Kölelik düzeni

Buralarda dolanıp “ne yani hep saf mı kalalım?” diye düşünecek olanlar olursa; kirlenmenin en güzel halinin “yapıcılara” ait olduğunu soruyu soranlara hatırlatmak gerekir.

“Yok başka bir cehennem yaşıyorsun işte…”

Böyle dökülüyordu kaleminden Behçet Aysan’ın “hayatın en acı hali”. Gerici ayaklanmanın katlettiği değerli şair, insanımızın sıkışıklığını bu ifadelerle dile getiriyordu ve çizdiği çerçeveyle bu sıkışmışlığı en vurucu tasvirle anlatıyordu. İlginçtir bu dizeler son yıllarda sosyal medyanın da etkisiyle ciddi bir popülerliğe sahip oldu.

Sıkışmışlık yaşadıkça artan “acizlik döngüsü” sizi en karamsar ifadelerle buluşturur. İster bir şiir dizesinde olsun, ister sadece yakılan bir türküde “rahatsızlıkların” bu biçimde dile getirilmesi insanidir. Yaygınlık kazanması da, ama…

Devamı tam da her gün yaşadıklarımızda saklıdır. İç bunaltan çalışma temposunun ve hayat biçiminin ister kentlerin merkezinde biriken iyi eğitilmiş kesimlerine, isterse kentin çeperlerindeki “kent yoksullarına” etkisi aynı ve birdir. Bu etki bir “cehennem etkisi”         yaratan kölelik düzenidir ve “büyük insanlığın” her gün içini kemirir.

Elbette bu yeni bir tespit değil. Dahası derinlikli bir tespit bile değil. Ancak “cehennem etkisi” ile “cehennem tasviri” arasında büyük bir fark bulunuyor; o da bu acizlik döngüsünün değiştirilebilir olmasıdır. Bunu başa yazdığınızda karşınıza çıkan tablonun “kavga edilmesi gereken” bir tablo olduğunu başa yazarsınız.

Bunu başa yazdığınızda ise ne olur?

Sadece şerbetlenmez, aynı zamanda iktidar partisinin, AKP’nin, en son attığı adımların bütünlük bir yanı olduğunu keşfetmiş olursunuz. Karşı koymanın da aynı şekilde bütünlüklü bir içeriğe sahip olması gerektiğini aklınıza kazımış olursunuz. Bu bütünlük kazanıldığı anda “mücadele programınız” oluşmak için sabırsızlıkla bekleniyordur.

***

Ancak mücadele programına geçmeden önce, farkında olmayanlar için birkaç gündem hatırlatması yapalım. Memleketin bir yanına bombaların yağdığı, rejim probleminin ayyuka çıktığı ve yeni düzenin sahiplerinin yol haritasının engebelerle dolu olduğu bir dönemde, bu yol haritasının köşe taşlarından birini şüphesiz “ekonomi” alanı oluşturuyor.

Yıllardır büyüme verileriyle ve çeşitli istatistiklerle sermaye sınıfının kârlarına kâr kattığını saklamayan AKP iktidarı, emperyalist-kapitalist sistemin bir uzantısı olarak bu döngüyü devam ettirmekle yükümlü. “Piyasanın görünmez eli” görünür hale geldikçe, AKP açısından bu döngünün tamamlanması sermaye sınıfının önünü açmakla eşdeğer hale geliyor.

Finans, inşaat ve metal sektörleriyle “muhteşem üçlüyü” oluşturan Türkiye kapitalizmi, bu üç doymaz sektörün iştahını kabartmak adına iki adımı bugün uygulamaya sokuyor. Bunlardan ilki, finans sektörü bağlamında da değerlendirilmeli, emperyalizmin istediği adımları bölgede atmakla ilgili. İkincisi ise “emek piyasalarının esnekleştirilmesi” adıyla devreye sokulmaktadır ve paketin içinde “yok yok” denilebilir.

Kiralık işçilikten, özel istihdam bürolarına, kıdem tazminatının kaldırılarak fona aktarılmasından, asgari ücretin yeni vergi dilimi içinde değerlendirilmesine ve 657 sayılı yasanın değiştirilmesine kadar geniş bir yelpazede yer alıyor bu paket. Bu adımların her biri hayata geçirildiğinde hem mali sermaye için yeni kaynaklar elde edilecek, hem de emeğin beli daha da fazla bükülmüş olacak.

Böylece aslında yaşanan şey aslında bir kez daha “ücretli kölelik düzeni” olduğu bir kez daha tescillenmiş olacak. Ancak bu tescillenmeye karşı yukarıda sözünü ettiğimiz mücadele programının acilen hayata geçirilmesi gerekiyor. Bu mücadelenin merkezinde sınıf ve sendikal hareket bulunmaktadır.

Merkezde bulunan bu yapılardan cılız da olsa ilk adımlar gelmeye başladı. DİSK bu alanda ilk adımı atarken, Türk-İş bugüne değin üfürdüğü “kırmızı çizgilerimiz delinirse grev ilan ederiz” mavalını okumaya devam ediyor. Okuduğu bina olduğuna göre, dönüp dönüp gene okuyacaktır Türk-İş.

Buradaki etkisizliğin kırılması ise hiç uzakta değil, yanı başımızda duruyor. İşçi sınıfının geleneksel bölmeleri kıdem ve ücretler konusunda hassas davranırken, büyük metal direnişinin “yapıcıları” olan Renault işçileri, ilk tepkiyi gösterdiler. Bu tepkilerin olgunlaşması ve yayılması ise tam olarak bizim işimizdir.

“İyi diyorsun, hoş diyorsun da, kimdir o biz dediklerin söyle bakalım” diye akla gelecek makul sorunun cevabını ise kestirmeden söylemekte fayda var.

“Biz” diye kast edilen şu ya da bu biçimde bulunan diri unsurlardır ve bu diri unsurlar sosyalist hareketin içinde bulunmaktadır. Diri unsurların ise bir deterjan markasının “Kirlenmek güzeldir” temalı söylemini çakma bir biçimde kullananlar olmadıkları ne yazık ki çok açık.

Buralarda dolanıp “ne yani hep saf mı kalalım?” diye düşünecek olanlar olursa; kirlenmenin en güzel halinin “yapıcılara” ait olduğunu soruyu soranlara hatırlatmak gerekir.

Bu hatıra öyle ya da böyle kölelik düzeninin içinden çıkmak isteyenlere ışık gösterecek fener olacak.