut anayasayı ihlal eden, hukuk tanımayan bir zihniyetin yeni anayasa yapma çağrısı samimi bulunmamaktadır.

-Türkiye’de iktidarın dayatmaya çalıştığı başkanlık sistemi için gereken kavramsal ve siyasi zemin tutarsızdır. Başkanlık sistemine geçiş oldubittiye getirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’nin, seçim sistemi ve siyasi parti yapıları demokratikleştirilerek güçlendirilmiş, özgürlükçü, katılımcı parlamenter demokrasiden başka çıkışı yoktur.

-Otoriterlik inşası uğruna toplumun kutuplaştırıldığı, farklı kültür ve inanç gruplarının birbirine düşman haline getirildiği, toplumsal barışın tahrip edildiği, keyfî uygulamalar sonucu can ve mal güvenliğinin kalmadığı, mülkiyet hakkının hiçe sayıldığı bir ortamda demokratik bir uzlaşma imkânı bulunmamaktadır.

-İktidar, Türkiye’nin farklı etnik ve inanç gibi hassas sorunlarını istismar ederek, siyasi sonuçlar elde etmeyi hedeflemektedir. Bu durum sorunları daha da derinleştirerek içinden çıkılmaz hale getirmektedir.

-Siyasal iktidara muhalif görülen herkesin medya üzerinden hedef gösterildiği, linç edildiği bir dönemden geçmekteyiz. Bu linç girişimleri demokratikleşme süreçlerimizde on yıllardır eleştiregeldiğimiz ‘iç düşman’ kavramının hayatımıza tekrar döndüğünü göstermektedir.

-Türkiye’de toplumun farklı kesimlerinin birbirlerinin sorunlarına ve taleplerine karşı duyarlı olması, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi için hayati önemdedir. Herkesin kendine demokrat olduğu bir toplumsal yapıda vesayetçi anlayışların önü açılmakta, hareket alanları genişlemektedir.

-Kürt sorunu merkezli çok yönlü şiddetin yoğun olarak yaşandığı Sur ve Cizre ilçeleri başta olmak üzere, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sivil insanlarımız zarar görmekte, göç etmek zorunda kalmakta ve kadim kültür mirasımız yok edilmektedir. Kürt sorununun çözüm yöntemi silahlı mücadele ve şiddet değildir; şiddetin tırmandırılması bölge halkına da, demokrasiye de hizmet etmemekte ve dahası otoriterleşme sürecini beslemektedir.

-Demokratik rejimlerin asli unsurlarından biri olan kuvvetler ayrılığı, özellikle yargının yasama ve yürütme karşısındaki bağımsızlığı anlamına gelmektedir. Başta sulh ceza hakimliklerinin kurulması olmak üzere, son yıllarda çıkan bir dizi kanun ile temel yargılama ilkeleri büyük ölçüde ihlal edilmiş, iktidarın güdümünde bir yargı organı yaratılmıştır.

-Türkiye bu olağandışı durumdan ancak hukukun üstünlüğü, ille de demokrasi ile çıkacaktır. Bunun dışındaki dayatmalar asla kabul edilemez.